Krizin çözümü saray rejiminde de değil, liberallerde de!

Türkiye iyi yönetiliyor mu sorusuna evet cevabı verecek halimiz yok, malum. Ama mevcut krizi sadece kötü yönetime bağlamak da görünür olanın arkasındaki gerçekleri saklamaktan başka bir işe yaramıyor. Bu açıdan, saray rejiminin hileleri ve ülkeyi çıkmaza sürükleyen politikaları kadar, liberal iktisatçıların AKP’nin “eski” günlerine özlem duyan ve uluslararası sermaye çevreleriyle daha barışık bir çizgiyi salık veren yaklaşımlarını da karşımıza almak gerek. Sonuçta bugün krizin bu kadar ağır yaşanacak olmasındaki yapısal koşullara zemin hazırlayan politikaları en büyük şevkle uygulayan AKP iktidarıydı.

Krizin şiddetini ve süresini şimdilik kestiremiyoruz ama Türkiye tarihinin en ağır ve uzun krizi bile olma ihtimali var. Bunun da çeşitli yapısal sebepleri var. Atilla Yeşilada, Mahfi Eğilmez gibi görece “muteber” kimi liberal iktisatçıların ileri sürdüğü gibi, uluslararası sermaye piyasalarıyla ve emperyalist güçlerle barışık olarak, mali disipline ağırlık verip sıkı para politikası uygulayarak bu krizin kolayca aşılması pek mümkün görünmüyor.

Krizin arkasında yatan önemli etkenlerden biri Türkiye ekonomisin dışa bağımlı yapısı. Bütün bu sorunların temeli de Türkiye ekonomisinin üretim yapısında ve bunun krizinde yatıyor. Türkiye ekonomisi yüksek cari açık veren, üretimi büyük ölçüde ithal girdilere dayanan bir yapıya sahip. Dış kaynaklara bağımlı olan ekonominin bu bağımlılığı 1980’lerdeki dışa açılma süreciyle beraber daha da arttı. 1989’da sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle de dış ticaret açığı (ve cari açık) bir “sorun” olmaktan çıktı; çünkü artık hem dış ticaret açığını kapatmak için hem de yatırımları finanse etmek için uluslararası sermaye piyasalarından para bulunabiliyordu. Gerek doğrudan yatırım, gerek portföy yatırımları gerekse dış borç yoluyla emperyalistlerin yoğun bir şekilde sermaye ihracı yaptığı bir ülke haline dönüştük yani.

Bu gelen para sayesinde döviz ucuzlayıp ithal girdilerin maliyeti düşerken, verilen krediler ve iç talep artıyordu. İnşaat sektörü de bu kredi genişlemesi ve iç talep artışından fazlasıyla nasibini aldı. Ama bir yandan da hem şirketlerin hem de hanehalkının borçları büyük artış gösterdi. 1980’lerden itibaren gündeme gelen özelleştirme projelerinin büyük ölçüde 2000’lerde tamamlanmasıyla bu borçlar içinde özel sektörün ağırlığı %65-70 civarına ulaştı. Bunların önemli bir kısmı da döviz cinsinden borçlardı. Diğer yandan, Kamu Özel Ortaklığı yoluyla girişilen devasa altyapı yatırımlarının, alınan kredilerin ve verilen garantilerin de tamamen dövize endeksli olması bu yatırımları ve finansmanlarını kırılganlaştırdı.

Emperyalist ülkelerin merkez bankalarının genişlemeci politikaları terk etmesiyle sermaye hareketleri tersine dönmeye başlayınca, ihtiyaç duyulan kaynaklar bulunamadı, döviz fiyatları fırladı, borç yükü daha da ağırlaştı. Bu durum, zaten sürdürülebilir olmayan bu üretim yapısındaki tıkanmayla, bölüşüm ilişkilerindeki ve sermaye içi çelişkilerin artmasıyla ve siyasi çekişmelerin keskinleşmesiyle çakışınca kriz kaçınılmaz hale geldi.

Görüldüğü gibi, kötü yönetildiğimiz veya AKP’nin demokrasiden uzaklaştığı şeklindeki liberal tezler krizin kökenlerine dair bir şey ifade etmiyor. Kötü yönetim ve saray rejimi, krizin şiddetinin artmasına veya süresinin uzamasına yol açabilir ancak; veya saray rejiminin hamleleri 2001’deki anayasa kitapçığı işlevini görebilir bir noktada, ama daha ötesini ileri sürmek için bir sebep yok ortada.

AKP iktidarı ise kriz karşısında çaresizdir. Faiz artışının olduğu klasik senaryo da uygulansa, görece düşük faize dayalı “yerli ve milli” senaryo da uygulansa krizin etkilerinden kaçınmak pek mümkün değil. Birinci durumda, artan finansman maliyetleri yatırımları ve üretimi sekteye uğratacak; ikinci durumda ise dış kaynak bulmak zorlaşacak, döviz fiyatları daha da yükselecek ve borçlarını ödeyemeyen şirketler iflas etmeye başlayacak. Bu krize giden taşları döşeyen en önemli aktörlerden biri olan AKP iktidarı krizi çözemez, ancak daha da ağırlaştırır. Krizin çözümü ise, gerçek bir anti-emperyalist politika izleyip emperyalistlerin iç uzantılarından da kurtularak emeğin iktidarını kurmaktan geçiyor.