DİSK’i ve işçi sınıfının mücadelesini büyütmek için çağrı

“Yine de uyanıştır bu, içimizdeki sertliği de, sevecenliği de kabullenelim. Ki ağarınca tan, ateşli bir sabırla silahlanmış gireceğiz görkemli kentlere”

Arthur Rimbaud

Türkiye kısa bir dönem önce başlayan ve nedenleri, geçmişte uygulanan siyasi ve ekonomik politikalara dayanan bir ekonomik krizle karşı karşıya. Krizin gündelik hayatımıza yansımaları artıkça krizin kime fatura edileceği de belirginleşiyor. Patronlar ve iktidar bir yandan vatan, bayrak, din, iman diyerek krizin faturasını bizlere ödetmeye çalışırken diğer yandan ise kendi konforlu hayatlarından ödün vermiyorlar. “Aynı gemideyiz tamtamları üzerinden sömürü düzeni meşrulaştırılıyor. Geminin kral kamarasında oturanlar lüks arabalardan, görkemli açılışlardan, milyonlarca liralık kokteyllerden, yatlardan, yalılardan, hanlardan ve saraylardan vazgeçmiyor. Gemi su alırken gedikleri kapatıcı olarak görülen emekçilerin sırtından kırbaç eksik edilmiyor. Kırbaç sahibi bu aşağılık sermaye sınıfı kendi kar hırsı ve ikbali için krizi fırsata çevirip hileli iflasla, konkordatoyla binlerce işçiyi tüm tazminatlarından yoksun bırakarak işten atıyor. Asgari ücret koşullarında yaşamaya mahkum edilen işçi sınıfının karşısında her düzeyde örgütlenmiş burjuvazi; iktidarı, muhalefeti, ordusu, polisi, diyaneti, eğitimi, kültürü, sanatı, akademisi, en büyüğünden en küçüğüne kadar iş veren birlikleri, onların sendikaları, odaları, dernekleri ve mafyatik örgütlenmelerini bu sömürü düzeninin devam ettirilmesi için seferber ediyor. Güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışma, mobing, taciz, hak gaspları, bireysel emeklilik sistemi, kıdem tazminatlarının çalınması, toplu işçi kıyımları ve asgari ücret koşullarında inim inim inletilen işçi sınıfı bu saldırılarla cendereye alınmış ve yalnız durumda.

Tüm yalnızlıklarına rağmen işçi sınıfının direnişleri, kazanımları, utkusu ve onun tarihsel öyküsü canlı ve parlak bir yıldız gibi; bakınca yol göstericiliğe devam ediyor. Bu karamsar tablo karşısında çaresizce beklemek yerine sınıfının tarihine bakmaya, oradan öğrenmeye, bugünün direniş biçimlerini bulmaya, bu kara dumanı dağıtacak bir mücadele hattını örmeye çalışan tekil ve çoğul düzeyde onlarca direniş oluyor. Tıpkı Real, Makro/Uyum, Cargill, 3. havalimanı ve Flormar işçileri gibi. İşçilerin bu zulüm koşullarına karşı direnmekten başka çaresi yok. Direniş aynı zamanda kardeşleştiriyor. Flormar işçileri Cargill işçilerinden, 3. havalimanı işçileri Real ve Makro/Uyum işçilerinden, Hema Maden işçileri Süperpak işçilerinden, İzmir Tariş işçileri Ege Üniversitesi işçilerinden, Aydın Belediyesi işçileri Mahir Kılıç’tan, KHK ile atılanlar Yüksel direnişçilerinden güç alarak ve her direniş birbirini izleyerek büyüyor çoğalıyor.

