İran “Analizleri” Bize Ne Anlatıyor?

İran’daki toplumsal olaylar geçen haftalarda tüm dünyanın ilgisini çekti. Olayların başlangıcı, yükselmesi ve geri çekilmesi üzerine bilen bilmeyen ideolojik saplantıları doğrultusunda bolca yazdı. İran’ın toplumsal gerçekliğiyle ilgili olarak, kimsenin sahip olmadığı, en hakiki bilgilere malik olduğumuzu tabi ki iddia etmeyeceğiz. Bununla birlikte toplumsal hareketlere ve siyasal rejimlere dair bildiklerimize dayanarak sosyal ve politik olayları açıklamaya çalışmanın, herhangi bir rejime karşı yargımıza dayanarak analiz yapmaktan daha doğru olduğu kanısındayız. Zira ancak böyle bir yöntemle ABD’deki Afrika kökenlilerin polis tarafından öldürülmesinin cezasız kalmasını protesto eden Black Lives Matter hareketini, İsrailli’lerin Netanyahu hükümetinin yolsuzluklarını protesto etmesi ile İran’daki iktisadi sıkıntılara yönelik protestoları aynı düzlemde analiz edebiliriz.

Tüm dünyadaki protesto döngüleri ve grev dalgaları üzerine yapılan çalışmalar bize bazı belli başlı bilgileri sağlıyor. Halkın siyasal alanda yeterince temsil edilmeyen kesimlerinin taleplerini dile getirmesi için uygun siyasi fırsatın varlığı her zaman temel önemdedir. Özellikle yönetici seçkinler arasındaki çatışma ve bölünmeler yeni toplumsal taleplerin dile getirilmesini epey kolaylaştırır. Üstelik açılım dönemlerinde yükselen toplumsal beklentiler halk kesimlerini risk almaya daha yatkın kılar. İran’da muhafazakârlar, reformcular ve pragmatistler arasındaki ayrımlar bilinmekte. Üstelik bu kesimlerin kendi arasında da bölünmeler var. Bir önceki Cumhurbaşkanı Ahmedinecad muhafazakâr kanattan olmasına rağmen, dini liderle giderek artan bir çatışma içinde. Bunların yanı sıra Cumhurbaşkanı Ruhani’nin kişiliğinde simgelenen pragmatist eğilim, kimi açılımları da gündeme getirmekte ve tam da bu yüzden Beyaz Çarşamba eylemleri gibi daha geniş özgürlük alanı talep eden pratikler, reformcuların toplumsal tabanı sayılan kesimler arasında gelişmekteydi. Başka bir düzlemde ise ambargo ve bölgesel çatışmalar yüzünden zorlanan ülke ekonomisi, İran’ın son dönemde bölgede kazandığı inisiyatifin bedelini ödetmek isteyen rakiplerince de zorlanmaya çalışılıyor. Bu destekle özellikle Beluc selefi cihatçıların son dönemde bir iki silahlı eylem gerçekleştirdiği de unutmamalı. Kısacası siyasi fırsat yapısı, bir toplumsal eylemi genel anlamda politik olarak tutuşturmaya elverişliydi.

Son protesto dalgası elitler arası fay hatlarının önemini gösteren bir yerden gelişti. İlk eylemin Meşhed’de düzenlendiği biliniyor, Meşhed’deki Cuma imamının halkı protestoya davet ettiğine dair güçlü duyumlar var. Anlaşıldığı kadarıyla bizdeki banker skandalına yol açan bir sistem özellikle Meşhed ve Kum gibi dindar nüfusun olduğu bölgelerde yaygınmış ve bunlar tabi ki batmış ve halk devletten, İran liberal bir devlet olmadığı için koruma bekliyor. Fakat zayıf İran ekonomisi bu noktada verilen sözlere rağmen, halkın yarasına merhem olabilecek bir performansa izin vermemiş. Bir süredir de bu konuda ufak çaplı protestolar zaten sürüyormuş. Bütün bu unsurların yanı sıra kuşkusuz en önemli etken, söz konusu halkın bir toplumsal seferberlik geleneğinin tarihsel olarak var olup olmadığı. İranlılar 79’daki devrimin öncesinde ve sonrasında Orta Doğu halkları arsında sokakta siyasi taleplerini dile getirmek konusunda en deneyimli olanıdır.

2009’da Yeşil Hareket uluslararası gündeme damga vurmuştu. İran o tarihten sonra, daha sistem içi kanallar yoluyla olsa da insanların taleplerini sesli bir biçimde dile getirmekten imtina ettiği bir ülke olmadı. Belirttiğimiz gibi halk kesimlerinin sokakta hak talep etme geleneği olan bir ülkeden bahsediyoruz. Açıkça bağnaz bir diktatörlük altında özgürlükten yoksun sesi kısılmış bir halk anlatısına oturmayan bir durum bu. Kuşkusuz İran’da sokağa hamle etmenin bedeli yüksek. Siyasi tutsaklığın ne yazık ki iyi bilindiği bir ülke orası ama Afrika kökenli bir Amerikalının polis ihtarına uymamasının da bedeli yüksek, istatistikler bize bunu söylüyor. İdeolojik saplantılar istatistiklerin sesini kısıyor ve dünyayı Marvel çizgi romanlarındaki gibi algılamaya başlıyoruz. O zaman İran’da Dr. Doom’un Latverya’sına dönüyor. Özgürlüğünü kazanmadıkça kendi tarihinin öznesi olamayacak bir halk, özgürlükten kasıt da liberal temsili demokrasinin tesisi. Yani, sermaye sınıfının fabrika ayarındaki yönetim biçimi. Bu yöndeki bir rejim değişikliği için de her şey, mesela yüz binlerce Iraklı çocuğun bir ambargo yüzünden ölmesi mubah hale geliyor.

