Mücadele için bir yol var: Reddet, Diren, Örgütlen!

24 Haziran seçim sonuçları ve seçim sonrasında CHP ve HDP’nin içine düştüğü durum sosyalist solun üzerinde ağır ve olumsuz etki yarattı. Uzun süredir içine düşülen siyasi inisiyatifsizlik yeni bir zirve yapmış durumdadır. Bununla beraber sosyalist siyasi öznelerin yalanlar dünyası üzerinden tren sallama durumları da iyice belirginleşti. Kimileri uzaktan izlediği mücadeleleri yönettiğini iddia ederken diğerleri de direnmek ve örgütlenmek arasında sahte ayrımlar üretiyor. Bu durum toplumsal mücadele olanaklarını da sakatlıyor. Türkiye sosyalist solu hiçbir şey değilse bile büyük şehirlerde, sokaklarda muhalefetin motorudur; onun zayıflığı parlamentonun anlamsızlaştığı, basının sustuğu ülkede sokağı da etkisizleştiriyor. Bu ruhsuzluk ve inisiyatifsizlik halinin kırılması gerek.

Ülke, özellikle gelişen ülke ekonomilerine paralel bir biçimde ağır bir ekonomik krize doğru yavaş çekimde sürükleniyor. Saray, pansuman tedbirlerle zaman kazanmaya çalışırken meclisteki muhalefetin de herhangi bir çözüm önerisi yok. Sermaye sınıfı ise her zamanki gibi sınıf savaşına hazır. Emekçi halkımızı yıllardır soyanlar, borçlandıranlar kriz ortamının bulanık havasında “milli değerlerin” bolca altını çizerek kenetlenme çağrıları yapıyor. Çünkü emekçi sınıfları mülksüzleştirerek, yoksullaştırarak, güvencesizleştirerek, vahşi sömürü süreçleri inşa ederek biriktirdikleri servetten krizin faturasını ödemek yerine zaten boyunduruk altına aldıkları emekçilerin kalan son birikimlerini de gasp etmeyi hedefliyorlar. İşçi hareketi ise girişte saydığımız nedenlerden de dolayı bütünlüklü ve sınıf bilinçli bir stratejiden yoksun halde.

Umut-Sen olarak “Reddet, Diren, Örgütlen” şiarıyla krizin etkilerini hissetmeye başlayan ve başlayacak olan emekçi kesimlere kürsü kurmaya hazırlanıyoruz. İçine düşülen hareketsizlik, sınıf ihanetine dönüşmeden bu durumdan çıkmak için hamle yapıyoruz. Emekçiler direniyor, bunu her yerde görüyoruz ve bu direnişlerle elimizden geldiğince dayanışıyoruz. Bu direnişler bir yönüyle reddiyedir ama kendilerine dayatılan tek taraflı fedakârlıkları politik bir bilinçle reddedebilmek siyasi bir tutumdur. Bu tutumun ortaya çıkması her şeyden önce ideolojik bir mücadele gerektiriyor. Önümüzdeki süreçte bir dizi siyasi talebi kitleler arasında bilinir kılarak yaygınlaştırmamız gerekiyor.

İlk adımda basit bir siyasi talebimiz var: Hükümet patronları kollama! Kendi borçlarını seksen bir milyonun borcu ilan edenlere “Yağma yok” diyoruz. Yüksek enflasyon ve düşen alım gücü zaten emekçilere bedel ödetiyor, bir de işverenlerin yükünü sırtlanmaları krizin yükünün hakkaniyetli paylaşımı olmuyor. Kârlar toplumsallaşmadığı sürece zararların toplumsallaştırılmasına suskun kalmak mümkün değil. AKP hükümeti oy tabanının nerede olduğunu bildiği için emekçilere karşı eskinin merkez sağından daha popülist bir tavırla yaklaşmayı bilmişti. Şimdi küresel iktisadi konjonktür denizi bitirirken farklı sermaye fraksiyonlarının hepsini tatmin edemeyen Saray’ın emekçilere ne verebileceğini göreceğiz. İdeolojik mücadele zemininden başlayarak bu krizin yükünün dağıtımı sorununda işçi hareketinin kerteriz alabileceği bir taraf olabilmeliyiz.

