Sarı Yelekliler bize ne anlatıyor?

Sarı Yeleklilerin neoliberalizmin Fransız versiyonuna başkaldırısı tüm dünyada siyasal ve toplumsal gündeme damga vurdu. Normalde yurtdışındaki toplumsal gelişmelere çok alaka göstermeyen Türkiye’de de Sarı Yelekliler hareketi epey ilgi gördü. Bu ilginin bir kısmı hayırlı bir entelektüel merak, geri kalanı ise herhalde zenginin malı züğürdün çenesini yorar misali kendi ülkesinde anlamlı bir kitleselliği olan herhangi bir sosyal hareketle hemhal olma şansını Kaf Dağının ardında görenlerin özentisiydi. Bu yazıda genel gürültünün dışında kalalım ve Sarı Yeleklilerin kendi dünyalarına ve günümüz kapitalizminin geneline ne anlattığı, yani bizimle ilgili ne söylediğini anlamaya çalışalım.

Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da, yani kapitalistleşmenin en ileri aşamasındaki “Birinci” Dünyada, “Küresel Kuzeyde” neoliberal finansallaşma döngüsünün sonucu olarak yaşanan sanayisizleşme süreci yeni bir toplumsal durum yarattı. Buralardaki alt ve alt orta gelir grupları uzun zamandır neredeyse asırlardır ilk kez kendi ebeveynlerinden daha az müreffeh şartlarda yaşayacak. Bu durumun ayırdına vardıkça bu toplum kesimlerinde çeşitli sosyal ve siyasal tepkiler ortaya çıkıyor. Özellikle son dönemde bu tepkiler giderek daha fazla müesses siyaset figür ve kurumlarına, özellikle geleneksel olarak işçi hareketinin politik kurumları olmuş sosyal demokrat partilere ve küresel elitlere karşı siyasal bir karakter kazanıyor. Bu kurumların halk nezdinde bir itibarı kalmıyor ve giderek artan oranda ana akım dışı siyasal arayışlara yöneliyorlar. Ne yazık ki bir tür reformist sosyalizmin de ana akım içinde sayıldığı bu coğrafyada zaman zaman bu arayışın milliyetçi ve yabancı düşmanı bir karakter kazandığını da görüyoruz.

Fransa tarihsel olarak da bu bahsettiğimiz coğrafyada çatışmacı toplumsal siyasetin simgesel merkezidir. Fransız Devrimi, Enternasyonalden önceki simge marş Marseillaise, barikatlar, kızıl bayraklar, eşitlik özgürlük kardeşlik şiarı bu ülkenin toplumsal hafızasına içkindir. Tam da bu yüzden yönetenlere karşı öfkesini sokakta dışarıya vurmaya dair ideolojik ketleri olmayan bir halktır Fransızlar. Bu noktada yukarıda bahsettiğimiz tepki, bu Fransız çerçevede Sarı Yeleklilerle yeni bir boyuta taşındı. Paris’ten taşraya tüm Fransa’yı etkileyen eylemlere karşı bu gelenek sayesinde bir sempati oluştu, hem kurulan yaygın yol kesmeler genel kamuoyunun tepkisini almadı hem de kimi şiddet olayları hükümetin ve medyanın istediği biçimde hareketin kamuoyundaki algısını şekillendiren temel nokta olmadı. Bir yanlış anlamaya yer vermeyelim: Fransız kamuoyu daha ziyade göçmen gençlerin tetiklediği büyük şehirlerin periferilerinde görülen araç yakma olaylarına benzer bir sempati göstermiyordu. Yani Sarı Yelekliler münhasıran Fransız olmanın da ekmeğini yedi. Bu noktada da Sarı Yelekli eylemlerin popüler karakterini analiz etmeliyiz.

