Başlangıç’ın Sonu, Sonun Başlangıç’ı

Türkiye’de Gezi olaylarının estirdiği rüzgar, kurumlarına ve yöntemlerine en sarsılmaz inancı duyan ve bir ağaç gibi geleneğin kökleriyle toprağa bağlanmış olan sosyalist solun dahi dallarını ve yapraklarını hareket ettirdi. Türkiye’de ve dünyada devrimci hareketlerin güçsüzlüğünü tartarken, kendi tartısını hesaba katmayan, eleştiri-geçirmez solun bile bir kısmı Gezi ile ortaya çıkan hareketlenmeyi, örgütsel ilişkilere çevirebilmek için yeni alternatifler oluşturmanın gerekliliğine inandı. Burada birleşen Haziran Hareketi de, bileşenleri kendi örgütlülükleri ve kurumlarına dair zerre şüphe duymayarak muhafaza edilen “devrimcilik” sayesinde, ilericilik siyaseti yaparak bu alternatifin oluşabileceğine inandı. Kendi kurum ve örgütlülüklerini de tartıya koyabilen bir diğer kesim ise devrimciliklerinin yeterliliğine karşı duydukları memnuniyetsizliği, Kürt Özgürlük Hareketi’nin sahici gücü ile gidermeyi seçti. Gezi’den sonra Kürt Özgürlük Hareketi ile AKP iktidarındaki T.C arasındaki çözüm süreci bu gruba Haziran Hareketi’nden çok daha sol bir siyaset yapabilme becerisi de kazandırmıştı. Gezi ardından ve bu geçici uzlaşmanın yıkılmasından sonra HDK ve HDP’ye katılmış sosyalistlerin, Kürt Özgürlük Hareketi’nin siyaseti başka düzlemlere geçtiğinde, bu düzlemlerde varlık gösteremeyen kısmı, en iyi ihtimalle sessiz kalarak boşa düştü. Daha sık şekilde gözükmüş olanı ise şizofrenik olarak kendi bedeni ve varlığını karıştıran tutarsız bir siyasal söylem üretimi içerisine girilmesiydi.

Sosyalist sol içerisindeki bu iki grupta da ortak olan, olası bir sosyalist siyasetin takipçilerini, verili siyasal düzlem ve konjonktürdeki kimlikler üzerinden oluşturabilme ihtimali görmelerindedir. CHP’nin sosyalistleştirilmesi ve HDP’nin sosyalistleştirilmesi… Böylece kitleselliği olmayan sosyalizm ruhunun bedenini arayan Haziran Hareketi bedenini CHP’de, ikinci grup ise Kürt Hareketi’nde bulmuştur.

Başlangıç, Gezi sonrası bu dönemde halinden, kurumları ve örgütlülüğünden memnun olmayan ve yeni alternatif odakların oluşması gerektiğini düşünenler tarafından kuruldu. Bu yanı ile Gezi sonrası HDK ve HDP’ye katılmış sosyalist grup ile oldukça yakındı. Bu yüzden bir çok açıdan bu grup ile Başlangıç’ın ürettiği siyasal söylemler de yakınlık taşıdı. Başlangıç’ı Gezi sonrası yeni bir alternatif gerekliliğini gören sosyalist sol içerisinde eşsiz kılan ise, diğer iki grubun aksine Türkiye’de olası bir sosyalist siyasetin öznelerinin verili siyasal kimliklerden değil, en altta ezilenlerin mücadelesinden ve bu mücadele ile organik ilişkisi olan yeni yapılardan çıkacağını savunmasıydı. Bu pozisyon böylece söylem üzerinde ikinci grup gibi hem Kürt Özgürlük Hareketi’nin devrimciliğini görmesine izin veriyor, hem Haziran Hareketi’ne yakın bir ilericilik söylemi kurmayı sağlıyor, hem de önceki iki söylemi olumsuzlayarak, bunlara bir işçi sınıfı ve ezilenlerin öz-örgütlülüğü boyutunun katılması gerektiğini söyleyen öğütçü bir pozisyon sağlıyordu.

Gezi’nin kiteleler üzerindeki mobilizasyonu azalırken, Haziran Hareketi’nin siyasetinin etkisizliği ortaya çıktı. Çözüm sürecinin sona ermesi ardından Başlangıç ile beraber Kürt Hareketi ile davranan ikinci grup büyük bir sıkışma içerisinde buldu kendisini. Tekrar ortaya çıkan, eskiden var olan gibi enternasyonel düzeyde bir sosyalist strateji yokluğunda, sosyalist solun ancak çok kısa vadeli, konjonktüre bağlı hamleler yapabilmesiydi. Stephen King’in ünlü korku romanı Sis’deki gibi, sosyalist solun bütün aktörleri nereden geldiği bilinemez bir sis içerisinde önlerine çıkan yaratıklara karşı sürekli ölüm kalım mücadelesi veriyor…

