Şov Bitti!

Ocak 1979’da Marxism Today’de Stuart Hall, The Great Moving Right Show’u (Muhteşem Sağa Kayış Şovu) yazdı. Bu makale, Muhafazakar Partiyi ele geçiren Thatchercı Yeni Sağın dayandığı tarihsel bloğun kuvvetini ve var olan İşçi Partisi’nin bu “popüler” hareketin Britanya’yı kendi suretinde yeniden şekillendirme yönündeki iradesine karşı koymaktan aciz olduğunu büyük bir öngörü ve analitik kesinlikle ortaya koyuyordu. Takip eden otuz yılda bizim basitçe neoliberalizm diye adlandırdığımız bu eğilim bütün dünyaya damga vurdu, gelişmiş dünyadaki refah devleti uygulamalarını yıkarken bu uygulamaların mimarı olan sol reformist partileri çürüttü, sendikal hareketi darmadağın etti. Bizler amentüsü rekabetçilik, girişimcilik, verimlilik, özelleştirme, piyasa dostu gibi laf ve kavramların olduğu bir dönemden geçtik.

Ve şov bitti… Nereden mi biliyorum; son bir haftadır Britanyalı sağcılar hiçbiri Hall’un teorik ferasetinin yakınından bile geçemeyecek yazılarında Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi başkanlık adaylığına dair kalem oynatırken demiryolları başta olmak üzere kimi kamu hizmetlerinin yeniden devletleştirilmesinin ana akımda bile artık ciddiyetle tartışılıyor olmasından dehşet içinde bahsediyorlar. Eminim Hall ve tabii ki Tony Benn (her ikisini de 2014’de kaybettik) bir yerlerde gülümsüyor.

12 Eylül günü sonlanacak İşçi Partisi başkanlık seçimi, önde bitireceklerini sandıkları seçimi kaybetmenin partide yarattığı huzursuzluk ortamında epey renksiz bir biçimde başlamıştı. Partinin siyaset konuşmamasını matah bir şey sanan parti bürokrasisi meseleyi bir liderlik sorununa indirgeyerek hızlıca yeni bir önderlik belirlemek istedi. Partinin sağa kayış günlerinde belirlenen yeni tüzüğüne göre parti liderlik yarışına girebilmek için meclis grubunun yüzde on beşinin desteği şart, bu otuz beş milletvekili anlamına geliyor. Üç isim bu imzaları kolayca topladı: en sağda Blaircilerin adayı Liz Kendall var. Kendall Britanya siyasetinin ağır toplandan biri değil, Blairciler hem bir kadın, hem de yeni bir yüzün partinin ihtiyaç duyduğu imaj yenilenmesini simgeleyebileceğini düşünüyor olmalı. Seçim başarısızlığını Ed Miliband’ın İngiltere için çok soldan bir kampanya yürütmesine bağlayan bu kesim, seçim sonrası yapılan ciddi analizlerden gelen hiçbir verinin bu tespitlerini desteklememesinden ötürü, partide kimseyi ikna edememişe benziyor. Kendall seçimde ilk elenecek aday olacak.

Diğer iki aday Blair’in partiyi ideolojisizleştirme çabalarına karşın sosyal liberal reformist bir çizgi tutturmaya çalışan ve Blair sonrası partiye hakim olan kanadın farklı hiziplerini temsil eden, meşhur siyasetçiler. Yvette Cooper Blair’in halefi Gordon Brown’a yakın parlak bir kadın siyasetçi, Andy Burnham’sa tıpkı selefi Ed Miliband gibi partiye üye sendikal bürokrasinin göz bebeği. Adaylık süresinin bitmesine üç saat kala Burnham en soldaki aday gibi gözüküyordu. Tony Benn’den beri sol kanadından lider çıkaramayan partide Corbyn sadece otuz milletvekilinin desteğini alabilmişti. Ne olduysa ondan sonra oldu, son üç saatte sosyal medya üzerinden ve seçmenlerinden parti üyelerine daha demokratik bir seçim ortamı sağlamaları için baskı gören vekillerden altısı daha desteklememelerine rağmen Corbyn için imza verdi ve İşçi Partisi başkanlık seçimi ilginç bir süreç haline geldi.

Jeremy Corbyn en yaşlı aday, 1983’ten beri mecliste ve Arsenal taraftarlarının kalbi olan Kuzey Islington’ı temsil ediyor. Sebatkâr ve tutarlı bir biçimde barış, silahsızlanma ve adalet konularına sahip çıkması, mecliste olduğu kadar sokakta da bu konulara dair faaliyette bulunmasıyla tanınıyor. Herkesin terörü lanetlediği günlerde IRA ile müzakereyi savunan, seksenlerde Saddam’ın silahlandırılmasına karşı çıkan, doksanlardan itibaren ise Irak’ın işgalini reddeden çizgisi bu noktalardaki ilkesel tutarlılığını gösteriyor. Gerçek bir Tony Benn taraftarı olduğu için partinin sağa kaymasına ısrarla karşı çıkmış ve bu noktada parti disiplinini siyasal ilkelerinden taviz vermemek için en sık görmezden gelmiş isim. Son olarak tren yollarının devletleştirilmesi ve Ulusal Sağlık Sisteminin piyasalaştırılmasına karşı mücadelesiyle öne çıkıyordu.

