Ya Sosyalist Cumhuriyet ya Egemenlerin Ehven-i Şeri ya da Son

Referandum öncesi Türkiye’yi bu halkoyuna mecbur bırakan siyasal gelişmelerin temelinde derin bir siyasal kriz olduğunu; reisin de bu krize, halk arasındaki rakipsiz desteğine dayanarak kontrgerilla yapısının çekirdeğini dolayısıyla bütün kamu idaresinin esasını şahsına bağlayan olağanüstü bir çözüm önerisini masaya sürerek karşılık verdiğini iddia etmiştik. Bu krizin, emperyalist merkezin kendi içindeki ve Ortadoğu coğrafyasına dair kriziyle yakından ilintili olduğunun altını çizmiştik.

Şimdi referandum bitti ve hem reis hem de muhalifleri zafer ilan ediyor. Açıkçası referandumun en genel anlamıyla dört olası sonucu vardı. Açık fark evet ya da hayır ve kıl payı evet ya da hayır. Sonuç evetçiler için olabilecek en kötü kıl payı evet oldu. Çünkü aklı olan herkes hem sandık hem sayım hem de kampanya dönemiyle birlikte adil bir seçimin hayırla sonuçlanacağının farkında. Üstelik bunca seçim adaletsizliğine rağmen ülkenin kapitalizmle hemhal olmuş her yerinde kaybetmekle kalmayıp, Türkiye İslamcılığının kalbi sayılan yerleşimlerde bile kaybettiler. Bu evetçilerin dayandıkları ideolojik temelinin bile ahlaken onları bir anlamda kustuğunu gösteriyor. Bundan daha kötü tek sonuç resmi olarak da kaybetmeleriydi ama kaybetmediler. Reis “atı alan Üsküdar’ı geçti” derken abartıyla da olsa bunu ifade ediyordu.

Tam da bu yüzden etrafta dolaşan “reis kaybetti 2019 seçimini kazanamaz” goygoyunu anlamak mümkün değildir. Seçimin sonucu krizin varlığını teyit etmiş reisin en önemli siyasi varlığının yani halk desteğinin sallantıda olduğunu ortaya koymuştur. Siyasal kriz derinleşecektir. 2019’a kadar siyasetin rutin işleyişinde süreceğini varsaymak için epey saf olmak gerekir. Bu söylemin bir yönüyle baş veren sokak muhalefetini soğurmaya yönelik olduğu ortadadır. Egemenler meseleyi halkı müdahil etmeden çözmek istiyorlar. Buna izin veremeyiz. Tıpkı 7 Haziran’dan sonra olduğu gibi reisin siyaset koklamak üzere kabuğuna çekildiği görülüyor, bu yenilgi psikolojisinde olduğu anlamına gelmez, tam tersine hamlesini planlamak üzere diğer aktörlerin durumunu tartmaktadır. Kendi safında Reiszçi İslamcı kavgası bir zibidinin densizliği yüzünden baş vermiştir. Bu bir zafiyet göstergesi olsa da dağılma olarak görülemez, hepsi kendini reise beğendirmek istiyor. Siyasal yelpazenin geri kalanı açısından bütün mesele hala alternatifsizliktir. Olası alternatiflerin aynı zamanda reiste asla olmayan kronik bir politik cesaret sorunu yaşadığını da görmek gerekir.

Türkiye sermaye sınıfının adına ülkeyi yönetebilecek bir ideolojik kliğin (eskiden Kemalist elit daha sonra İslamcılar) ortada olmaması reisin elini kuvvetlendirmektedir. Gerek dış politikadaki sıkıntılar gerekse kendi kliğindekileri zenginleştirme çabası ekonominin yavaşlamasının yanı sıra reisi her gün daha az çekici bir alternatif haline getirmektedir. Bununla birlikte sermaye sınıfının kendi dinamiğiyle bu siyasi sorunu çözemeyeceğini kabul etmek gerekir. Sermaye yanlısı bir ideolojik klik bu halkoyu sonucundan cesaret alarak oluşup kendisini alternatif olarak sunabilir ama böylesi gelişmeleri de reisin ve kontrgerillanın reisçi kısmının oturup seyredeceği beklenmemelidir. Üstelik reis karşısındaki hayırcı koalisyondan kimi unsurları yanına çekme kapasitesine de haizdir. Ulusalcıları da Kürt Özgürlük Hareketinin kimi unsurlarını da doğru havuçlarla destekçisi haline getirme olasılığı yoktur diyen kendini kandırır.

