1 Mayıs 2018’e Çağrımız ve Konumumuzdur

İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele gününü yılın diğer tüm günlerinden ayrıcalıklı kılan şey, düzen dışı bir çağrıyı içeriyor olmasıdır. Dünyada ve ülkemizde işçi sınıfı ve devrimci hareketlerin sermaye ve devletleri karşısında ödedikleri ağır bedellerle yüklendiği mücadeleler içinde kazanılmış bir barikattır, 1 Mayıs. Devletlerin ve sermayedarların 1 Mayıs tavrından ve bilincinden korkmalarının nedeni; onun sosyalizm davetini her daim güncelleyen ontolojisinin farkında olmalarıdır. 1 Mayıs, içeriği değiştirilemez ve boşaltılamaz bir işçi sınıfı silahıdır. Bu silah daima düşmana doğrultulmuş olarak kalır. Ancak egemenler 1 Mayıs’ın içeriğini boşaltmak, onu ehlileştirmek çabasından asla vazgeçmezler. Onu bayram ilan ederler. Sarı sendikaları ve sağ siyasetleri 1Mayıs’larda ulusal gün ve dini bayram kutlama içeriğinde programlar yapmaya yöneltirler. Bürokratik sendikalar ve reformist, revizyonist sola da onu yasal, ehlileştirilmiş, törpülenmiş bir gün olarak geçiştirme görevi tevdi edilir.

Saray rejiminin faşist politikası, bir işçi sınıfı düşmanlığı politikasıdır. Tüm bu çabalar; örgütlenmesi engellenmiş, atomize edilmiş işçi sınıfının bir daha ayağa kalkmaması üzerine kuruludur. Kırk yılı bulan neoliberal politikalar sonucunda iş sınıfının tüm kazanımlarını tarumar eden sermaye ve devlet, halen durmuyor ve işçi sınıfını tam boyunduruk altına alma çabasından vazgeçmiyor. Bu çaba bir yandan yeni yasalarla çalışma hayatını işçiler için daha da cehenneme çevirmeyi hedeflerken sendikaları işçilerin kontrolünden çıkarırken diğer yandan, işçi sınıfı ideolojisinin taşıyıcısı olan sosyalist siyasetlerle işçi sınıfı arasına yeni mesafeler koymayı hedefledi. Hatta büyük oranda başarılı oldu da diyebiliriz.

Türkiye oligarşisi; “7 Haziran seçimlerinin” sonucundan memnun kalmayınca işçilere, emekçilere ve halklara dönük şiddet politikalarını doruğa çıkarttı. Sonrasında o zamana kadar AKP ile ortak olarak yürüyen FETÖ’nün başarısız “15 Temmuz darbe girişiminin” ardından Saray merkezli bir faşist diktatörlük politikası gütmeye başladı. 20 Temmuz 2016 yılından bu yana ise OHAL rejimi altında yaşıyoruz. Oligarşi ve sözcüsü Erdoğan’ın imzasından çıkan KHK’larla milyonların hayatının kabusa çevrilerek yönetildiğini görüyoruz. Uzun gözaltı süreleri, işkenceler, intiharlar, öğrenciler, avukatlar, doktorlar, devrimcilerle doldurulan cezaevleriyle kuşatıldık. Grev, direniş, basın açıklaması, salon toplantısı yapma yasakları, polis ve güvenlik kuvvetleri saldırısı altında işçi sınıfı ve halklar baskı ve zorla inletiliyorlar. Basın tümüyle Saray rejiminin borazanı haline getirildi. Örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü başta olmak üzere tüm insan hak ve hürriyetleri ya ortadan kaldırılmış ya da kısıtlanmış halde. Bu durumun simgesi; Ankara’nın Yüksel Caddesinde KHK ile işten atılmalara karşı direnenlerinin direniş alanı olan İnsan Hakları Heykeli’nin polis barikatlarıyla çevrelenip gözaltına alınmış olmasıdır. Yargı tümüyle Saray’daki danışmanlarca yönetilen siyasi bir organa dönüştürülmüştür. On binlerce yurttaşın sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutukluluğu ve yargılanmaları ise hala sürmekte. Bu süre içinde sendikaların grev kararları ivedilikle yasakla karşılaşırken sermaye grupları teşviklerle koruma altına alınmış durumda. Ekonomik kriz göstergeleri yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki yükselişle ifadesini ortaya koyarken işçiler, işsizler “Geçinemiyoruz” diye yurdun dört bir yanında ya kendilerini yakıyorlar ya da intihara yelteniyorlar.

16 Nisan referandumunda hileli bir şekilde kazandığı zaferi “Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyişiyle ortaya koyan Erdoğan, bu geçişin akabinde MHP ile ittifakını daha da derinleştirerek öteden beridir cihadist, siyasal İslamcı gruplar üzerinden vekaletle yürüttüğü Suriye Savaşını asalete çevirerek El Bab, Cerablus ve ardından Afrin İşgaliyle ülkeyi, asaleten bir savaş konumuna soktu.

