Fatsa’dan Beyoğlu’na bir yol yoktur

* Komite’nin Şubat 2019 tarihli 11. sayısında yayınlanmıştır.

CHP, Alper Taş’ı Beyoğlu Belediye Başkanı Adayı yaptı; egemen sınıflara hayırlı uğurlu olsun! Uzun süredir tescilli faşistlerle düşüp kalkmaktan bu düzen partisinin, “solcu” görünmesine yarayan bütün yaldızları dökülmüştü. Solculuk halesini yeniden güçlendirmek için böyle bir operasyona şiddetle ihtiyacı vardı CHP’nin. Alper Taş’ı aday yaparak gösterdiği sağcı adayları da dengeledi. Bir süredir CHP’nin içine seslenmeye çalışıyordu ÖDP; evrendeki temel bir fizik kuralı işledi ve büyük kütle fazla yaklaşan küçük kütleyi kendine çekti. Bu yörüngeden çıkmak artık zordur.

Daha düne kadar bu partinin meclis kararlarında “muhalefet, aday belirleme süreçlerini merkezden atama ya da siyasetlerarası mutabakatla değil; yerel demokrasinin inşasına hizmet edecek, tüm halkın katılımına olanak verecek ön seçimle gerçekleştirmelidir” (18 Eylül 2018, ÖDP PM sonuç metni) diyenler, bugün tam tersini yapıyor. Partide, farklı dönemlerde benzer durumlar daha önce de yaşanmış ve PM kararlarına rağmen bir genel başkan, başka partinin bağımsız milletvekili adayı olurken bir genel başkan yardımcısı da belediye başkan adayı olmuştu. Öyle görünüyor ki o zaman içerik bakımından “suç” sayılan bu davranışlar, bugün meşruiyet kazanmış. Devrimci bir geleneğe sahip çıkma iddiasındaki bir partinin genel başkanının bir düzen partisinden aday olması, iddiasını terk ettiği anlamına gelir. Ancak uzun süredir bunun hazırlığı yapıldığından, bizim açımızdan şaşırtıcı bir karar değildir.

Konu basitçe bir adaylıkla ilgili olsaydı buna dair konuşmak bile gereksiz olurdu. Canımız sıkılırdı ama “Herkesin çarşısına göre pazar” der geçerdik. Oysa bu adaylık, Hopa’da yaşananlarla birlikte düşünüldüğünde bir çizginin mantıki sonuca ulaşmasıdır. Dolayısıyla sorun ÖDP ile de sınırlı değildir. Söz konusu olan, özgücüne dayalı bir devrimcilik iddiasının belirli bir tarihsel konjonktür için bütünüyle yok olmasıdır. Simgesel anlam ve önemi tekinsiz, tehlikeli ve büyüktür.

Gezi’de seferber olan kitleler evlerine çekilip “bas-geççiliğe” gönül indirdiğinde bunun belli bir orandaki siyasi sorumluluğunun; kendimizi dışarıda bırakmadan devrimci bir iddia taşıdığını ifade edip asgari gerekleri yerine “gelenekçi” hamaseti ikame eden Türkiye solu dediğimiz o şekilsiz toplulukta olduğunu tespit ettik. Bu gidişatı tersine çevirebilmek için ilk anda bu topluluğun kimi muteber sayılan kimseleriyle görüştük. Alper Taş doğal olarak bunların arasındaydı. Bize, sosyal demokrasinin soluyla kurdukları ilişkiden memnun olduklarını ifade etti. Görüştüğümüz kendinden memnun solcu topluluk içinde sonucunu bugün gördüğümüz siyasal çizgi olarak en beter yanıt.

Eğer Emirates Stadyumu’nda Jeremy Corbyn ile maç seyredip sonra da Islington’da bir pub’da birlikte bira içiyorsanız sosyal demokrasinin sol kanadıyla sıcak ilişkileriniz vardır. Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner’le birlikte panel yaptığınızda ülke iyice muhafazakârlaştığı için neoliberal merkezci siyasal ve ekonomik görüşleri solda zannedilen iyi bir insan, gençliğinde devrimci mücadeleye değmiş ve yakın siyasi tarihin hızla hukuksuzlaşmaya şahit olduğu bu ülkede tutum ve inançlarından dolayı (biraz da tesadüfen) demokrat çevrelerde bir miktar öne çıkmış başka bir iyi insan ve siz; aynı yerde buluşmuş olursunuz. Bu buluşma, son tahlilde büyük kütleli güçlere hizmet edecektir.