Gelelim çağrı şiarımızın son unsuru örgütlenmeye… Örgütlenmek, tabii ki her tür siyasi mücadelenin ana eksenidir. Biz, örgütlenmekten var olan bir siyasi liderliğin hiyerarşisine tabi olmayı anlamıyoruz. Hiyerarşi sevmediğimizden değil, var olan siyasi merkezlerin hepsinin solda sıfır olmasından dolayı. En iyi bildikleri şey yetmişlerden kalma kahramanlık hikâyeleri anlatmak, olaylar olup bittikten sonra ne kadar haklı olduklarını göstermek, sendika ve oda bürokrasileri ile kurdukları statükoları kollamak, kısacası tren sallamak. Örgütlenmesi gereken, emekçileri ve ezilenleri harekete yöneltme ihtimali olan somut bir fikir ve eylem programıdır. Ancak bunu kolektif olarak oluşturarak bunun etrafında örgütlenebiliriz. Öbür türlüsü bir arkadaş grubuna katılmaktan ya da hep haklı çıkan ağabeylerin ve ablaların (genellikle ağabeyler) kıymetli fikirlerini tekrarladığımız bir topluluğun parçası olmaktan başka bir şey değildir. O şekilde de ulaşabildiğimiz tek yer sosyalist hareketin otolikidasyonu oldu.

Bugün işçi hareketi örgütsüzdür. Elbette sendikalar, işçi dernekleri, emek yanlısı olduğunu ifade eden politik topluluklar ve siyasi partiler var. Neoliberal dönemin özelliği bilindiği gibi işçi hareketinin politik ve toplumsal gücü ile kurumsal yapısının aşınmasıdır. Türkiye’de bu aşınma çürüme seviyesinde yaşanmıştır, dolayısıyla bu yapılar yok hükmündedir. Tam da bu yüzden işçi hareketinin krize karşı örgütlenmesi, aynı zamanda kapsamlı bir yenilenme hamlesi ile birlikte yaşanacaktır. Örgütlenme, bir toplumsal seferberlik hamlesinin üzerine oturduğunda anlamlı olur. Bizim örgütlenmeden anladığımız, pratik bir hedef öngören siyasi bir fikir etrafında işçi hareketinin seferber olmasıdır.

İşçi ve emekçiler, sendika ve partilerin büyük oranda zenginler ve AKP tarafından kontrol edildiğinin bilinciyle kendi araçlarını yaratarak, kendilerinin yönettiği bir ülke hedefiyle adım atacaklar. Yani kendi iktidarlarını yaratmanın uzun yolculuğuna çıkacaklar. Önce kendi komitelerini, meclislerini, sendikalarını, partilerini yaratmanın yoluna bakacaklar ve bunu “Krizin faturasını zenginler kendi servetlerinden ödesinler” diyerek yapacaklar. Bu hedef bir vadede Saray düzeniyle doğrudan hesaplaşma anlamına da gelir çünkü başka çare yoktur. İşçilere sadece AKP’yi, sadece emperyalizmi ya da sadece tekelci sermaye gruplarını düşman gösterenler bu üç düşmandan birine bağlı halk düşmanlarıdır. Üçü birlikte düşmandır. Kuşkusuz siyasi iktidar AKP baş sorumludur.

Hangi fikir ve nasıl bir mücadele programı sorularına köşeli yanıtları ancak mücadele içinde birlikte tartışarak verebileceğiz. Bu yüzden birlikte yürüyebilmek için Umut-Sen, “Reddet, Diren, Örgütlen” çağrısını yapıyor. Büyük Madenci Yürüyüşünün temel sloganı “Hükümet İstifa” idi. Metal Fırtına’nın temel sloganı “Kahrolsun Sarı Sendikacılık, Büyümeden Payımı Ver Sermaye” idi. Yeni mücadele kendi sloganını üretir. Biz “Hükümet Patronları Kollama” diyerek yola çıkıyoruz. “Hükümet İstifa” diyemeden durursak yenilmiş olacağız.