Burnham, Corbyn’in adaylığına kendisini en solda olmaktan kurtardığı için ilk başta sevinse de, bu liderlik yarışının solcu olmanın iyi bir şey olmadığı seksen sonrası çekişmelerine benzemediği kısa sürede ortaya çıktı. Pek çok genç insan ve sendikal aktivist hızlıca Corbyn’in kampanyasına aktı. Seçim sonrası Britanya’da kimse kamuoyu araştırmalarına güvenmiyor ama ulusal kültürlerinin ayrılmaz bir parçası olan bahis şirketleri Corbyn’i bir ya da ikinci en iyi orana sahip aday olarak ortaya koydu. Daha da önemlisi girişte belirttiğimiz gibi siyasal tartışmanın parametreleri Britanya’da bir anda değişti. Asıl şok ise Burnham’ın cepte saydığı partiye üye sendikaların desteği konusunda yaşandı. Büyük sendikalardan olan, yerel hizmetler ve sağlık başta olmak üzere kamu emekçilerini örgütleyen UNISON Corbyn’e desteğini açıkladı, oysa bu sendika sosyal diyalogcu tutumuyla bilinir. Zaten daha solda olan, taşımacılık ve imalat sektöründe örgülü diğer sendikal dev UNITE da Corbyn’i destekliyor, böylece seçim sürecinin başında en çok şans verilen Burnham’ın altından zemin kaydı.

Şu andan itibaren Corbyn’in 12 Eylül’de en çok oyu almasına kimse şaşırmayacak fakat seçilmek için bu yetmiyor. Seçimde tercihli oy sistemi kullanılıyor yani seçilmek için oylarının yarısından bir fazlasını almak şart. Bu şart sağlanmadığında en az oy alan aday eleniyor (bu herhalde Blairci Liz Kendall olacak) ve onun seçmenlerinin ikinci tercihlerine bakılacak. Kendall’ın oyları dağıtıldığında hala kimse oyların yarısının bir fazlasını alamadıysa, aynı işlem tekrar edilecek. Kısacası, sağcı ve merkezci adayların seçmenleri ikinci tercihlerinde birbirlerini destekledikleri sürece Corbyn’in seçilme şansı az, ama zaten hiç değilse beni ilgilendiren de bu değil.

Britanya’da bugün devletleştirme tartışılıyor, Yunanistan’da Avro sorgulanıyor. Avrupa’nın her yerinde sol popülist siyasi seçenekler ortaya çıkıyor ve tabii sağ hatta aşırı sağ versiyonları da öyle. Son otuz yılın müesses siyasal aktörleri çatırdarken yeni olanaklar uç vermeye başlıyor. ABD’de bile Demokrat Parti’nin başkan adaylığı ön seçiminde Bernie Sanders, İskandinav sosyal devlet modeline hayran veteran bir senatör, genç insanları büyük oranda kampanyasının etrafında toparlayabiliyor ve önseçimin daha soldan bir havada geçmesine yol açıyor.

Bugün genç insanların gözünü artık piyasaların etkinliği, yaratıcı girişimci ve zeki insanların hem kendilerini hem de toplumu zenginleştirecekleri söylemleri üzerinden boyamak mümkün değil. Steve Jobs olamayacaklarını biliyorlar. İstihdam umutları yok, üstelik onun gibi sonunda kanser olurlarsa da alabilecekleri doğru düzgün bir sağlık hizmeti de kalmıyor. Kapitalist sistem insanlara bir şey vaat etmiyor ve bunun propagandasını yapmak için artık sosyalist olmanız da şart değil. Dolayısıyla bir kapitalizm kritiği olarak Marx külliyatı yeniden ilgi görüyor ama tam da bu yüzden Thomas Piketty de öyle. Küresel finans sermayesi Stiglitz, Krugman ya da Amartya Sen gibi ana akım iktisatçılar tarafından kıyasıya eleştiriliyor. Seksenlerin ideolojik kavgasının galipleri bugün yerlerde ama bu sosyalistlerin inisiyatifi geri aldığı anlamına gelmiyor.

Bu koşullarda son otuz yılın siyasal sinizmini sürdürerek bu yeni olanaklara gözlerini diken kuşaklarla etkileşime girebilir miyiz? Kuşkusuz farklarında olmak önemli de, Corbyn’in yapamayacaklarını sayıp dökmenin faydası ne? Bugün siyasetten kaçma anlamına gelecek püriten tutumların da, sol popülizme yapabileceğinin ötesinde anlam ve görev atfetmenin de siyasal stratejimizde yeri olmamalı. Bu yeni durumu değerlendireceğiz, herhalde neyin ne olduğunu ve nihai hedefimizi unutmadan ve saklamadan. SYRIZA’dan, Corbyn’e batımızdaki siyasal gelişmeler bunu gerektiriyor.