HDP ve Sol

Gerçeği adlı adınca ifade edemediğimizde yalnızca dışımızdaki şeyler hakkında değil, kendimiz ve konumumuzla ilgili olarak da kafamız karışır. Eğer karışıklığın farkındaysak, düşünme ve işleri düzene sokma fırsatı olarak durumdan yararlanabiliriz. Ancak karışıklık kalıcılaşmış ve kendini “doğru düşünce” gibi görmeye başlamışsa, durum umutsuz demektir. Sol, HDP hakkında bazıları düzelebilir, bazıları ise umutsuz görünen yaygın bir kafa karışıklığı yaşıyor. Bu, devrimcilerden reformistlere, HDP karşıtlarından onun yanında olanlara kadar geniş bir alanda görülüyor. Nedeni HDP’nin ezberleri bozması mı, yoksa zaten bozulmaya yüz tutmuş ezberler edinilmiş olması mı? Anlamaya çalışalım.

HDP en basit tanımıyla siyasi bir öznedir. Bir özne kendi hakkındaki düşünceleri ya da başkalarının onun hakkında söylediklerine göre değil, bunlardan bağımsız olarak ve yaptıklarına bakılarak değerlendirilmelidir. Nedenine gelince; amaç, kadro ve programıyla “ilerici/devrimci” kabul edilenler, yaptıklarıyla tam tersi bir rol oynayabilirler ya da tarihsel ve toplumsal bakımdan “gerici” olanlar, somut bir durumdaki tavırlarıyla “ilerici/devrimci” roller üstlenebilirler. Sonuç olarak Marx’ın sözündeki gibi “Toplumsal var oluşumuzu belirleyen düşüncelerimiz değil, düşüncelerimizi belirleyen toplumsal var oluşumuzdur.”

HDP, gücünü Kürt Özgürlük Hareketi’nden (KÖH) alan siyasi öznelerden biridir. İşlevini parlamenter mücadele alanında yerine getirmektedir. Lenin’in söylediği gibi “Bir örgütün niteliğini belirleyen şey eyleminin içeriğidir.” Dolayısıyla HDP’yi değerlendirirken programına, kadrolarına vs. bakmak yetmez; bu işlere girmesinin nedenine bakmamız gerekir. Bu neden ise bölgenin ezen uluslarına karşı Kürt ulusunun verdiği eşitlik ve özgürlük mücadelesidir. HDP bu mücadelenin sesinin Türkiye’de duyulması ve etkin hale gelmesi için çalışan bir partidir. Bu tanım bizi, KÖH’ün ne olduğunu düşünme noktasına getirir.

KÖH, benzer çerçevede çalışan feodal, reformist, liberal, milliyetçi, İslamî nitelikteki hareketlerden farklı olarak devrimcidir. Devrimcilik, belli bir ezen egemenliğine karşı olağan eşitlik ve özgürlük girişimlerinin sonuçsuz kalması üzerine mücadelenin bir varlık-yokluk mücadelesine dönüşmesidir. Kürt halkının 100 yılı aşkın zamandır yok sayılması, bir ezilen ulus devrimciliğinin yolunu açmıştır. Bunda, Türkiye solunun 71 devrimciliğinin de etkisi vardır.

Devrimin her ne kadar bir programı, hukuku vb. olsa bile asıl belirleyici olan devrimciliğin ortaya çıktığı andan itibaren kendi gerçeğini oluşturmaya başlamasıdır. Bunun motoru, devrim ve karşı devrim güçlerinin çatışmasıdır. Ezenler kendileri açısından tehlikenin farkında oldukları için devrimciliği diğer siyasi akımlardan ayırır ve acımasızca üstüne giderler. Bu nedenle devrimcilik bir irade ortaya koyarak başlasa bile sürekliliği ancak ezilenlerin kitlesel desteğiyle sağlanabilir. Bu destek, devrimcilerin tutundukları alanların hızla dışına çıkması ve farklı ezilen kitlelerine ulaşarak yeni eylem ve örgüt biçimleri geliştirmesiyle olanak kazanır. KÖH bu nedenle inanç, kültür, sınıf, cinsiyet, ırk, bölge farklılığı gibi gerekçelerle ezilen, dışlanan, sömürülen toplum kesimlerine ulaşmaya çalışır. Çünkü ezilenler her zaman içinde bulundukları durumdan kurtulmak ister. Ancak devrimci bir yönelim göremedikleri sürece bunu egemenlerin peşinden giderek gerçekleştirmeye çalışırlar. Böyle bir durumda, devrimciler kendilerini yeniden üretebilmek ve gerçek kurtuluş yolunu göstermek için toplumun bütün ezilenlerine gitmek, onların kabuklarını kırmasını sağlayarak iktidarla hesaplaşmalarına yardım etmek zorundadır. Bunu, farklı ezilen kitlelerini aynı mücadele potasında eriterek ve egemenlere karşı güçlenmeleri için yaparlar. Bu sırada benzer şekilde ezilenlere gitme işini liberaller ve reformistler de yapar. Amaçları, genellikle farklı kimliklerin tanınması ve eşit kabul edilmesi yönündedir. Zaten HDP içindeki pek çok liberal/reformist sol çevre de partiyi bu tür bir “halklar mozaiği” gibi görme eğilimindedir.