Tekil ya da çoğul onlarca direnişin muhtevası ve taşıdığı mana sadece patronların duvarında açılan bir gedik değil, içinde barındırdığı büyük zafere ait potansiyel ve o büyük güne atılan bir işaret fişeği olma simgesidir. Her direnişin kazancı, tüm işçi sınıfı mücadelesi için bir adım ilerletici oluyor. Dolayısıyla direnişin büyüklüğüne, küçüklüğüne, direnişi sahiplenen siyasal çizgiye bakmaksızın onun taşıdığı potansiyel ve sınıf savaşımındaki ilerleticiliği ile ilgili tarihsel bilgiyi sürekli güncelleyip canlı tutarak davranmak zorundayız. İşçi sınıfının mücadelesi, siyasal çizgisinin herhangi bir fabrikada, işyerinde, direnişte ya da sendikada hakim olmasına feda edilecek bir şey değildir. Sınıf mücadelesini dar grupçu anlayış ve pratikler üzerinden kavramakla sendikal bürokrasinin her türden pisliğine gömülmek aynı yere hizmet eder. Siyasal/sosyal rant ilişkisiyle sendikal ağalık arasında emekçilerin mücadelesine ket vuran doğrudan bir ilişki vardır. Her iki anlayış da işçi sınıfı mücadelesinin gelişmesini, büyümesini engeller. Üyesi olduğumuz DİSK, Türk-İş ve Hak-İş’in içinde bulunduğu sarı bataklığa doğru hızla ilerliyor. Memlekette süren işçi direnişleriyle bağını siyasal seçililik kriterlerine göre kuran konfederasyonumuzu yöneten anlayışlar, kendi üyesini bile sahiplenmemek konusunda DİSK’i, Hak-İş ve Türk-İş konfederasyonlarıyla yarış halinde bir duruma taşıdılar. AKP’nin taşerona kadro aldatmacasıyla çıkardığı KHK sonucu atılan Ege Üniversitesi işçilerinin başlattıkları direnişle ilgili DİSK Genel-İş Sendikası İzmir 7 no’lu Şube’nin pratiği ise içler acısı. Aynı şekilde İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne kadro davası açtıkları için işten atılan 258 işçiden 7’sinin başlattığı Konak Direnişi/açlık grevi ve Aydın Büyükşehir Belediyesi’nden atılan işçilerin süren direnişiyle ilgili sebebini henüz anlamadığımız “özel ilgisizlik” ve son olarak Real ve Makro/Uyum işçilerinin aylardır sürdürdüğü direnişle ilgili üç maymunu oynama hali DİSK gibi bir kurumun tarihsel mücadeleci çizgisinin hiçbir noktasına denk düşmüyor.

