Sınıfın Uzağında, Nihilizmin Yakınında

Politik mücadelede yenilgi ya da güçsüzlük duygusu özünde ideolojiktir ve bu duygu, devrimcilerin en büyük açmazlarından biridir. Oysa devrimin mantığı gereği hiçbir dönemde ve hiçbir koşulda yenilgi mutlak değildir. Baskıların, sömürünün, katliamların, gericiliğin arttığı bir dönemde esas tehlike yapacak hiçbir şey olmadığı düşüncesidir ki bunun nedeni öznel esaret, yani bir bakıma idealizme doğru savrulmadır. Şayet böylesi düşüncelere sahipsek, “şimdi devrimcilik ya da devrimci bir örgüt için koşullar uygun değil” gibi düşünceleri benimsiyorsak bunun devrimcilikle hiçbir ilgisi olmadığını, en iyi ihtimalle liberalizmle ilgisi olduğunu bilmek durumundayız. Böylesi durumlarda “‘Solcular’ın kendi arzularıyla, siyasal ve ideolojik tutumlarıyla nesnel gerçekliği birbirine karıştırdıkları açıktır. Devrimciler için en tehlikeli hatalardan biridir bu” (Lenin). Zira devrimcilik her ne kadar dönemin ve koşulların nesnel durumu ile şekillense de devrimciliğin, devrimcinin kendi öznel zamanının ötesine taşındığı bir boyutunun olduğu bilinir. Bu boyut, sınıfların ortadan kaldırılmasının ve özgürlük mücadelesinin evrensel tarihini duyurur. Öyleyse, ancak tarihin geriye ve ileriye doğru nesnel değerlendirmesi ile devrimciliğin sürekliliği kavranabilir.

Sahip olunan genel atalet durumunu ve güçsüzlük duygusunu aşmanın devrimci bir sorumluluk gerektirdiği açık olmakla birlikte bunu aşmanın temel yolu; içinden geçtiğimiz gerçekliği, çelişkileri ve imkânlarıyla birlikte kavramaya çaba göstermektir. Her dönem kendine özgü ilişkiler ile anlaşılmalıdır kuşkusuz. Bu nedenle ardımızda bıraktığımız dönemler ve koşullar açısından görece bu daha kolay. İçinden geçtiğimiz karmaşık süreci anlamak ve bu sürece müdahale etmek ise biraz daha zor. Öyleyse geceyi ve Minerva’nın baykuşunun kanatlanmasını mı bekleyeceğiz! Bu bakımdan devrim anti-Hegelcidir. Zira devrimcilik sürecin içindeki nesnelliği kavramayı ve sürecin nedensel yönlerini keşfetmeyi olanaklı kılar. Gerçekliğin kuruluşuna yönelik bu kavrama çabası devrimcilik için önkoşuldur. Koşullar ve ilişki tarzları değiştiğine göre yöntem ve strateji de değişmelidir. Ama bu her şeyin görece olduğu savıyla karıştırılmamalıdır. Zira “salt relativizm bakış açısıyla her türlü safsata haklı gösterilebilir” (Lenin). Oysa devrimci mücadelenin sürekliliği ve her koşulda sınanmaya ve eleştiriye tabi tutulması, yenilenmesi herhangi bir göreceliğe tabi tutulabilir gözükmüyor.

Her şeyin görece olduğunu iddia etmek kadar tehlikeli kimi diğer yaklaşımlar da sınıfla kurulan dolaysız ve eşit pratik bağların işçicilik ya da sınıfçılık olarak yaftalanması (ki bunların da genelde birbirine karıştırılarak bu atfın yapılması), merkeziyetçi-öncü örgüt anlayışının otoriterleşmeye ve yenilgiye mahkûm olduğu gibi yaklaşımlardır ki bu da aynı idealizmin çukurunda volta atmaktır. Bu yaklaşımların yarattığı ilkesizlik ve çizgisizlik birçok sol ve sosyalist yapıların yozlaşmasına neden olmuştur, olmaktadır. Oysa ne sınıfla dolaysız örgütlenme tarzlarının geliştirilmesini ne de merkezi bir örgütün gerekliliğini olumsuzlayacak hiçbir nesnel neden olmadığı gibi bilakis bunların ikisinin de ivedilikle geliştirilmesi tarihsel bir zorunluluk olarak kendini dayatmaktadır: “Koşulların doğrudan açık, gerçekten kitlesel ve gerçekten devrimci bir mücadele için henüz uygun olmadığı bir dönemde devrimci olmak, devrimin çıkarlarını (propagandayla, ajitasyonla ve örgütlülükle) devrimci dalganın dipte seyrettiği koşullarda devrimci olmayan kurumlarda ve çoğu zaman düpedüz gerici olan kurumlarda, devrimci mücadele yöntemlerinin gereğini henüz anlayamamış kitleler arasında savunmak çok daha zor, ama çok daha değerlidir” (Lenin).

