Yayın, ideolojik mücadele aracıdır

Solda yayın denince akla Lenin gelir. Yayının örgütlenme ve siyasi mücadeleyle bağlantısını tanımlamış ve kurmuştur. Her ne kadar Iskra’nın ilk çıktığı günlerden (Aralık 1900) bu yana çok şey değiştiyse de, Lenin’in bu konudaki düşünceleri bugün de geçerlidir. Burada “yayın” derken belli bir yayını değil, bir yayın kuruluna bağlı olarak çalışan, ideolojik mücadelenin üretim ve yayılması işlevi üstlenmiş tüm ajitasyon-propaganda araçlarını kastediyoruz. Yayın, örgütlenme ve siyasi mücadeleye ideolojik işleviyle katkıda bulunur. Lenin’in yayına verdiği önem de bu doğrultudadır. Ülke solunun, yayınsız bir örgütlenme olamayacağını bilse de konuyu teorik düzeyde düşündüğü söylenemez. Çıkartılan yayınlar genellikle Lenin döneminin yayınlarını taklit eder nitelikte ve devrimci içerik taşımaktan uzaktır, bizim durumumuz da bundan çok farklı değildir. Yine de büyük ya da küçük tüm yayınların ortak özelliği olan ideolojik işlevini düşünerek, bazı saptamalarda bulunabiliriz.

Bilindiği üzere ideolojik mücadele, siyasi ve ekonomik mücadelelerle birlikte sınıf mücadelesinin bir parçasıdır. Toplumdaki egemen ideoloji, egemen sınıfın ideolojisidir. İdeoloji de din, hukuk, sanat, siyaset anlayışı vb. düşünce biçimleri gibi üstyapı içinde yer alır. Bu düşünceler, genel olarak değer yargıları, kanaatler, inançlar, beklentiler yoluyla toplumun kendi hakkındaki bilincini oluşturur. Marksist tarih teorisi bize,  üstyapının kapitalist üretim ilişkilerine dayandığını öğretir. Toplumun gelişmesinin belli bir evresinde üretici güçlerle üretim ilişkilerinin çelişkisi toplumsal yaşamda bazı dalgalanmalara yol açar. Buradan kaynaklı sorunlar ilk olarak kapitalist bilinç çerçevesinde ve burjuva aydınları tarafından farkedilir. Böylece sorunların nasıl giderileceğine ilişkin, düzen içi bir tartışma başlar. Bu tartışmalarda ortaya çıkan eleştirel düşünceler devrimci bir pratikle ilişkilendirilmediği sürece, egemen sınıfın reformcu ve baskıcı siyasi seçenekleri arasında sıkışarak buharlaşır gider. İşte Lenin Iskra’yı, devrimciler örgütünün bu kargaşa ortamına ideolojik müdahale aracı gibi düşünmüş, planlamış ve çıkarmıştır.

Lenin’in başta “Ne Yapmalı” olmak üzere çeşitli yazılarında dile getirdiği yayın anlayışının iyi düşünülmüş ama özel olarak ifade edilmemiş bir teorik arkaplanı vardır. Bu Lenin’in ideolojiye siyasi mücadelenin ve örgütlenmenin zemini olma işlevi yüklemesiyle ilintilidir. Yayını, birbirinden habersiz yaşayan ezilenleri egemen ideolojinin etkisinden kurtarmak ve devrim için iktidara yürüyebilecek bir kitleye dönüştürmek için çıkarır. Diğer örgütler böyle bir kitle oluşumunu sendikalist ya da “terörist” eylemlerin kendiliğinden etkisine bırakırken, Lenin bunu yönlendirici bir merkezin planlı çalışması olarak düşünür. Elbette bu yayın çıkartmaktan ibaret bir çalışma değildir, bundan önce iki önemli konuda adım atılmasına dayanır. Birincisi Marksizm’in o dönem için geçerli teorik sorunları aşılmıştır, ikincisi ülke çapında çalışan bir devrimciler örgütü kurulmuştur.