Ekonomik krizle ilgili sadece basın açıklaması ve bildiri dağıtma pratikleriyle yetinen DİSK, krizle mücadeleye dair hangi yöntemlerin kullanılacağını, krizi işçiler açısından bertaraf etmenin yollarını ve bunun pratiğinin ne olacağını henüz açıklamadı. DİSK’in tarihsel süreci göz önüne alındığında bugün açısından en hazırlıksız süreci yaşadığını, patronlarla kavgaya tutuşacak ve onların sınıfa saldırılarını göğüsleyecek bir mücadele programından yoksun olduğunu, sınıf sendikacılığı anlayışının yerinde yeller estiğini için böyle bir mücadele ufkunu da doğallığında taşımadığını, onlar yerine ikame edilenin sosyal/siyasal/ekonomik rant olduğunu ve bu rantın yarattığı “ağacıkların” da konfederasyonumuzda hızla palazlandığını söyleyebiliriz. 2018 yılı Temmuz ayı verilerine göre, üye sayımız konfederasyonumuz için 160 bin, DİSK Genel-İş Sendikası içinse yaklaşık 77 bin civarıdır. Bu üyeliklerin büyük kısmının CHP ve HDP’li belediyelerde olması gerçeği göz önünde bulundurulduğunda DİSK’in, işçilerin hak mücadelesinde umut olma özelliğini yitirdiğini ve mevcut üyelerin de büyük bir çoğunluğunun sendikaya olan güvenini kaybettiğini söyleyebiliriz. Sınıf mücadelesini dillerine pelesenk etmiş solun, sosyalistlerin AKP iktidarı tarafından yaratılan bu karanlık tabloyu ezilenlerin/emekçilerin kurtuluş mücadelesi lehine dönüştürecek ne bir programı var ne de buna mecalleri. Hal böyleyken bile işçi sınıfının, emekçilerin birleşik mücadele zeminlerinin yaratılması arayışı yerine sendika şubelerinde, genel merkezde, konfederasyonda pozisyon tutmak için ilkesiz ittifaklarla asıl mesele heba ediliyor. Kimseye akıl verme, öğretme hadsizliğinde bulunmuyoruz. Biz yaşadığımız yerde gördüklerimiz üzerinden doğrusuna inandığımız ne ise onu, birlikte yapmayı öneriyoruz. Emek alanında yaşanan sömürü çarkını kırmak için birleşik bir emek hareketinin yaratılmasına, onun ilkelerine, anlayışına ve programına acilen ihtiyaç vardır. Burjuvazinin, işçi sınıfını sömürme mekanizmasının bir aparatı olarak sendikaları kullanmasını engellemek ve burjuvaziyle tutuşulacak amansız kavgada sendikal mücadeleyi, proleter devrimin değirmenine su taşıyacak bir katkı haline dönüştürmek için her türden bürokratik, rantçı anlayışla mücadele etmek elzemdir. Umut-Sen, yurt çapında geliştirdiği ya da dayanıştığı mücadele, örgütlenme ve direnişlerde ortaya koyduğu anlayış ve tarzla ön açıcı katkılar sunmaya devam ediyor. Değişik sol anlayışlar, Umut-Sen taklidi yapılar oluşturunca benzer bir etki yaratırız düşüncesindeler. Bizleri bağımsız sendika kurmakla eleştirenler bağımsız sendikalar kurdular. Bizleri işçilerden başka bir şeyi gözleri görmüyor diye eleştirenler kriz atmosferi memleketi sarınca ivedilikle dernekler, zeminler kurarak “bakın bizim de işçi dükkanımız var” gibi anlayışla hareket ettiler. Biz, yine de işçi sınıfı zeminine dönük kurulan her türden iyi niyetli girişimi olumluyoruz. Yeter ki şekille sınırlı kalmasınlar, yeter ki işçi sınıfı mücadelesine samimi katkıda bulunsunlar.

[irp posts=”1104″ name=”Sendikal çalışma anlayışımız ve Umut-Sen”]

Bizim işçi sınıfına katkımız, mücadele anlayışımız ve çağrımız açık. Umut-Sen’ci işçiler olarak önümüzdeki süreçte kongrelere gidecek, DİSK’e ve diğer konfederasyonlara bağlı tüm sendikalarda ve şubelerde yukarıda önerdiğimiz biçimde yan yana gelecek, sınıfın çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne koymayacak, sınıf mücadelesini sendikal alanla sınırlı görmeyecek, işçilerin her türlü direnişini önemseyecek, büyütmek için çaba sarf edecek, AKP ve patronların işçi sınıfına karşı saldırılarına göğüs gerecek, DİSK’i kavgaya hazırlayıp mücadele edeceğiz. DİSK’i rant kapısı haline getirmeyecek anlayışları desteklemeye çağırıyoruz. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız tablodan kurtulmanın küçük bir adımını, aşağıdaki ilkelerin konfederasyonumuz DİSK içinde örgütlenmesi ve bu anlayışın içselleşmesi olarak görüyoruz. DİSK’i rant kapısı haline getiren, içindeki her türlü bürokratik sarı sendikalarla mücadele edecek ve DİSK’i 15-16 Haziran ruhuna geri döndürmek için bedel ödeyecek bir anlayış için tüm öncü/devrimci işçi kardeşlerimizi örgütlenmeye ve mücadeleye çağırıyoruz. Ancak belli ilkeler ve anlayışlar çevresinde kenetlenmiş, aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya bu ilkelerle sarmalanmış bir DİSK, tarihsel mücadeleci çizgisini unutmadan bugünün mücadele biçimleri ışığında işçi sınıfı için bir umut olabilir. Ancak o zaman, gür bir sesle “Yaşasın DİSK!” demenin bir manası olabilir. Bu bağlamda bizler, Umut-Sen’ci işçiler olarak, DİSK’in büyümesinin yolunun “Reddet, Diren, Örgütlen” diyerek aşağıdaki ilkeleri her düzeyde savunmaktan geçtiğini biliyor ve bunun için bir adım daha ileri atıyoruz.

