24 Haziran baskın seçiminin kampanya döneminin ilk aşaması sona erdi. Adaylıklar ve genel yaklaşımlar ortaya çıktı. Bu ilk aşamada baskın basanın olmadı. CHP kendinden beklenmeyecek bir esneklikle referandum sırasında hayır kampanyasını oluşturan siyasal odaklardan müesses nizama dahil olanları bir araya getirebildi ve özellikle İyi Partiyi seçim dışı bırakma hamlelerini boşa düşürdü. Saray henüz seçim stratejisini işletebilmeye başlamış değil, fakat avantajları ve kaynakları düşünülürse çok yakında bunu becerecektir. HDP Selahattin Demirtaş’ı aday göstererek genel seçim sonuçları açısından da kendini güçlendirebilecek bir tercihi öne çıkardı.

Seçimi baskına çevirerek avantaj kazanmaya çalışan iktidar, ortaya çıkan ittifaklaşma sonucunda en ilkel ezberi doğrultusunda bir kampanya yapma şansını kaybetti. CHP, İyi Parti, Saadet bloğuna karşı iki mahalle metaforu işlemeyecektir. Sonuçta Cumhur İttifakının karşısına Millet İttifakı adıyla başka bir düzen gücü çıkabilmiş oldu. Bu düzen odağının Saray karşıtı muhalefetin önemli bir kesimini içereceği ortadadır fakat tek adam rejimini tasfiyede ne kadar etkin olacağı kuşkuludur. Türkiye solunun bir kısmı Millet İttifakının etki alanında kalacak, fakat bunu bir sorun olarak da görmüyor. CHP ile kurduğu ilişki kendi lehineymiş gibi yapıyor, oysa küresel olarak sosyalizm fikrinin gerilediği bu dönemde “halkçı” çizgi radikal popülist olmaktan ziyade solidarist (yani sınıf farklılıklarına kör) olacaktır. Tam da bu yüzden muhalefet kampanyası esas olarak genel geçer bir tek adam rejimi karşıtlığı üzerinden yürüyor.

Sosyalist solun etkisizliği kendisini üç biçimde ortaya koyuyor. Birincisi yukarıda ifade edilen tutum, bunların emekçileri muktedir kılacak herhangi bir siyaset tahayyülünü dahi aklına getirecek kapasiteleri kalmamıştır. İkincisi seçimleri (çok da) önemsemeyelim kendi işimize bakalım tutumudur. Sürdürdükleri ve günümüzde büyük oranda sırf sosyal medya üzerinden reklamını yaptıkları kendi lokal faaliyetlerini mutlaklaştıran, sosyalizm ve devrim fikrinin bugün Türkiye’nin giderek proleterleşen geniş emekçi yığınları üzerindeki etkisizliğini dert etmeyen (ya da bu proleterleşmenin kendi başına proleter devrimciliğine alan açacağını sanan), kendi faaliyetlerinin nicel büyümesinin sihirli bir değnekle nitel sıçramalara dönüşeceğine iman eden bu tutum (herhalde bir örnek dışında) kendi adayını çıkarabilecek güçte zaten değildir. Bu tutumdakilerin artık anlamlı biçimde boykot diyecek kadar barutu da kalmamıştır. Seçimler bitse de işimize baksak diyorlar.

Üçüncü tutum tabi ki değişik oranlarda HDP ile dayanışmak biçiminde ortaya çıkıyor. Siyasi aklını bütünüyle Kürt Özgürlük Hareketine emanet edenlerden daha eleştirel pozisyon alır gözükenlere kadar geniş bir spektrumda bu tutum mevcuttur. 8 Haziran ve sonrası yaşanmamış gibi yapan ya da o dönemin sorumluluğunu (belki de gerçekçi bir anlayışla kendilerinin artık siyasi fail olmadıklarının farkında olduklarından) sadece HDP’ye yükleyen bu tutum sosyalist solun siyaseten etkisizleşmesine paralel olarak politik sorumluluk başkasının üzerindeyken propaganda yapmayı normalleştiriyor. İstisna olması gereken bir durum kalıcılaşıyor ve kendini yeniden üretmeye başlıyor. Tabi HDP yöneticilerinin de tercihiyle Kadıköy dedikodusu seviyesinde yürütülen vekil olma müzakereleri de sosyalist solun bu siyasi sorumsuzluk ve güçsüzlük görüntüsü ve durumuna katkı yapmaktadır.

Sosyalizm ve devrim mücadelesi açısından sorun hala sosyalist inşa sorunudur. Yukarıda bahsedilen tutumlardan birine mecbur kalmamızın kökenindeki mesele de budur. Sosyalist inşa Türkiye’de ve dünyada siyaset devam etmiyormuş gibi davranarak gerçekleştirilemez. Bugün öncelikli olarak ülkemizde tek adam rejiminin yenilmesi gerekmektedir; yerine gelecek olanı beğendiğimiz için değil tek adam rejimini inşa eden siyasal failden kurtulmanın getireceği siyasi ortam için. Bu fırsat ortamından faydalanabilirsek içinde olduğumuz zayıf pozisyondan çıkışa yönelik bir tutum geliştirebiliriz. Zaten bunu beceremezsek ya restorasyonun parçası olacağız ya da Türkiye siyasetinin izleyicisi. AKP’nin yenilmesi için HDP’nin barajı geçmesi gerektiği ortadadır, bu yüzden HDP’nin programına hiçbir biçimde kefil olmamamıza rağmen HDP’ye oy verilmesi çağrısında bulunuyoruz.

Cezaevleri siyasi tutsaklarla dolu olan bu ülkede bunların önemli bir kısmının mensubu olduğu siyasi hareketin bir siyasi tutsağı, Türkiye’de seçmenlerin güvendiği bilinen mücadele içinden çıkmış bir siyasi figürü, Selahattin Demirtaş’ı cumhurbaşkanlığına aday göstermesini selamlıyoruz. Reis’in tek adam rejimini inşa etmek için en çok baskıya yöneldiği siyasi hareketle dayanışma içinde olmak zorundayız. Demirtaş bizim de desteklediğimiz bir siyasi iddiayı “seni başkan yaptırmayacağız” şiarıyla simgelenen tek adam rejimi karşıtlığının en önde gelen temsilcisi olduğu için ve tabi ki Kürt Özgürlük Hareketinin mensubu olmasından ötürü tutsak alınmıştır. Bu noktada adaylığı cüretkâr bir adımdı ve desteklenmesi gerekir.

Bu seçimlerde HDP ve Demirtaş’a oy vereceğiz. HDP’nin barajı geçmesi, Demirtaş’ın hala bir siyasi faktör olduğunun anlaşılması için uğraşacağız. AKP’nin yenilmesi gerektiğini vurgulayacağız. Bununla birlikte siyasi sorumluluğunu 24 Haziran sonrası başka siyasi hareketlere havale edemeyeceğimiz görevlerimiz ortada durmaktadır. Bunun bilinciyle hareket edeceğiz. Sosyalizm ve devrim fikrinin otolikidasyon sürecini durduracağız.

KOMİTE