***

HDP hakkındaki kafa karışıklıklarının ilk sırasında partiyi “sol” olarak görmek geliyor. Bu, partiye destek ya da karşıt olanların her iki yanında da dile getirdiği bir görüş. Destekleyenler, partinin daha çok “sol” olması için “Kürt” vurgusunun azaltılması ve “emek, barış, sosyalizm” misali geleneksel sol söylemin öne çıkarılmasını istiyor. “Türkiyelileşme” gibi ifadeleri şiddetle övüyor. Karşıt olanlar ise aynı gerekçelerle parti yeterince “sol” olmadığı için destek vermiyor. Özneci bir anlayışla “devrim, demokrasi, sosyalizm” gibi işlerin ancak “solcular” tarafından yapılabileceğini öne sürüyorlar.

HDP-sol ilişkisi açısından bir eleştiri de “içeriden” geliyor. Partiye destek vermiş kimi Kürt milliyetçileri, 24 Haziran aday listesi açıklandıktan sonra HDP’yi “sola teslim olduğu” gerekçesiyle ve Kürt partileriyle ittifak yapmadığı için eleştiriyor. Ayrıca parti içi demokrasi olmadığını ve adayların merkezden değil, ön seçimle belirlenmesi gerektiğini öne sürüyorlar. Aynı gerçek, farklı noktalardan ancak bu kadar zıt ifadelerle tanımlanabilir.

HDP’yi en iyi tanıyanlar Türk egemenleridir. Her fırsatta partiyi “bölücü örgütün uzantısı” diye suçluyorlar. HDP’nin belirleyici özelliği Kürt kimliğidir. Bu, eyleminin içeriği ve Kürt seçmeninin ezici çoğunluğunun oyunu almasıyla sabittir. Eğer bugün, Kürt niteliği çekilirse partiden geriye bir şey kalmaz. Buna rağmen HDP’nin yönetiminde ve parlamentoda sola yer vermesi ise partinin solculuğuyla değil, arkasındaki ezilen ulus devrimciliğinin tutarlı olmasıyla ilgilidir. Ezilen ulusun devrimcileri, ezen ulusun solcularıyla birlikte olmaya çalışıyor. Bu adımın karşılığı ise ezen ulus solcularının ezilen ulus kimliğini, ayrılma hakkı da içinde olmak üzere, tanıması ve desteklemesidir. Halkların birliği ancak böyle bir gönüllülük temelinde kurulabilir. Bunun dışındaki her tür yönelim sorun yaratır. Ama hal böyleyken sol, kendine sunulan kürsüden Kürt devrimcilerine akıl vermeyi seçiyor ve kendi yapması gerektiği halde güçsüzlüğünden dolayı yapamadığı işleri HDP’ye yaptırmaya çalışıyor. Bir kısım Kürt ise “Biz solcuların hamalı mıyız?” diye soruyor.

Başka bir kafa karışıklığı KÖH’ün devrimciliğiyle ilgilidir. Solun önemli bir bölümü, kimlik hareketi olduğu gerekçesiyle KÖH’ü devrimci olarak kabul etmez. Evet, teorik olarak kimlik eşitsizliğinden kaynaklı sorunlar burjuva demokrasisi sınırları içinde çözülebilir. Ancak kurulu düzen bu tür eşitsizliklere dayanıyorsa sorun bir devrimin konusu haline gelir. Ülke solunda “sosyalizm, devrim, Marksizm” gibi kavramlar arası kategorik farklar pek dikkate alınmadığı ve siyaset gerçekler yerine ezberlere dayalı olarak yapıldığı için KÖH’e burun kıvırmak yaygın bir tavırdır. Solda, devrimi belli bir “sosyalist tasarıma” uygun olarak toplumun değiştirilmesi gibi görmek yaygın bir kanaattir. Söz konusu “sosyalist tasarım” da önceki devrimlerin özetinden ibarettir.

