Solda iki tarz-ı siyaset

1902’de yayınlanan “Ne Yapmalı?”, bazı çevrelerce Lenin’in kitlelere olan inançsızlığı nedeniyle çubuğu profesyonel devrimciler örgütüne bükmesine işaret eden bir metin olarak anılagelmiştir. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Zira burada Lenin’in yaptığı, devrimcilerin kitlelerden geri kaldığına işaret etmek, kitlelerden gelen “iyi haberlere” devrimcilerin yeterli cevabı üretemediğinde ısrar etmektir. Hedef aldığı kesim “ekonomistlerdir”. Sebebi de ekonomistlerin, on dokuzuncu yüzyılın son 10 yılı içerisinde başlayan kitlesel mobilizasyona dair ürettiği bakış açısıdır. Lenin’e göre Rus Sosyal Demokrasi’si kitlelerin ortaya koyduğu hareketliliğe uyum gösterebilen dinamik ve etkin bir örgütlenme yaratma hedefini gütmeliyken, ekonomistlerin yaptığı bu yönelimin aleyhine olacak şekilde ve kitlelerin kendiliğinden hareketini esas almak adına örgütsel sorunu talileştirmekti. Lenin’in, aslında Rus Sosyal Demokrat hareketi içerisinde o kadar da büyük bir yer tutmayan ekonomist eğilimi canhıraş bir şekilde hedef olarak belirlemesi bu nedenleydi. Lenin’e göre ekonomistler, “hareketimizin (takriben) 1894’ten 1901’e kadar gösterdiği devasa ilerlemeyi göz ardı ediyorlar… İlk dönemde, gerçekten de gücümüz çok azdı ve o sırada kendimizi yalnızca işçiler arasındaki faaliyetlere vakfetmemiz, bu yoldan sapmaları şiddetle kınamamız son derece doğal ve yerindeydi. O dönemde bütün görevimiz işçi sınıfı içinde mevzilerimizi sağlamlaştırmaktı. Oysa şimdi harekete devasa güçler katılıyor. Eğitimli sınıfların genç kuşağının en iyi temsilcileri bize yanaşıyor. Taşranın her yerinde, orada yaşamak zorunda olan, geçmişte harekete katılmış ya da şimdi katılmak isteyen ve sosyal-demokrasiye eğilimli insanlar var… Hareketimizin temel siyasal ve örgütsel eksikliklerinden biri, bütün bu güçlerden faydalanmayı ve onlara uygun işler dağıtmayı başaramamızdır.” (Lenin, Ne Yapmalı?, Agora Yayınları, s. 104)

Lenin’in o dönemin Rusya’sı özelinde gördüğü şuydu: Kitlesel mobilizasyon otokrasiyi hedef alıyor. Sosyalist hareketin görevi, işçileri ekonomik temelde sermayeye karşı mobilize etmek değil, işçi sınıfını otokrasi karşıtı dalganın temel öznesi haline getirmek, onu modern kapitalist toplumun diğer sınıflarıyla bu alan üzerinden muhatap kılmaktır. Rus Sosyal Demokrat hareketinin buna yönelik potansiyeli vardır, yapması gereken bu potansiyeli kuvveden fiile çıkaracak somut örgütlenme biçim ve araçlarına odaklanmaktır. Lenin’in spesifik olarak nasıl bir örgütsel form önerdiği ile ilgili olarak yapılacak bir tartışma, büyük oranda politik değil, tarihsel bir tartışma olacaktır. Zira örgütsel form, her tarihsel dönemin, konjonktürün kendi özgün şartları çerçevesinde belirlenebilecek bir husustur. Lenin’in de değişen şartlara göre örgüt meselesinde ne kadar esnek bir isim olduğu Marcel Libeman’ın klasikleşmiş eserinde yeterince ele alınmıştır (bkz. Marcel Liebman, Lenin Döneminde Leninizm I-II, Belge Yayınları).