Biz Başlangıç’ı kurarken en başından beri konjonktürel olanın dışında bir bütünlük tahayyülünün olması gerektiğini, Marksizm’in 150 yılı aşan külliyatından bildiğimiz bu bütünlük kavrayışının ve tarih okumasının da ancak yeni kolektif öznelliklerin oluşturulması ile mümkün olacağını işaret ettik. Bu yüzden yer küreyi her gün daha da saran bu küreselleşme içerisinde, geleneklerin, dünyanın farklı coğrafyalarında eski, yeni mücadeleler ve yöntemler ile beraber düşünülmesi gerektiğini söyledik. Türkiye’de kendimiz ile beraber memnun olmadığımız sosyalist sol içerisinde bir devrimci odak yaratabilmek için ikili bir görev tanımladık: Birincisi verili siyaset yapma, siyasallaşma, bireyleşme koşullarını yaratan aygıtları tarihselleştirerek, aslında bu aygıtların bugün apolitik yurttaşları yaratan düzeneklerin kendisi olduğunu ortaya çıkartmak ve bu düzlemde fetişleşmiş siyaseti hakkettiği şekilde yurttaşların eşitliği adına depolitize etmek. Bu da siyasal kimliklerin dışında, toplumun dışına itilmiş bireylerin kendi çıkarlarını savunmasını tekrar örgütlemekti. Bu görev bize yurttaşların ekonomik mücadelelerini kuvvetlendirmeyi gerektirir. Görevimizin ikinci boyutu bu ekonomik mücadeleyi tekrar verili siyaset düzleminin dışına çıkacak şekilde siyasileştirmektir. (Bu ikili görev konjonktürel andaki teorik bakışta asla aynı anda görülemez. İki yüzlü bir vazonun, 3 boyutlu bir dünyada bakılan pozisyondan her zaman tek yüzünün gözükmesi gibidir. Bu yüzden tek bir özne asla aynı anda bu ikili görevi bir anda yapamaz. Konjonktürel anda bu ikili görevden bir tanesi birincil eğilim olarak seçilmek zorunda kalır. Yine de görev her zaman ikilidir ve bu yüzden birden çok özne ve aygıtın birliğini gerektirir.) Bu ikili görevi gerçekleştirebilecek, öğütçü bir söylemselliğin dışına taşan bir beden bulunabileceğine ve kitleselleşebileceğine inandık.

Başlangıç’da bir araya gelmiş bileşenler bu ikili görevi siyasal söyleminde belirli bir düzeyde sürekli kullandı ve henüz varolmayan, varsayımsal öznelere seslendi. Bu da Başlangıç’a diğer sosyalist sol gruplara göre retorik bir kabiliyet kazandırdı. Bu ikili görev sosyalist solda pek çok grup için aşikardır. Fakat teorik ve stratejik olarak kavranırken farklılaşmalar ortaya çıkar. Bu ikili görevi yapabilmek için kitlesel eylem gücü gerekir. Aynı zamanda hem (yasaların içinde) yapıcı, hem (şiddetle) yıkıcı olabilmeyi gerektirir. Gezi sonrası biz Başlangıç’da bunların olasılığını görmüştük.

Başlangıç’a 2013 yazında kurucularından biri olarak işçi sınıfı ile en yaygın ilişkisi olan ve ekonomik mücadeleler örgütleyen en güçlü bileşeni olarak katıldık. Önümüze koyduğumuz görevlerde, teorik olarak da daha çok uyuştuğumuz bileşenlerle başlattığımız birlikteliğin, bizim için tek başımıza olduğumuzda ikincil planda kalan yeniden-siyasallaştırma görevini tamamlayacağını düşündük. Başlangıç’ın bize öğrettiği en büyük derslerden biri, bahsettiğimiz iki görevi ayrı ayrı olarak daha iyi yapabilen tekiller bir araya geldiğinde ortaya çıkan nicelik toplamının basitçe bir nitel birlikteliğe dönüşemeyeceğidir. Bu birlikteliklerin ancak mücadelelerin basınç ve sıcaklığında nitel bileşiklere dönüşebileceği aşikar hale geldi. Bu dönem hemen hemen çözüm sürecinin bitirildiği ve muhalefetin daha da kötü bir duruma girdiği tarihe rastgelmektedir. Bu anın zorluğu ve basıncı altında nitelik birliğin oluşmasının aksine, başlangıç içerisinde birbirinden farklı alanlarda ve formalarda mücadele veren aygıtları birleştirebilecek bir birliğin üretilmesi gittikçe zorlaştı. Başlangıç’ın kitleselleşme potansiyeli kaybolduğunda, bu ikili görevi mevcut koşullarda tek bir örgüt olarak yerine getiremeyeceği netleşti. Bu durumda Başlangıç’ın kendisi onu kurarken en başta eleştirdiğimiz sol siyasetlerin “mış” gibi yapma durumuna doğru ilerledi. Böyle bir durumda Başlangıç’ı ortaya koyan arayış bütünüyle anlamsız ve geçersiz bir hale girmiştir. Bu isim ile siyaset yapmak ismin kendisine ve kuruluş arayışına ihanet etmeyi de gerektirmeye başladı. Biz de baştaki arayışımıza sadık kalarak Başlangıç’dan ayrılmış bulunuyoruz.