Şayet nesnel durumu doğru kavrayabilecek sürekli geliştirilebilir bir yönteme sahipsek, devrimi öznelliğimiz üzerine değil de öznelliğimizi devrim üzerine inşa edebiliyor ve bunu örgütlü biçimde biteviye etrafımızla etkileşim ve sınanma içinde geliştirebiliyorsak, güncel ihtiyaçları ve tavrımızı sınıfın ihtiyaçlarına göre belirleyebiliyor devrimci mücadelenin insanlık ve doğa için verilmiş evrensel bir mücadele olduğunu varoluşsal biçimde kavrayabiliyorsak sınıfçı, işçici ya da başka bir sıfatla anılmak umurumuzda olmamalı. Öyle ki aslında içinden geçtiğimiz dönem bu tarz atıfların yarattığı yanılgıyı yeterince gözler önüne serdi. Neredeyse sınıfla her dolaysız bağ yok sayıldı, küçük görüldü ya da sekter addedildi. Oysa devrimciliğin özünde bu bağın geliştirilmesi vardır ki merkeziyetçiliğin aygıtçılığa ya da sınıf-üstücülüğe dönüşmesini engelleyecek olan da sınıfla kurulan bu canlı bağdır. Bu yüzden –kuşkusuz değişen ekonomik koşulları da nesnel biçimde göz önünde bulundurarak- şimdilerde en çok ihtiyaç duyulan şey sınıfla dolaysız pratik bağların kurulmasıdır. Devrimcilerin üretenlerin olduğu ve üretimin gerçekleştiği her yerde olmaları, bir yandan üretenlerle birlikte sömürü ilişkilerinin teşhirine dönük çalışmalar yapmaları diğer yandan da bu çalışmanın politik kuruluşunu merkezi bir çabayla yürütmeleri devrimin doğası gereğidir.

[irp posts=”968″ name=”Muhalefetin Gerçeklikle İmtihanı”]

Devrim için nesnel nedenlere mi ihtiyacımız var? Yaşamak için bir ömür çalışanlara bakalım. Her gün iş cinayetlerinde ölenlere, ölerek, aşağılanarak çalışanlara, her türlü güvencesizliğe razı gelen işsizlere bakalım. Ruhu ve bedeni onulmaz yaralar alan kadınların ve çocukların maruz kaldığı eril faşizme bakalım. Sadece doğduğu yerde yaşamak için savaşanlara ve katledilenlere, savaştan kaçarken ölenlere bakalım. Bir de milyonlar bu haldeyken asalakça yaşayan azınlığa bakalım. Sınıf mücadelesi mi? Sınıf mücadelesi işte bu gördüklerimizin hepsinin aynı toplumsal hastalıktan yani kapitalizmden türediğini görmek ve bu yozlaşmanın, nihilizmin, talanın köklerine saldırmaktan başka bir şey değil. Çok mu sıradan ifadeler bunlar? “Bütün suç kapitalizmde” deyip kolaycılığa mı kaçacağız! Asla. Ama sorunun köklerine saldırmaktan da vazgeçmeyeceğiz. Sınıftan uzaklaştıkça kapitalizm ya da emperyalizm gibi kavramlar da demode oldu çünkü. İlişkileri açıklamak yerine kavram icat etme çabaları gelişti. Sınıfın dönüşen yapısını anlamak yerine sınıfın yerine kimlik mücadeleleri ikame edilmeye çalışıldı. Bütüne dönük mücadeleler tesis etmek yerine sadece yerel müdahaleler devrimcilikmiş gibi savunulageldi. Bu mücadeleler elbette ki anlamsız değil. Ama sorunun köklerini görmezden gelen, bu köklerle bağ kuramayan mücadele tarzlarının devrimcilikle ilişkisi su götürür. Tüm bunlardan çıkan netice: Sınıftan kaç, kapitalizme göz yum, devrimciliği kaba-pratikçilik olarak yaftala ve açılan boşlukta kendine ya da aygıtına daha çok yer aç. Oysa devrimcilik ne sınıfçılıktan ne pratik deneyimden ne de tüm ezilenlerin iradi inisiyatifinden bağımsızdır. Şayet devrimcilik her yerde ve her an neyin zorunlu olduğunu ve bu zorunluluğun evrensel tarihle olan bağını görmekse karar vermek zorundayız: Ya geceyi bekleyeceğiz ya da geceyi aydınlatmak için devrimin ateşini birlikte besleyeceğiz.

Bu yazı Komite’nin Ekim 2018 tarihli 8. sayısında yayınlanmıştır.