“Devlet sırrı”

17 Aralık’tan itibaren yaşanan süreç dün –yani 27 Mart itibariyle- farklı bir rotaya girdi. Uluslararası ve ulusal güç savaşının birbiri içerisine geçtiği bir sürecin kritik malzemelerinden (turplarından) biri daha ortaya çıktı ve devletin “gizli karargâhı” kendisini halk önünde birdenbire çırılçıplak buluverdi.

Olay büyük bir şok etkisi yarattı. Bu şok nedeniyle olsadır ki RTE, helyum gazı yutmuş haliyle şehir şehir konuşmaktan kendini alamadı. Devletin zirvesi hareketlendi, “MGK toplanacaktı, toplanmayacaktı” tartışmaları yaşandı, AKP’nin sümsük medyatörleri sahne arkadaşlarını “vatan haini” ilan etti. Vesaire vesaire. Temaşayı hep birlikte izledik.

Fakat öyle görünüyor ki bu şok dalgası salt hükümet mahfilleri ile kısıtlı kalmadı. Bilindik köşeli AKP muhalifi yazarlar dahi meseleyi “devletin çöktüğü” noktasından hareketle ele aldılar. AKP mahfilleri “vatan hainliği, casusluk” gibi ithamlarla olayı bir karşı-propagandaya döndürmeye çalışırken, liberal çevreler de devletin gizliliğinin yara almasını esas problemlerden bir haline getirdiler.

Murat Yetkin, örneğin, “Buz gibi casusluk, yurdun kalelerine girilmiş” başlığı ile yayınladığı yazısında bu tapeleri yayınlamanın yolsuzluğu ifşa etmekle aynı kefeye konamayacağını söylerken; liberal gerçekçiliğin ağa babası Cengiz Çandar köşesinde olayı daha açık bir şekilde ortaya koyuyordu:

“…dünyanın her ülkesinde böyle sıfatlar taşıyan kişiler bu gibi konuları konuşurlar. Nasıl konuşurlarsa konuşsunlar, konuşurlar. ‘Devlet sırrı’ kavramı tam da bu gibi durumları ima eder. Ama, bu tür toplantılar dinleniyor ve servis ediliyorsa ‘devlet mahreminin koruyamıyor’ demektir ve bu, bir bakıma devletin devlet vasfına ciddi anlamda gölge düşüren bir noktaya gelinmiş olduğuna işaret eder. ‘Devlet sırrı’ niteliğindeki ses kaydı içeriğini tartışmayalım.”

Oysa bu yazarların hepsi, “Amerikan neo-con”larının aldıkları Irak’ın işgali kararının ne tür yalan dolan bulgular üzerine gerçekleştiği ortaya çıktığında tam da ifşa edilen giz ve sırrın içeriğini tartışan bir sürü yazı yazmışlardı.

Fakat Çandar temelde haklı. Devlet ilkin giz ve sır üzerine kurulur. Diplomasi, uluslararası ilişkiler, savaş kararları vesaire gibi “Dış İşleri Bakanlığı”nın kutsal duvarları arkasında gerçekleştirilen faaliyetler bu giz ve sır dünyasının belki de merkezinde bulunur. Devleti devlet yapan bu alanın içeriğinden ziyade, bu alanın gizliliği ve kutsallığıdır.

Üstelik bu kutsallık salt devlet katında kabul edilen bir kural değildir. Halkın millet olarak inşa edilmesi süreci içerisinde geniş bir meşruiyet zemini kazanır. O nedenledir ki halkımızın ciddi bir çoğunluğu RTE ve şürekâsının “vatan hainleri” korosuna katılırken, geri kalanı da içerikten her ne kadar ürkmüş, tiksinti duymuş ve tepki vermiş olsa da yapılan casusluktan rahatsızlığını bir şekilde dile getirmekten geri durmamaktadır.

İş hükümeti aşıp bizzat devletin “dokunulmazlarına” geldiğinde, kafalara mıh gibi işlenen o kutsallık –farklı frekanslarda olsa da- sözlerde tınlamaya başlamıştır. İş o kutsallığa vardığında RTE’si de Cengiz Çandar’ı da ürkecektir.

Devrimciler, elbette bu süreçte ifşa edilen savaş oyunlarını bozmakla yükümlüler. Savaş tertipçilerinin “vatan hainliği” üzerinden yaptıkları propagandaya karşı, meselenin özünü, yani “devletin çekirdeğinin” halk aleyhine tertiplemeye çalıştığı savaşın kimin savaşı olacağını ön plana çıkarmalıdırlar. Bunda bir beis yok.

Fakat “savaş olmasın”, “iktidar savaş tertipliyor” gibi sözleri zaten –örneğin- Kılıçdaroğlu da söylemektedir. Bu nedenle devrimcilere düşen esas görev diplomasinin, uluslararası ilişkilerin demokratikleştirilmesi yönünde talep ve iddiaların sözcüsü ve sahiplenicisi olmaktır. Salt hükümet politikalarına değil, kapitalist-militarist devleti ayakta tutan giz ve sır bürokrasisini hedeflemek, o kutsallığı hedef almak ve buna yönelik programatik nitelikte talepleri duyulur, bilinir hale getirmek ancak ve ancak devrimcilerin işi olabilir. Bizi ayrı ve farklı bir siyasal özne olarak ortaya çıkaracak olan budur.

Üstelik bunun enternasyonal bir siyasa olarak örülmesi de mümkün ve elzem. Yukarıda bahsedilen “Neo-con yalanlarından” başlayarak son dönemde ne kadar fazla “devlet sırrının” savaşları ve skandalları şekillendirdiğini bir düşünsenize. Çalışma sürelerinin düşürülmesinin uluslararası işçi hareketi açısından en temel ve birleştirici talep olagelmesine benzer bir şekilde, “devlet sırrı” ve devletlerarası ilişkileri şekillendiren daha bir yığın anlayışı hedef alan talepler de küresel devrimci hareketin ortak bir paydası olabilir, olmalıdır.

İktidarı aldıklarında ilk olarak Çarlık ve Geçici Hükümet Rusya’sının imzaladığı uluslararası gizli anlaşmaları ve görüşmeleri tüm dünyaya ifşa eden Bolşeviklerin çocukları olduğumuzu hatırlamanın tam sırası.