2017 1 Mayıs’ının kesif havasını dağıtmak, baskı ortamında muhalefetin kitlesel bir gövde gösterisine olan ihtiyacı ve Taksim’den kaçışı “haklılaştırılmaya” çalışmak için bu yıl bu durum, Maltepe’ye vardı.

Milyonların toplandığı Adalet Yürüyüşü ve Maltepe Mitingi sonrasında 2017, Taksim 1 Mayısı’ndan kaçışı gerekçelendiren etmenler, fiilen ortadan kalkmıştır. Milyonlar CHP önderliğinde toplanmış, sol herhangi bir marj bırakmadan bu toplaşmaya dahil olmuş, “Hak, Hukuk, Adalet” demiş ancak, o günden bugüne tablo hiç değişmemiştir. KHK’lara karşı Ankara Yüksel’de Nuriye, Semih, Veli ve arkadaşlarının direnişi, KESK’in haftada iki gün Bakırköy ve Kadıköy Boğa’da oturma eylemleriyle süren direnişlerini saymazsak OHAL düzenine karşı yurdun dört bir yanında neredeyse sadece işçiler direndi. Avon, Bomi, PolarXP, Migros, Babacanlar Kargo, İmbat Madencilik, Kod-A, Posco Assan, Tekno Maccaferri, Teknorot, Akkimler, Balçınlar Maden İşçileri, Eskişehir Mihalıççık Linyit Madeni İşçileri, DHL, Zonguldak Hema, Amasra Hema, Murgul Eti Bakır, MSC/Medlog, Yazaki-Dilek Gültekin, Avcılar, Bakırköy Belediyeleri, İSKİ, İgdaş taşeron işçileri, Zonguldak Eren Enerji İşçileri, SCA Yıldız İşçileri, Mersin Cam İşçileri, Lüleburgaz Cam İşçileri, Elektromed İşçileri, Çiğli Altınyağ İşçileri ve adlarını burada sayamadığımız yüzlerce irili ufaklı direniş yaşandı. Metal işçileri 2015 “Metal Fırtına”dan öğrendikleri deneyimle 2018’in başında grev yasaklarını tanımayacakları kararlılığını fiili eylemler ve yürüyüşlerle, mitinglerle sermaye ve iktidara gösterince; uzun yıllardır ilk kez kazanımlarla çıktıkları bir toplu sözleşme gerçekleştirdiler. Böylelikle kendilerinden sonra yapılan tüm iş kollarındaki pazarlıkları kızıştırdılar. Taşeron işçiler, kamuda ve belediyelerde hak direnişlerine OHAL dönemi boyunca aralıksız sürdürdü. Real Market işçileri aylardır hala direnmekteler, Çankaya Belediyesi, Konya Belediyesi işçileri bu koşullarda direndi. Bugün Konak’ta 153 gündür kadro hakkı davası açtıkları için atılan 258 işçiyi temsilen direnen 6 işçinin onur mücadelesi, sendikaya ve solun sessizliğine rağmen devam ediyor.

İşçiler OHAL’den, KHK’den, polisten, jandarmadan korkmadan yurdun dört bir yanında kesintisiz bir şekilde direnirken ve hak ararken onların öncüleri olduğunu iddia eden sendikalar ve siyasi organizasyonlar işçi sınıfının tarihsel mücadelesinin kazanımı ve sembolü olan Taksim Meydanı’nı değil de Maltepe Dolgu Alanını seçiyorlar.

Gezi İsyanı etrafında yıllardır retorik yazılar yazanlar, mesele onun yolundan gitmek olunca sessizleşiyorlar. “ İşçi sınıfı, işçi sınıfı” diye programlar yazanlar, işçi sınıfının direniş ve eylemlerle çizdiği yolu görüp de “1 Mayıs Taksim’dir”, “1 Mayıs itaat etmez”, “İşçi sınıfı boyun eğmez”, “Gençlik Saray’a, faşizme, emperyalizme, siyasal İslam’a boyun eğmez” diyemiyorlar. ‘77 şehitlerinin yolundan, Mehmet Akif Dalcıların yolundan, Ali İsmaillerin yolundan yürüyemeyenler korkutucu analizlerle kendi topluluklarını düzen içine hizalamaktan öte bir iş yapmıyorlar. İzinle, icazetle sınıf siyaseti olmaz, devrimcilik olmaz.

İşçiler yurdun dört bir yanında kendi iş yerlerinde, havzalarında 1 Mayıs’ın anlam ve önemini öne çıkaran etkinlik ve eylemlerle hazırlanıyor ve hazırlanacak, 1 Mayıs’a. Taksim başta olmak üzere bütün kent meydanları, fabrika önleri 1 Mayıs alanımızdır. Taksim’e yürüyeceğiz ve coşkuyla, öfkeyle, neşeyle oluşturacağız özgürlük kortejlerimizi. Adalet diyen, özgürlük diyecek. Özgürlük asla itaat etmez.