Yayın, siyasi gerçekleri açıklayarak okuyucu kitlesi üzerinde iktidara karşı olma fikri uyandırırken, örgüt bunun ortaya çıktığı alanları düzenli olarak eyleme katar. Dolayısıyla yayınla yaratılan etki sahipsiz kalmamış olur. Teorik olgunluk ise, bu çalışmaya yönelik eleştirileri göğüslemek ve her koşulda amacı korumak için gereklidir. Eğer yayını çıkaranlar belli bir bilgi düzeyinde değilse, bir süre sonra yayını yönetemez hale gelir ve “derginin çıkartılma zamanı geldi, ne yazacağız, kim yazacak” diyerek, yayın tarafından yönetilir duruma düşerler. Yayın öncesinde örgütlenme ve teori sorunlarının çözülmesi, yayının yol gösterici, kolektif örgütleyici, eğitici işlevlerini yerine getirmesini sağlar. Bir çağrı yapıldığında bunu kavrayacak bilinç ve uygulayacak örgütlü güç olur. Böylece hareketin sözü ve eylemi arasında, günümüzdekine benzer derin boşluklar görülmez. Her isteyenin yayın çıkartabilme kolaylığına sığınan liberal bir zihniyetle, amaçsız çağrılar yapılmaz.

Yayın aracılığıyla ideolojik etki yaratmak isteyişimizin nedeni, mücadelenin düzenden bağımsızlaşarak kendini sürdürebileceği bir kitle desteği sağlamaktır. Bu yüzden böyle bir yayın öncelikle ve mutlaka, ezilenlerin iktidara karşı en isyankâr olan kesimlerine yönelmelidir. Sınıf mücadelesi bizimle başlamıyor; her toplumun içinde bulunduğu anda açığa çıkmış devrimcilik belirtileri olmasa bile,  mutlaka tarihin derinliklerinden kalma isyankârlık ifadesi anı, gelenek, miras, kapanmamış hesaplar vardır. Küllenmiş közleri canlandırmak ve ezilenlerin boyun eğmeye alışmış kesimlerini bunun ateşiyle uyandırmak gerekir. Kaldı ki derin eşitsizliklerin yaşandığı bir toplumun orasında burasında sürekli parlayıp sönen isyan kıvılcımları olur. Bu yüzden devrimci bir yayında genel geçer çağrılara yer vermek ve rastgele seslenişlerle hayali özneler yaratmaya çalışmak yerine, bu kıvılcımlara dikkat çekmek ve görünür kılmak gerekir. Burada amaç mücadele ruhundan yoksun binlerce kişi yerine, az sayıda da olsa isyankâr ve mücadeleci olanları örgütlemektir.

Durmadan ezilmişlikten, acı çekenlerden bahsetmek kitleleri devrimcileştirmez, tersine pasifleştirir. Solda yerleşik hale gelmiş kadın, işçi, gençlik, çevre vb. boş öznelere karşılıksız çağrılar göndererek devrimcilik yaratılamaz. İsyan duygusu, cesaret, örgütlenme istek ve iradesi gibi şeyler günlük mücadelelerin zamanla bu aşamaya gelmesini bekleyerek değil, benzer örneklerden öğrenilerek gelişir. Geniş yığınlar, kendileri gibi olanların gözüpek atılımlarını gördükçe ikna olurlar. Birçok sol yayında sürekli  “şu kadar işçi öldü, bu kadar kadın öldürüldü,” misali söylemlere yer vermenin ve ezilenlerin çektiği acılardan bahsetmenin devrimci ajitasyonla ilgisi yoktur. Sürekli acıların hatırlatılması, umutsuzluk ve korku yaymaktan öte anlam taşımaz. Gerçek bir acı çekişin karşısına ancak gerçek bir mücadele örneği konarak ajitasyon yapılabilir. Bu somut olarak gösterilemiyorsa, en azından nerede ve ne zaman yapılmış olursa olsun uygun mücadele örnekleri aktarılmalıdır.

Devrimciler kimsenin avukatı, finansörü, akıl hocası değildir; yalnızca ezilenlerin kendi mücadelelerini kendilerinin sürdürmesine yardımcı olurlar. Bu yüzden ezilene ezildiğini söylemekle yetinmek, reformist bir tutum sergilemek olur; mücadele etmesini de söylemek ve bunu bizzat yapmak gerekir. Ve bunun da “somut kazanımlar” elde etme umuduyla değil, bedel ödenerek olacağı unutulmamalıdır. Solun bugün bunları yapmayışının nedeni bilgisizlik ya da başka yetersizlikler değildir, çıkarlarının yapmayı gerektirmemesidir. Dönemin özelliği olarak devrimci mücadeleye katılma isteği düşüktür. “Hiç olmazsa gelenleri ürkütmeyelim” mantığıyla söylemler yumuşatılmakta, siyasi talepler yerlerini günlük mücadelenin düzen içi taleplerine bırakmaktadır. Teoride eğitim çalışması ve pratikte günlük taleplerin ötesine geçilmediği sürece, en ileriyi savunması gereken devrimcilik nasıl gerçekleşir ki…