1. İşçi hareketi ve örgütleri devlet ve sermayeden bağımsız olmalıdır: Devlet ve sermayenin her türlü saldırı ve yönlendirmesi karşısında işçilerin aktif ve bilinçli mücadelesini açığa çıkarıp bu saldırılar karşısında sadece işyerleri ile sınırlı olmadan mücadele, en geniş sendikal dayanışma içinde toplumun diğer kesimleriyle birlikte sürdürülmelidir.

2. İşçiler kendi sendikalarını kendileri yönetir: Yöneticilik vasfı bir ayrıcalık değildir. İşçilerin sendikalarda her düzeyde söz, yetki ve karar süreçlerine doğrudan katılımı esas alınmalıdır. Bu bağlamda işçilerin öz örgütlenmesi olan komite, meclis ve konsey anlayışı öne çıkarılmalı, işçilerin mücadelesi kendi öz örgütlülükleri tarafından yürütülmelidir.

3. Emeğin sömürüsüne karşı, işçilerin kardeşleşme zemini kurulmalıdır: İşçiler arasında etnik, mezhepsel, hemşehrilik, cinsiyet, yaş ve statü üzerinden yaşanan ayrımcılığa karşı işçilerin kardeşliğini savunarak her türlü ayrımcılığa karşı mücadele en sert biçimde yürütülmelidir.

4. Sendikalar rant kapısı halinden çıkmalıdır: Bürokratlaşmış ve kastlaşmış sendikal ilişkilerin işçinin emek ve mücadelesini gasbetmesine engel olmak için sendikaları bir şirket, sendikacılığı da bir meslek gibi görerek oradan ikbal devşirmeye çalışan her türden zeminin önü tıkanmalıdır. Bu bağlamda şube yöneticisi ve profesyonel sendikacı, uzman gibi görevlerde bulunanların alacakları aylık maaşı o iş kolundaki bir işçinin aldığı en yüksek maaşla sınırlandırılmalıdır. 2 dönem kuralı ve geri çağırılma gibi kurallar konarak işletilmelidir.

5. Şeffaflık: Sendika ve şube, bütçesinin tüm yönleriyle şeffaf olmalıdır. İyi bir toplu sözleşme için patronun siyasal arka planına bakılmaksızın işçilerin lehine olacak her türden iyileştirme ve hak için kavga edilmeli ve TİS (Toplu İş Sözleşmesi) boyunca yaşanan tüm süreç anbean üyelere aktarılmalıdır. Ayrıca grev zamanlarında kullanılmak üzere oluşturulan grev fonunun grevlerde kullanılması sağlanmalı, greve çıkacak birimlerde oluşacak ekonomik mağduriyetin azaltılması ve giderilmesi için her türden hazırlık yürütülmelidir.

6. Dayanışma ağları kurulmalıdır: Toplumsal dayanışma ağlarını gittikçe zayıflatan ve işçileri yalnızlaştıran çalışma düzenine karşı işçiler için işyerinde ve gündelik hayatta dayanışma, yardımlaşma ağları kurulmalı, ayrıca ulusal sınırların ötesinde, tüm dünya işçilerinin emeklerini sömüren kapitalizme karşı işçilerin uluslararası dayanışmasını sağlamak için gerekli çalışmalar yürütülmelidir.

Umut-Sen İşçi Meclisi

* Komite’nin Kasım 2018 tarihli 9. sayısında yayınlanmıştır.