Dünyayı istiyoruz kırıntı değil, bir araya geliyoruz yarın değil!

24 Haziran seçimlerinde Erdoğan, toplumsal muhalefetin tahmin edemediği bir biçimde ilk turda zafer elde etti. Tahminleri tutmayan ve halihazırda günü geçiştiren siyaset tarzıyla toplumsal muhalefet, bir şeyler söylemeye çalışsa da siyasal bir depresyona girmiş durumda ve günü geçiştirmeye devam ediyor. “Erdoğan’ı yenelim, sonrasına bakarız”ın ötesinde bağımsız politik bir hat oluşturmayan sol, toplumsal bağlar kurmaya yönelik zeminlerden de yoksun. Uzun süredir demokratik hak ve talepler üzerinden politik mücadeleyi bir çeşit kültür siyasetine çeviren ve kendini bunun üzerinden var eden sol, iktidarın kamusal alanı tasfiye etmesi ve en ufak bir hak talebinin dahi terörize edilmesi, “bilindik” siyaset tarzının varlık koşullarını ortadan kaldırmıştır ve bu tarzın siyasi aktörlerinin kendi köşelerine çekildikleri sokağın terk edildiği bir durumla karşı karşıyayız. Bu duruma en iyi örnek, 16 Nisan Referandumu sonrası “Hayır Biz Kazandık” eylemleri gerçekleşebilmişken bugün bu minvalde refleksif eylemlerin dahi yapılmaması, yapılamamasıdır.

Ekonomik krizin giderek ağırlaştığı, gençliğin de bundan azade olmadığı bu günlerde seçimlerde Erdoğan’ın galibiyeti ile depresyona girmiş toplumsal muhalefetten çözüm önerisi beklemek zor görünüyor. Fakat konunun öznesi olan, baskıyı, geleceksizliği, üretim yapamama halini, halihazırda çalışan ya da çalışmak zorunda kalacak olan gençlik de bütün bunlar karşısında pozisyon almaya aday olabilir.

Türkiye, bulunduğu çoğrafya ve toplumsal yapısından dolayı her zaman siyasal gündemi yoğun olan bir ülke olmakla birlikte, dünyanın içinde bulunduğu krizlerden de aynı konumdaki ülkelerde olduğu gibi etkileniyor. Bu bağlamda içeride yaşadığı siyasal ve ekonomik dar boğazı geçiştirmeye yönelik olarak dış siyasette saldırgan hamleler yapıyor ve muhalefeti kendi belirlediği siyasal çizginin arkasında konumlandırabiliyor. Ancak küresel ölçekte yaşanan ekonomik durgunluk ve siyasal boşluklardan bir yandan faydalanmaya çalışırken diğer yandan da bu durumun yarattığı krizle boğuşuyor. İktidar ve Erdoğan’ın bu krize bir çözümü yok, günü kurtarmak ve tepkileri hapsetmek için hamleleri var. İktidar bloğu, temsil ettiği sermaye düzeninin çıkarlarını korumak ve krizin faturasını emekçi halkın sırtına kendi rızasıyla yüklemek için milli değerlere vurgu yaparak “aynı gemide” olduğumuz gibi her türlü hamasi dili kullanıyor, fakat ekonomik kriz konusunda oyalama taktikleri dışında bir çözüm üretemiyor.

Elbette böyle bir ortamda krizin faturasının emekçi sınıfların, küçük esnafın, çiftçinin, öğrencilerin kazanım ve hakları gasp edilerek ödeneceği aşikardır. Bunu MEB’in bütçesindeki kesintiden, getirilen zamlardan, kitap dağıtımının yapılmayacağı konusunda alınan duyumlardan gördüğümüz gibi sermayedarlara yapılan vergi afları ve teşviklerden de görüyoruz.

Siyasal kriz üzerine gelen ekonomik kriz ile birlikte toplumun dinamik unsurlarından olan gençlik üzerindeki baskı daha da artıyor. Tarih boyunca toplumsal normlardan görece bağımsız olan gençliğe yeni bir dünya tahayyülü ve bu doğrultuda mücadele etme anlamında önemli misyonlar yüklendi. Fakat Dünya ve Türkiye’nin neoliberal politikalar ile geldiği son noktada gençlik nüfus fazlası sayıldı, kar aracına dönüştü. Gelecek olarak görülen gençlik, geleceksiz hale getirildi. Bu durum toplumsal muhalefetin güçsüzlüğü, gençliği kapsayamaması ile birleşince mücadele hattını sahiplenmeyi bırakan bir genç insan yığını ortaya çıkardı.

Toplumun ekonomik kriz ile karşı karşıya kaldığı ve gençliğinde bundan azade olmadığı bu günlerde gençlik, emekçiler, kadınlar, ezilen halklar kısacası bütün ezilenler bir karar vermeli. “Ne istiyoruz ve nasıl istiyoruz?” Bu elbette tek başına cevaplanabilecek, cevaplansa da tamamıyla tek başına yapılabilecek bir şey değildir. Bunun içindir ki bütün ezilen kesimleri içinde barındıran gençlik kendi araçlarını üreterek bu krizden sıyrılabilir ve mücadeleye yeni ve dinamik bir yön verebilir.

Gençlik Komiteleri sorunun cevabına “Dünyayı istiyoruz kırıntı değil, bir araya geliyoruz yarın değil” diyerek yola çıkıyor ve bütün gençliğe de var olan koşullardan birlikte ve dayanışarak kendini var edebileceğini söylüyor. Bunu söylerken ise kapitalizmin yapısal sorunu olan ekonomik krizin sorumlusu sermaye sınıfına ve bunun tetikleyicisi, işbirlikçisi AKP’ye “Kar elde eden, büyümeden pay alan sizsiniz yıkıntılarınızı kendiniz taşıyın, bizler kırıntılar ile yetinmeyeceğiz” diyoruz. O güzel atlara birlikte binmeyenler olarak, o güzel insan olmayanların arkasından bakmayacağız. Atların arkasında kalan tozun toprağın içinde boğularak değil, onların bilmediği, bilse de anlamadığı kendi araçlarımızı yoğunlaştıracak, büyüteceğiz. Rekabetin yerine dayanışmayı koyacağız. Tek bir kişiye ya da tek bir tarafa yarar sağlayan üretimler değil, herkesin yarar sağladığı üretimler yapacağız. Birilerinin yönetimi ile değil, amfi amfi, fakülte fakülte, kampüs kampüs kendi yönetimlerimizi, alanlarımızı, ağlarımızı kuracağız. Yarınlara ertelenen sözlere değil, bugünün sözlerini, olanaklarını yaratmak için Komiteciler olarak bir adım daha ileri atıyoruz. Krizin faturasına da kamu işletmelerinin talanına da üniversitelerin parçalanmasına da kamusal alanın devlet baskısıyla yok edilmesine de karşı çıkıyoruz.