Kuşkusuz halkoyu sonucu açık bir alternatife işaret etmediği için krizden çıkış alternatifi şu an için gözükmemektedir ve reis daha hamlesini yapmadı. YSK sonuçlarının Nisan sonunda kesinleştirileceği düşünülürse 1 Mayıs sonrası her şeye ama her şeye hazır olmak gerekir. Tabii böyle bir hazırlık Türkiye’de emek barış demokrasi mücadelesinin unsurlarının hazırlıklı olmasını gerektirir ama durum bu değildir. Halkoyu öncesi herkes kendi hayırını örgütlesin düşüncesi solda da birden fazla mahfilin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunlar gerek zaten hayır verecek kesimin gidip oy kullanmasında gerekse büyük şehirlerde sandık güvenliği noktasında etkin olmuş olabilir. Fakat bunun adı, CHP esas olarak sağın mobilizasyonu ile uğraşırken ve HDP’ye yönelik devlet terörü sürerken, olsa olsa verilen görevi hakkıyla yapmak olur. Onun ötesinde bir faaliyet düzeyinden bahsedilemez. Referandumda halkın kendi yaratıcılığıyla çok çeşitli hayır organizasyonları ortaya çıkarması ‘Reis karşısında Halk’ gibi bir manzaranın ortaya çıkmasının sonuca olumlu etkisi olmuştur kuşkusuz. Buna rağmen hile ve şaibe organizasyonunun açığa çıkarılması, önlenmesine dönük bir hazırlığın olmadığı da gerçektir. Sosyalistler birliğe, programa yani alternatife değil “Çokluk”a dayanarak referanduma dahil oldular. Sonrası için inisiyatif zaten CHP’ye bırakılmıştı. O da inisiyatifini D. Perinçek, M. Akşener ve devlet, sermaye içi dayanaklarının telkinleri doğrultusunda sokağı yalnız bırakma yönünde kullandı. Hayır’ın geleceği 7 Haziran sonrasında hiçbir yerde izine rastlanmayan “hukuka” kaldı.

Yukarıda da belirtildiği gibi seçim hileleri ve AKP’nin bu noktadaki yüzsüzlüğü cumhuriyetçi tabandaki öfkeyi halkoyu sonrası batıda hayır merkezi olan kimi yerleşim yerlerinde sokak eylemlerine çevirmiştir. Bu eylemlerin kitleselliği hayır cephesini tüm gücünü ve çeşitliliğini yansıtmasa da sol burada da olumlu bir rol oynamaktadır. Reis hamlesini yaptıktan sonra güvenlik güçlerinin bu eylemlere karşı izleme tutumunun da sürmeyeceğini öngörebiliriz. İşte bu noktada referandumun en doğru sorusuna geliyoruz: Ya “Hayırdan Sonra”?

Solun tutmuş bir şeyi suyu çıkana kadar bırakmama ve ancak devletin zor aygıtı tarafından yenilince durma gibi kötü bir huyu son dönemde gelişti. Bu bakımdan referandum performansı açısından kendinden memnun olduğu anlaşılan solun sürekli bir hayır kampanyasına, kuşkusuz herkesin kendi hayır aygıtını kıskançlıkla koruduğu bir biçimde, devam etmesi mümkün. Referandumdan önce “Hayır Yetmez” diyenlerin böyle bir seçeneğe kendilerini sıkıştırmaması gerektiği ortada. Sosyalistlerin, devrimcilerin görevi yol göstermek, yol açmak, yol kurmaktır. İtiraz etmek sadece bir kalkış noktasıdır varılacak yeri göstermeden mücadele bütünlüğü ve birliği oluşturmak kural olarak imkânsızdır, demiştik. O zaman “kontrgerilla devleti yıkılsa da, saray çökse de bunun altında kalanın halkımız olmayacağının garantisi biziz” demeliyiz demiştik, şimdi bu olasılık giderek kuvvetlenirken hala aynı kanıdayız. Sosyalistlerin bu geçiş dönemi için ortak bir programa ihtiyacı var ve kimilerinin iddiasının aksine, CHP’nin ya da HDP’nin yancısı değil de kendi başına bir aktör olacaksa bu siyasi program herkesin üzerinde uzlaşacağı genel geçer üç beş talepten daha ayrıntılı olmalı dahası anayasal bir öneriyi içermelidir.

Reisi yiyebileceğini hayal eden düzen güçleri, reisin var kalma mücadelesi daha fazla siyasal kaos, kan ve gözyaşı yaratırken, programsız, alternatifsiz bir solu kendi restorasyonunun yancısı, çığırtkanı, tetikçisi yapabilir. Kimsenin siyasal planının mezesi olmamak, tarihsel mücadelemizde düşen yoldaşlara sorumluluğumuzsa eski cumhuriyet bu halkoyu sonucunda artık yıkılmışken sosyalist bir cumhuriyeti daha köşeli bir tarzda dile getirebilmeliyiz, bunun inşasına dair daha net bir politik stratejiden bahsedebilmeliyiz. Aksi halde önümüzdeki fırtınalı günlerde pek çok insanımızı kaybedip sonra da oluşacak yeni Türkiye’nin etkisiz siyasal aktörü olmaya devam edeceğiz. Bu ise Türkiye’de doksanlarda başlayan sosyalizmin otolikidasyonunun mantıki sonucuna ulaşması olacaktır.