Duyduğumuz Çakalların Ulumasıdır

Savaş siyasetin silahla yürütülen biçimidir. Öyleyse siyaset yapanlara bakmak gerekir. Saray siyasetinin “dâhili” amaçları az çok belli: 7 Haziran seçimlerinde sandıkta kaybettiği inisiyatifi zor yoluyla yeniden ele geçirmek. Kürt hareketi ise -şimdiye kadar pek görmediğimiz şekilde- bir kent hareketi olarak bölgedeki etkinlik ve inisiyatifini derinleştiriyor. İnisiyatif kazanmaya çalışan bu iki güçten Saray’ın dezavantajlı olduğu söylenebilir. Zira inisiyatif kazanmak için işbirliğine gittiği güçler kendisini alaşağı edebilir ve zaten fazlasıyla hırpalanmış olan “yönetebilirlik” vasfını hepten kaybedebilir. Faşist güruhlar 8 Eylül gecesi tüm Türkiye’de “katliam istiyoruz” diye dehşet saçarken, Bahçeli’nin “eğer ülkemize yönelen hain ve hasmane saldırıların önü alınamaz, Erdoğan’ın komplo ve tuzakları ısrarla devam ederse, benzerlerine birçok ülkede rastlanan tarihi nitelikli büyük saray yürüyüşünün icrası da kaçınılmaz olabilecektir” şeklindeki beyanı bu anlamda dikkate değerdir. Tabi bu durum Saray’ın daha da el yükselterek yapabileceklerini görmezden gelmemize yol açmamalı. Karşımızda Türkiye’yi faşist bir yapılanmanın hâkimiyeti altına almak için devlet aygıtı içerisinde alan hâkimiyeti kurmuş ve arkasına geniş bir toplumsal kesimi bloklamış bir siyaset var.

Siyasetin adım adım, taktik manevralarla sürdürüldüğü kritik bir dönemden geçiyoruz. Taktik adımlar atabilmek için arkanızda belirli bir toplumsal ve örgütsel gücünüzün olması gerekir. Sosyalist solun önemli bir kısmı, böyle bir güce sahip olmadığı için, ya Kürt Özgürlük Hareketi ile CHP arasındaki zamk işlevini oynamaya çalışıyor ya da kendi siyasal iradesini Kürt Özgürlük Hareketi’nin içerisine gömüyor. İki yol da etkin olamıyor. Kürt Özgürlük Hareketi ile CHP arasındaki mevcut ilişkinin bir blok tesis etmeye doğru ilerlemesi bu konjonktürde söz konusu değil. Bu, hiçbir ilişki olmadığı anlamına gelmiyor. CHP’nin “dengede durması” üzerine kurulu bir ilişki var ve bu türden bir ilişkinin bloklaşmaya yönelmesi çok zor. Öte yandan, kendisini HDP içine gömen sosyalist solun mevcut durumda etkin bir güç olduğunu söylemek de maalesef zor.

Bu noktada “Barış Bloku” deneyimini ayrı ele almak gerekir. Batıda birleşik, aktif ve etkin bir barış siyasetini yaratmak gibi bir çizgiye oturmadıkça Blok işlevli olamıyor. Böyle olamamasının hem Kürt Özgürlük Hareketini hem de sosyalist hareketi bağlayan nedenleri var. An itibariyle Barış Bloku, sosyalist hareket açısından “çağrıya icabet etmek” anlamında gidilen, bulunulan bir yer. Oysa sosyalist hareket Batıda barış siyasetini etkin kılacak özne olabilir. Zira bugün itibariyle barış siyaseti Kürt halkı ile dayanışmanın yanı sıra, hatta ondan daha çok Türk halkını ite-kopuğa teslim etmemek ile ilgilidir. Ferda Koç’un geçen günlerde Sendika.org sitesinde yayınlanan anlamlı yazısında belirttiği gibi:

“PKK’yi yok etmek, Kürtleri ezmek ve susturmak için savaşmıyorsunuz! Türkleri ezmek ve kendinize mecbur etmek için bu savaşı çıkardınız! Kürtler tepelerine yağdırdığınız bombalara, keskin nişancılara, kuşatmalara karşı direnebilir ve direnecek. Ve siz Türkleri ezmeyi ve kendinize mecbur etmeyi başardığınız zaman Kürtlerle yeniden masaya oturacaksınız. Yani Kürtlere karşı savaşınız, Türkleri yendiğiniz zaman bitecek! Türkleri yenmeniz için yoksul Türk çocuklarını Kürt isyancılarına kitleler halinde öldürtmeyi yol olarak bellediğiniz anlaşılıyor. Kısacası sorun, Kürtlerin yenilip yenilmeyeceği değil; Türklerin AKP’ye, mezhepçi ve ırkçı faşizme yenilip yenilmeyeceğidir!”

Duyduğumuz çakalların uluması ise, bize düşen safları sıklaştırmaktır. Siyaseten başlangıç noktası olarak ele alacağımız iki husus var:

  • Barış Siyaseti: Kürt halkına yönelik faşist saldırılar karşısında “Allah’ını seven savunmaya gelsin” anlayışıyla hareket etmekten, barışı Batı kamuoyunda sinik değil, etkin bir siyaset haline getirmeye kadar bir dizi iş bizi bekliyor. İnsanlar bir yandan her zamanki “terör” söylemi ile sindirilirken, öte yandan savaşın yeniden başlamasının Saray’ın siyaseti olduğunu bilir durumdalar. Bu duruma müdahale etmeliyiz. İnsanların sinik bir şekilde içlerinde beslediklerini açığa çıkarmanın siyaseti olarak örmeliyiz barış siyasetini.
  • HDP’nin siyasal alanının açılması: Saray’ın siyasal taktiği, HDP’nin siyasal alanını mümkün olduğu kadar kapatmaya dayanıyor. Haziran seçimleri sürecinde Batı’da etkin ve meşru bir siyasal güç haline gelen HDP’nin Kürt coğrafyasına hapsedilmesinin önünde durmalıyız. HDP’nin bir Türkiye partisi olarak siyasal varlığının ve meşruiyetinin korunmasının, Türk ve Kürt halkları arasında barışı tesis etmenin yegâne yolu olduğunu, Saray’ı tasfiye etmenin de buradan geçtiğini kitlelere anlatabilmeliyiz.

Mevcut durumda bu iki husus üzerinden bir siyasal hat örmek son derece zorlu bir sürecin içerisine girmek anlamına geliyor. Fakat üzerimize hızla gelen tehlikeyi salt sandıkta alt edemeyeceğimizi ve mücadelenin 1 Kasım’dan sonra da süreceğini biliyoruz. Sosyalist solun yenilenmesi ve inşası bu mücadele içerisinde olacaktır.

Sinmeyelim, halkın sindirilmesine izin vermeyelim. Harekete geçelim. Zira diyalektiğin bir düsturudur: Harekete geçen alanı ve kendisini çevreleyen hareket halindeki özneleri daha farklı algılar. O zaman da bizleri atıl kılan tüm siyasal zincirlerimiz birer birer kırılır.