Devrim, kendi yolunu kendisi açar. Bir kez başladığında en yakınındakinden itibaren bütün engelleri yıkarak ilerler. Devrim, doğru ve yanlışlarını kendisi belirleyen, kendine özgü bir toplumsal pratiktir. Bu sırada teorik öncüllerden değil, ezen ve ezilenlerin örgütlü güçlerinin çatışmasının yarattığı gerçeklerden hareket eder. Sol uzun süredir bu niteliklerden uzak olduğu için bu nitelikleri başka bir yerde gördüğünde de tanıyamıyor.

HDP (ve KÖH) elbette eleştirilmez değildir. Ancak toplumsal pratiği etkileyecek eylemler eşliğinde değilse bu eleştirilerin karşılığı ya da ulaşacağı bir yer olmayacaktır. Böyle bir karşılığın beklenmediği akılda tutularak her zaman teorik değeri olan eleştiriler yapılabilir. Bunların da eleştirenin kendini eğitmesi dışında ne önemi olduğu şüphelidir.

HDP ve sol, asimetrik bir ilişki içindedir. HDP ezilen ulus devrimcisi bir hareketin parçasıdır. Bütün ezilenler gibi kendi çatısı altında sola da yer veriyor. Öte yandan hareketin devrimciliği taşıdığı düzey, bugün için solun hayal sınırlarını bile aşıyor. Bu düzeye ulaşabilmek için her bakımdan uzun ve kapsamlı bir hazırlık döneminden geçmek gerekiyor. Sorun şu: Büyüme dönemindeki her canlı varlık gibi solun da bu hazırlık aşamasında nispeten rahat bir ortama gereksinimi var. Ama içinde bulunduğumuz gerçekler buna el vermiyor. Hiç kimsenin solun büyümesini bekleyemeyeceği gibi sol da henüz emekleme aşamasındayken kendini olduğundan büyük göstermeye çalışamaz. Bu çelişkinin içinden çıkamadığı için solun bir kısmı kendini KÖH saflarına atıyor. Bu gruptakiler ne kadar tersini söylerse söylesin, “devrimci” olma karşılığında varlıklarını sona erdirme yoluna giriyorlar. Bu durumu görerek uzak durmaya çalışan bir kısım sol ise soyut devrim ve sosyalizm propagandalarına yaslanarak KÖH karşıtı bir konuma geçiyor. Devrimciliğe uzak durmanın bedeli ise reformist ve Türk milliyetçisi konumlara kadar savrulmak oluyor.

Hayat, devrimciler için sonsuz fırsatlar demektir. HDP’nin “Kürt” niteliği gereği kolayca yaptıkları kadar yapamayacağı işler de var. Bu ülkede devrim ve sosyalizm derdi olan, HDP ile rekabete girerek ya da onu görmezden gelerek siyaset yapamaz. Öte yandan bu ülkede ezilen ulus devrimciliği dışında ve komünist nitelikte başka bir devrimciliğin daha olduğu gerçeğini reddetmemiz de beklenemez. Komünistlerin fikirlerini gizlemediği ve ezilen mücadelelerini desteklerken onlara akıl hocalığı yapmaya kalkışmadığı, Komünist Manifesto’dan beri bilinir. Bütün bunlar, HDP ile ilişkilerde üçüncü bir yolun zorunlu ve mümkün olduğunu gösterir.

HDP bir düzen partisi değildir ve düzene karşı duruşu, taşıdığı nitelikler gereği belli sınırlar içindedir. Sol özneler, partinin kendileri için açtığı şemsiyeden dürüstçe ve kendi uygun gördükleri biçimde yararlanabilirler. Bu sırada her siyasi özne gibi HDP’nin de diğer özneler üzerinde hegemonya kurmaya çalışması meşrudur. Sol bunu reddetmek, küçümsemek, eleştirmek ya da aynen tekrarlamak durumunda olamaz. Zaten kendi mücadele önceliklerinin birçoğu KÖH’ün izlediği siyasi hattın dışındadır. Bu sırada KÖH, HDP aracılığıyla kendi önceliklerine önem verilmesini isteyebilir. Eş değer bir siyasi konumda olmadığı sürece bir sol öznenin kendi önceliklerini karşı seçenek olarak KÖH’e dayatması anlamsızdır. “24 Haziran’da, HDP’ye oy verin” bile diyemeyenlerin düştüğü durumun da gösterdiği üzere KÖH’ü “doğru yola çekmek” için yapılan bu davranışlar, girişim sahibinin yolunu kaybetmesinden başka sonuç doğurmuyor.

Mahir’in sözüyle: “Devrim için savaşmayana sosyalist denmez!”