Bu ideolojik anlatıda, liberal temsili demokrasi altında yönetilmeyen ülkelerde halkın tek talebi olabilir ya da başka toplumsal talepler ancak bu tek talebe dönüşürse anlamlı olabilir: Liberal temsili demokrasinin tesisi. Bu ülkelerde insanların yolsuzluk batağına saplanmayan hükümet ya da sosyal yardımların kısılmamasını talep etmelerinin bir anlamı yoktur. Açıkçası seksenlerden itibaren pişirilen, Doğu Bloku’nun çöküşünden sonra bir yirmi yıl rakipsiz konumunu koruyan, insanlığın siyasal ufkunda liberal temsili demokrasinden ötesinin olmadığı fikri (Fukuyama’nın meşhur tarihin sonu tezi) 2008 krizi sonrası açıkça savunulamasa da hala ideolojik hâkimiyetini sürdürüyor. Bunu İran analizlerinde gördük. Oysa ne yazık ki, otuzlarda kaldığını düşündüğümüz bazı korkunç hayaletler dâhil, her türden siyasal tasavvur ortada ve bunları yoksullar, kapitalist-emperyalist düzenin kaybedenleri savunuyor. Savunulmayansa bizim tasavvur:

Yani Komünizm ama bu başka bir değerlendirmenin konusu. Bu bağlamda İran’a dönersek kabul etmek gerekir ki, bize ne kadar saçma gelirse gelsin, kimi yoksul insanlar da on ikinci imamın, Mehdinin döneceğine iman etmiş ve buna göre yaşıyor, hatta ölüyor olabilir. Bu yüzden de protesto dalgasına ilk nefesi veren Meşhed ve Kum gibi bölgeler geri çekilince, devletin de müdahale marjı genişledi. Bu bağlamda Türkiye’de yapılan kimi değerlendirmeleri şaşkınlıkla okuduğumuzu belirtelim. İran’da ancak rejim değişikliğine yönelik hareketleri anlamlı gören ve tüm analizini buna göre yapanlarla, Orta Doğu’daki her gelişmeyi Kürt özgürlük mücadelesinin çıkar ve müdahalesi doğrultusunda değerlendirenleri ayrı tutuyoruz. Bunların İran’daki toplumsal ve politik hakikatle bağlarını bilmiyoruz ama belli bir ideolojik tutarlılıkları var. Türkiye’de mücadele gündeminin başına laiklik yazıp İran’da olan biteni emperyalizmin oyunu diye görenleri ise anlamak mümkün değil. Madem laiklik sosyalizm mücadelesi için temel, İran halkı velayet-i fakih sistemine neden mahkûm olsun. Onlar sosyalizm için yeterince medeni bir halk değil mi!? Gene de belirtmeliyiz ki laik refleksi kuvvetli Türkiye solunda, bu vakadan çakma antiemperyalist analize meyleden az oldu ve halkın demokratik tepkisine tamamıyla kör kalınmadı. Tabi ki burada esas etken bizdeki laik hassasiyet oldu. Eminiz ki ABD başkanının övgüyle bahsettiği bir ayaklanmayla Eritre rejimi sallansa, o baskıcı hükümet Türkiye solunda İran Cumhuriyeti’ne gösterilen sempatiden daha fazla destek bulur.

Eylemcilerin attığı bildirilen sloganlar üzerinden yapılan değerlendirmeler de saçma sapandı. Seçim günleri sandık sonuçlarından halk şu ya da bu mesajı verdi diye sallayan analistler gibi bütünlüğü olmayan tavırlardan soyutlama yapmak kesinlikle açıklayıcı değil. Sanki her yerde tüm bu sloganlar birlikte atılmış gibi, “Ruhani’ye ölüm” dediklerini ama “Hameney’e de ölüm” dediklerini söyleyip rejimin bütün meşruiyeti bitmiş türünden değerlendirmeler yapan “akılılılar” özellikle komikti. Hükümete ekonomik sıkıntılar nedeniyle tepki gösteren kesimlerin, özellikle de Şii olmayan kesimlerin rejim karşıtlığını dile getiren Hameney’e ölüm sloganının coğrafi ayrımını görmemek için ideolojik körlükten başka açıklama olamaz.

İran’daki son hareket bize bir halkın mücadele geleneği varsa her rejimde taleplerini dile getirebileceğini gösteriyor. Bu taleplerin bir politik dönüşüme yol açması ancak siyasi önderlikle mümkün. Politik önderlik pek çok unsurun yan yana gelmesiyle oluşabilir ama bu iddiada olanlar asgaride toplumsal olanı doğru analiz edebilmeli. Bizde solun bazı kesimlerinin yaptığı ve yapılan İran analizleriyse bu noktadan uzak olduğumuzu ortaya koydu.