Bugünün küresel siyasetinde sosyal demokrasinin sol kanadı, dünyanın pek çok yerinde ve tabii ki Türkiye’de bir anlam ifade etmemektedir. Türkiye solunu CHP’ye bağlayan; aynı siyasal yönelimin daha reformcu kanadında onların, daha radikal kanadında solun bulunduğu bir siyasal denklem değildir. Bu denklem yetmişler, seksenler hatta doksanların bir kısmı için geçerli olabilir, artık değildir. Millet İttifakı’nın varlığı ve her şeye rağmen sürüyor olmasının nedeni CHP Genel Merkezi’ndeki kimi bireysel hatalı eğilim ve tercihler değildir. Sorun sadece CHP’nin devlet partisi kökeni de değildir. Tam da 2018 Türkiyesi ve dünyasındaki sınıflar mücadelesinin durumunun koşulladığı siyasal güç dengesi nedeniyle ortada sosyal demokrasinin solu da yoktur, onunla ilintili ama kendine ait bir gündemle mücadele eden bir Türkiye solu da.

Ama maalesef ki Türkiye solu CHP ile ilintilidir. Aradaki bağ, hiçbiri sınıfsal olmayan başka saiklerin yanı sıra her iki toplumsallığı birbirine bağlayan, öne çıkan aktörlerin aynı statü grubundan devşirilmesi kaynaklı duygudaşlıktır. Bu duygudaşlığın simgesel pratikleri de “solculuk” dediğimiz kimlik siyasetini yaratıyor. Mesela, patron adına ve patrondan daha görünür olarak işçiyi fabrika önünde direnişe sürükleyen şartları hazırlayan beyaz yakalı idareci ile şimdilerde moda olduğu için o direnişi ziyaret eden sol örgüt mensubunu özellikle sosyal medyada işçinin görebileceği şekilde birbirine bağlıyor. Bu kimlik siyaseti, bugün Türkiye’de proletarya devrimciliği iddiası için bir ayak bağıdır. Tarihsel olarak bu solculuğun hangi iyi referansı varsa genç nüfusu yoğun bu ülkenin emekçileri için ne yazık ki bir anlam ifade etmemektedir. Bu sorun onlara geçmişin geleneği anlatılarak çözülemez, zira devrimcilik tanımı gereği geçmişe dair bir şey olamaz. Bugünün mücadelelerinde izi yoksa türbelerde anlatıldığına ölür ve hâlâ bu iddiayı taşıyanlar tarafından yeniden kurulması gerekir.

Sayımızın azlığına, düşmanın çokluğuna bakmadan yürümek üzere yola çıktık. Önderlerimiz bize mücadele etmekten başka bir miras bırakmadı, biz de daha fazlasını veremeyiz. Gücümüz yettiğince savaşır, gücümüzün tükendiği yerde düşeriz. İşte gelenekle bağımız; gençlere anlatılacak bir kahramanlık öyküsü değil, hafızamızda yer etmiş bir kavga iradesidir. Bu iradenin bugünkü formunu mücadele içinde ve tarihsel materyalizm ışığında inşa etmek görevimizdir. Gelenek mensubiyeti, bugün yaptığımız her tercihin doğruluğunun sağlaması olmadığı gibi yapılan güncel yanlışların düzeltilebileceği bir referans noktası da olamaz.

Alper Taş’ın adaylığının siyasal olarak simgesel önemi, doksanların sonunda başlayan Türkiye devrimciliğinin zayıflama sürecinin sonuna gelindiğini ilan etmesidir. Bir süredir hissettiğimiz ortaya çıkmıştır; artık devrimcilik yoktur. Devrimcilik iddiasını hâlâ taşıyanlar onu yeniden nasıl kuracaklarına karar vermelidir.