 * * *

 Gezi isyanı sonrasında iki yönelim ortaya çıkabilir. İlkinin dere yatağı çoktan inşa edilmeye başladı, hatta belki Gezi’nin de öncesinde. Burada yine, çok uzun bir süredir yaptığımız gibi, yine mega siyaset projelerine yatırım yaparız. Cepheler kurarız, adaylar beğeniriz vesaire. “Büyük güçler platformunda” bize düşen yer için atraksiyonlar üretmeye devam ederiz. Gezi isyanında ortaya çıkan kitlesel kabarmayı muhayyel tarihsel blok olarak AKP’nin karşısına dikecek yapılanmanın “sol tarafını” tutarız. Sonuçta AKP’yi geriletiriz, AKP’yi geriletelim derken AKP içindeki revizyoncu güçlerin daha güçlü bir iktidarına katkı sunarız, (sınırı var mı bilinmez) daha da sağa kayan bir CHP’nin “mâkulleştirilmiş” bir AKP ile oluşturacağı yeni siyasi denge ortamında açıkta kalırız vesaire. Bahisler açık.

Ya da meseleye ortaya çıkardığı farklı potansiyeller çerçevesinden bakmaya çabalarız. Evet, bizim hareketimizin Gezi isyanı öncesinde “devasa ilerlemeler” kaydettiğini söylemek zor. Aksine sosyalist hareket, neredeyse tüm neoliberal dönem içerisinde giderek daha fazla kaybetti. Gerek toplumsal gerek ideolojik tahkimat açısından bu böyle. Dolayısıyla spontane nitelikteki isyandan sonra saflarımızda çok belirgin bir kabarma yok.

Buradan çıkarmamız gereken sonuç, yüzümüzü emekçilere dönüp, oradaki tahkimatımızı belirli bir seviyeye ulaştırmak mı olmalı? Siyaseti bir aşamalar silsilesi içerisinde algılamak yanıltıcı olabilir.

Şu soruları merkeze almalıyız: İsyan hangi kesimleri açığa çıkardı? Bu kesimlerin mevcut siyasal rahatsızlıkları ile sınıfsal rahatsızlıkları arasında işleyen bir diyalektik var mı? Bu diyalektiği harekete geçirecek ve/veya harekete geçtiğinde buna karşılık üretebilecek somut örgütler ne olabilir? Buradan kapitalizmi sorgulamaya ve giderek aşmaya yönlendiren bir siyasal hat nasıl inşa edilebilir? Ve en az bunun kadar önemli başka bir soru hattı: İsyanın ortaya çıkardığı potansiyel işçi sınıfının geniş ovalarına nasıl sızabilir? Çatlakları oluşturmaya nasıl, hangi somut talep ve örgütlenme biçimleriyle başlayabiliriz? Bir sonraki isyan dalgası işçi sınıfının geniş düzlüklerinde ortaya çıkarsa bununla ilişkilenmeye yönelik şimdiden inşa etmemiz gereken ilişkilerin mahiyet ve biçimi ne olmalı? RTE, Gezi isyanı sürerken yaptığı Afrika ziyaretinden döndüğünden itibaren meseleyi yeniden “kültür savaşları” cephesine çekti ve egemen bloğun kâbusu niteliğindeki bu potansiyel sızmaya set çekti. En vahşi içgüdülerini harekete geçirecek bu kâbusu onlara nasıl yaşatabiliriz?

Kısacası, isyanın ortaya çıkardığı potansiyelleri anti-kapitalist bir hat etrafında harekete geçirmeye nasıl başlayabiliriz? Ve bu hattı çoğul alanlarda büyüterek, süreç içerisinde ortak bir siyasal hat içerisinde nasıl eklemleyebiliriz?

İsyan belki saflarımızda kitlesel bir kabarma yaratmadı. Fakat bu soruyu aklına düşüren öncü nitelikte kesimleri ortaya çıkardı. Şimdi önemli olan, bu kesimleri, somut hedeflere yönelik olarak harekete geçirecek örgütlenmeleri ortaya koymak konusunda ısrarcı olmaktır.

Kitlelerden gelen “iyi haberlere” devrimci bir tarzda cevap üretebilmek ancak böyle mümkün olabilir.