Gezi gibi dünyada son zamanda gözüken yeni karakter ve biçimleri taşıyan bir kendiliğinden eylemliliğin, dönüşerek veya dönüşmeden sosyalist bir siyaset için boş olan özne koltuğunu doldurabileceğine dair duyulan heyecan bugün azalmıştır. Bütün dünya ve Türkiye’de sosyalist sol, siyasetini kurarkan bu probleme verdiği cevap ile kutuplardan birine doğru çekilir. Ya verili özneleri dönüştürmekten başlayarak verili siyasal kimliklere seslenir, böylece daha reformist ve daha kendinden memnun bir karaktere bürünür ya da henüz var olmayan bir siyasal “devrimci” özneyi işaret eder ve eskinin pejoratif tabiri ile bir “ultra-solcu” ve kendinden memnuniyetsiz karaktere bürünür. Bu iki kutup da tek başına yetersizdir. Bu iki kutbu bir araya getirecek bir birlik, bir kolektif öznellik ancak sosyalist bir siyasetin olasılığını doğurabilir. Kuşkusuz bu birlik ancak çoğulculuğu içerebilen bir ideolojik, teorik birlik ile oluşabilecektir. Marksizm’in bir zamanın sosyalist hareketini ve içindeki diğer sosyalizmleri bölüp yeniden birleştirdiği gibi, bu sefer de binlerce Marksizm içerisinden Türkiye’deki sosyalist hareketi yeniden birleştirebilecek bir Marksizm’i oluşturmak bunu sağlayabilecek tek seçenektir. Sosyalist hareketin böyle bir birliğin altında toplanması, Gezi sonrası gördüğümüz gibi, konjonktürel ihtiyaçlardan ve kısa zamanda kitleselleşme olasılıklarından ötürü, niceliklerin toplanması ile ikame edilemez.

Sosyalist hareket tek bir özne olarak birleşemesede dünya ve Türkiye’de bir bütünlük taşıdığı unutulmamalıdır. Sosyalist siyaset kurma yolunda tarif ettiğimiz ikiye çatallanma bu bütünlük içerisinde gerçekleşir. Bu bütünlük içerisindeki çok parçalı öznellikleri, Sosyalizm’in tek kurucu öncüsü olarak konuşturan geleneksel siyaset dilinin ve sekterliğin ideolojik parmaklıklarının ardından bakarak, parçalılığın kendisini tanımak,  olumsuzlamanın yapıldığı tartıya kendi kütlemizi de koymaya cüret etmek bugün tek çaredir. Her bir grubun kendi ilişkileri, kadrolarının yetenekleri ve gerçek bedenini görerek, mücadele örgütlediği, kurduğu alanlarda, kendi parçalılığı ve sonluluğunu ve sosyalist solun bütünlüğünü görerek bir diyalektik denge kurması gerektiği bizim bugün önerdiğimiz pozisyondur.
Bu diyalektik dengeyi elbette bütün gruplar kendi bütünlük analizine göre gerçekleştirecektir. Kendisini sosyalizmin tek kurucusu ve Türkiye’de bütün sosyalist hareketin adına, gerçekte kim olduğu bilinmeyen evrensel bir insana seslenerek konuşuyormuş gibi yapanların, kötü bir taklit performansının dışında hiçbir sahiciliği olmayan tavrının asıl sorunu gizlediğini söylüyoruz. Stratejik olarak, Türkiye’de sosyalistleri birleştirmenin yolunun öncelikli olarak bu “mış” gibi yapan kısmı bölmek olduğu kaçınılmaz haldedir. Türkiye’nin her yerinde halinden memnun olmayan bütün sosyalistlerin mücadele verdikleri alanlarda, memnun olan sosyalistlere karşı bu konumu alması gerektiğini söylüyoruz. Türkiye’de sosyalist solu birleştirecek bugünün ve bu toprağın Marksizm’ini yaratmadan, henüz “memnun olmayanlar”dan başka isim, sıfatlara seslenmek güç. Bundan 169 yıl önce Komünist Manifesto diğer sosyalizmleri soyut evrensel özneye çağrı yapıyorlar diyerek eleştirdi ve bu evrenselliğin dışında kalmış, kaideyi bozan, somut özneye çağrı yaptı. Biz de sonluluğunu bilen ve somut siyasal eylemin her zaman birincil bir eğilimi seçmek olduğunu ve bütün eğilimleri aynı anda seçip, yanlışsız yapan “güzel ruhların” hayallerini yıkmayı görev edinmiş memnuniyetsiz sosyalistlerin bir başlangıç noktası olarak yeterli somutluğu sağladığını düşünüyoruz. Geri kalanını Gezi’den beri aradığımız ve yapmak için aday olduğumuz bu görevleri hayaletkomite.org olarak sürdüreceğiz ve yapmaya başlayacağız. Elbette tarihimizden miras aldığımız eleştirel toplumsal teoriyi aşarak Türkiye’de bugünün Marksist devrimciliğini yaratmak ve sosyalist hareketi yeniden birleştirmek için bu yolu doğru bulan herkes ile beraber, çeşitli birlikteliklerle.