Sarı Yelek ulusal bir bayraktan bile siyaseten daha az bölücü ve dolayısıyla anlamsız bir sembol. Göstericiler bunu özellikle seçti, bu tercih bir yönüyle bir apolitizm simgesi, göstericilerin Fransız ahalisinin geneliyle uyum içinde olma isteğinin bir sonucu. Lakin Sarı Yelekliler hareketini motive eden müesses nizam karşıtı öfke o kadar sahici ki, aslında apolitik bir simge olsun diye seçilen Sarı Yelek bizzat bir bölen haline geliyor ve mesela Türkiye’de egemenler (ya da yandaşları havuz medyası) tarafından bir suç aleti muamelesi görmeye başlıyor. Şunu demek istiyoruz: Bugün halkın istekleri doğrultusunda değil, küresel neoliberal düzenin gerekleri doğrultusunda siyaset üretimi sermaye düzeninin o coğrafyada bekası için o kadar vazgeçilmez hale gelmiştir ki buna karşı düzenin sınırlarını zorlayan (mesela yol kesen) her tepki kendi niyetinden bağımsız olarak devrimci karaktere yatkındır. Fakat bu karakter doğrudan siyasallık kazanmadıkça kendiliğinden bir biçimde siyasal bir muhalefet haline gelemez. Böyle bir siyasallık oluşturmak ise bir beyaz sayfa açar gibi istediğinizi yapacağınız tüm mümkünlerin kıyısında olduğunuz bir durumda gerçekleşmeyecektir. Hareketin içinde olalım sonrasına bakarız, örgütlülük taklidi yapan bir kendiliğindencilikten başka bir şey olmaz. Hareketin içinde olmak şarttır ama yeterli değildir sonuçta en kötü ihtimalle kendi cellatlarınıza figüranlık yapıyor olabilirsiniz. Fakat tekrar söyleyelim en kötüsü uzaktan seyretmektir.

İtalya’da kendi bildiği gibi bütçe yapmak isteyen, ABD’de sınır ötesi savaşlara kaynak aktarılmasını istemeyen, Fransa’da dizel vergisi yükünü sırtlanmak istemeyen kitleler genel gidişata hayır dediklerinde artık kolaylıkla susturulamıyor. Üzerlerindeki ideolojik hâkimiyet içinde yaşadıkları tüketim toplumlarının vaatleri azaldıkça etkisini kaybediyor. Onlar da kendi siyasal yanıtlarını daha kolayca oluşturabiliyor. Sosyalist hareketin küresel zafiyetinin de etkisiyle bu yanıtlar kimi milliyetçi ve yabancı düşmanı eğilimler de içerebiliyor ama neoliberal düzen karşıtlığındaki net tutumları asla değişmiyor. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın alt orta gelir gruplarından insanlar artık seksen sonrası dünyanın neoliberal merkezciliğiyle yönetilmek istemiyor. Buna karşı bazen aşırı sağı bile tercih edebiliyor.

Küresel Kuzeydeki bu hareketlenmenin yarattığı siyasal kaosun, yukarıda değindiğimiz kimi milliyetçi ve yabancı düşmanı eğilimlerine rağmen, Küresel Güneyde kimi fırsatlar da yarattığı ortada. Nitekim kaosun ortaya koyduğu bu fırsattan şimdiye dek en çok Türk egemenleri faydalandı. Buna karşılık alt sınıflar açısından bu olanakların nasıl değerlendirilebileceği şimdilik meçhul. Kendi ülkenizde kuvvetli bir toplumsal hareketlenme olmadığı koşullarda heyecanlı bir film seyreder gibi Fransa’daki olayları seyrediyoruz. Oradaki toplumsal hareketlenmeyi buradaki herhangi bir geçmiş harekete ya da olası bir gelecek toplumsal seferberliğe benzetme çabaları nafile, fakat ortak bir sorundan da bahsetmek mümkün. Bu sorun siyasal özne sorunu ve Sosyalizm fikrinin küresel gerileyişidir. On dokuzuncu ve yirminci asrın büyük kısmında egemen kesimlere ve iktidar simgelerine yönelik halk tepkileri hiç değilse son tahlilde sosyalizm mücadelesine yaramıştır. Bugün bu bağın doğrudanlığını varsayamayız.

Sonuçta bugün birer marka haline gelmiş sol ve sağ gibi yaftalarla mesafelenerek daha doğrudan bir proletarya devrimciliğinin olanaklarını, geçiş taleplerini kurgulamak zorundayız. Tarihsellik içinde oluşturduğumuz kimi pratiklerin bugün alttakilerin mücadelesiyle buluşmakta ön kesici olduğu gerçeğiyle yüzleşmeliyiz. Alttakilerin alışıldık yönetilme ve egemenlik biçimlerine bu kadar büyük bir reaksiyon verdiği bu dönemde, ancak tarihsel materyalizmin temellerinden hareketle kendine ait ayrı çıkarı ya da ilkesi olmayan, proletaryanın güncel toplumsal ilke ve araçlarını benimseyen, geçmişin tortusunu değil tarihsel mücadelenin canlandırıcı geleneğini taşıyan bir hareket Sarı Yelekliler ve benzeri toplumsal itirazları yönlendirebilecektir. Bugün bu hedefin uzağındayız, öyleyse görev bu mesafeyi ortadan kaldırmaktır.

* Komite’nin Ocak 2019 tarihli 10. sayısında yayınlanmıştır.