Elbette yayında herhangi bir somut sorunun nedenlerini açıklayan ve sömürü düzeninin işleyişini sergileyen propaganda yazılarına yer verilmelidir. Ancak bu da teorik bilgi gerektirir. Örneğin muhalefet etmek adına “işsizlik artıyor, ekonominin çarkları dönmüyor, geçinemiyoruz” demenin liberaller ve reformistler dışında kimseye yararı olmaz; bu tür sorunların kapitalizmin genel işleyişiyle bağını açık ve anlaşılır biçimde kurmak ve düzen içinde kalarak çözülemeyeceğini anlatmak gerekir. Çalışanların asgari geçim koşullarının ne olduğu, işsizliğin vs. nasıl azaltılacağı üzerine hesap yapmak bizim işimiz değildir, lâfı dolandırmadan düzenin yıkılması fikrini anlatmaya yoğunlaşmalıyız.

Yayınlarımızın birçok sorunu var. Lenin’in dediği gibi, çalışırken her zaman para, zaman, insan yetersizliği olacaktır; bu yüzden “sorun” sayılmamalıdırlar. En önemli sorun, teorik yetersizliğimizdir. Olumsuz sonuçları şimdi değil, bu yolda yürüdükçe ve devasa pratik sorunlarla karşılaştıkça görülecektir. Bir işi yaparak öğrenmek, bir yere kadar geçerlidir. Fikirlerin yaparak öğrenileceği bir alan yoktur, bu tür anlayışlar yalnızca cehaleti erdem gibi göstermeye yarar. Düşüncelerimizi ancak teorik düşünmeyi öğrenerek geliştirebiliriz.

Teorik yetkinleşme olmadığında, görevini yerine getirebilecek bir yayın kurulu da olmayacaktır. Maddî sorunlar bir biçimde çözülür ama fikrî sorunlar için bilgi gerekir ve bu da akşamdan sabaha olmaz. Önceden teorik olgunluk ve temel konularda ortak düşünme olanakları yaratılmalıdır. Elbette farklı fikirler olacaktır. Ama asgari ortaklaşma yoksa neyin farklı olduğunu bilemeyeceğimiz gibi, farklılıklardan zenginleşmek için yararlanmamız da mümkün olmaz. Sonucunda bir yayında farklı fikirler herhangi bir uyarı, tartışma, gerekçe olmaksızın yer alıyorsa, yayın belli bir politika doğrultusunda çıkartılmıyor demektir. Bu aynı zamanda, yayını çıkartanların yayın üzerinde otoritesi olmadığını gösterir. Dolayısıyla yayının izleyicileri de her kafadan ayrı bir sesin çıktığı liberal bir topluluktur. Öte yandan farklılıklar belli olmasın diye ortalama bir söylem tutturmak da ayrı bir sorundur. Özgün yanları törpülenmiş ortalama fikirler, yarı sindirilmiş gıdalar gibidir ve besleyici değeri düşüktür.

Bugün yayının değerinin ölçüsü çıkartılmış olması ya da okur sayısı değildir. Çünkü günümüz teknolojisiyle bu tür sorunların çözümü çok zor olmuyor. Ölçü, yakalanan teorik düzeydir. Ülkede siyasal iktidara karşı mücadelenin uzun süreden beri devasa bir ezilen ulus devrimciliği ile birkaç cılız direniş arasında asimetrik bölünme yaşadığı bir dönemde, pratik ölçüler aramak anlamsızdır. Yayınlarımızı aynada hayranlık içinde yüzümüzü seyreder gibi çıkartmamak ve özellikle bilgi eksiğimizi gidermek için sabırlı bir çalışma yürütmek, şimdilik gözetmemiz gereken en yakın çalışma ilkemiz olmalıdır. Gücümüzün yetmediği yerde nasıl güçleneceğimizi bilmek ve bunun için sabırla uğraşmak, en büyük güçtür.