Özgürlüğün Ateşini Devraldık

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Mart 2019 tarihli 12. sayısında yayınlanmıştır.

“Ancak halka inanan, halkın yaratıcı dehasının canlı pınarına dalan galip gelebilir.”

Lenin

Mahir, Lenin’den alıntılarken bu ifadeden ne bir kahramanlık yazmayı ne de sadece sözle yaşama müdahale etmeyi anlıyordu. Çünkü o, devrimci bir kavrayışın devrimci bir yaşamdan bağımsız kurulamayacağını bilen ve bizzat gösteren isimlerden biriydi.

Mahir genellikle yaptığı eylemlerle ve içinde bulunduğu örgütsel yapı ile anıldı, savunuldu ya da önderleştirildi. Bazen de yaşadığı dönemin tarihsel koşulları göz ardı edilerek, liberal ve sekter bir edayla düşüncelerinin geçersiz olduğu savunuldu. Oysa bu iki tutum çoğu zaman Mahir’in devrimci düşüncesini anlamaya ve eleştirmeye dönük eğilimleri geliştirmeye engel teşkil etti. Mahir’in devrimciliğini bir bütün olarak ve tarihsel koşulları içinde düşünmek, değerlendirmek ve tüm devrimci hareketin tarihi içinde anlamak zorundayız. Pekala, neydi Mahir’in devrimciliğinin özgün yanları ya da Mahir’in düşüncesinin devrimci özü?

Marksist düşünce, gerçekliği oluşturan ilişkileri ve yasaları kavramayı gerektirir ki Mahir bu yüzden gerçekliğin kavranmasının devrimci mücadelenin öncülü olduğunu düşündü. Marx’tan, Engels’ten, Lenin’den, Mao’dan ve tarihten önyargısız biçimde yararlandı. Devrimcilik; eğer gerçekliğin devinimindeki parça ile bütün, öznel ile nesnel arasındaki bağları keşfetmekle mükellef olmak ise gerçekliğin kavranması ile devrimcilik arasındaki zorunlu bir bağ vardır ve Mahir bunu biteviye sezmiştir. Devrimcinin varoluşunu ancak bu zorunlu bağa yaslayarak sürdürebileceğini gösterdi. Devrimciliğin özünün; gerçekliğin devinimine yön veren yeni devinimler, yeni değerler yaratmak olduğunu ve bunun devrimci teori olmaksızın mümkün olmayacağını hatırlattı. Bu yüzden Mahir ve yoldaşları, Marksist düşüncenin derinlerine nüfuz etmeyi devrimci bir sorumluluk olarak üstlendi. Gerçeklik dönüştükçe Marksist düşüncenin de güncel biçimde eleştirilmesi, dönüştürülmesi ve yeniden yaratılmasının devrimci varoluşun zorunlu tarzlarından biri olduğunu gördüler ve bunu gerçekleştirdiler.

Devrimci ilkeler ve değerler, ezilenlerin ortak çıkarları ile belirlenir. Bu nesnel gerçekliğin dışına düşen anlayışlara karşı Mahir uyarır; Oportünizme –Mahir’in deyimiyle “ideolojik mücadeleden kaçışa”-, devrimci hareketi küçük burjuva devrimcilerine teslim etmeye, dogmatizme, indirgemeciliğe, salt pratikçiliğe, ideolojik-politik ve örgütsel mücadelenin birliğini görmezden gelmeye karşı Marksist düşünceyi derinleştirmek devrimcinin varlık ilkesidir. İradenin de ancak o zaman gerçek bir anlamı vardır ve ezilenlerin bağımsız iradesinin oluşmasına sadece “devrim için savaşanlar” öncülük edebilir.

Mahir ve yoldaşlarını yan yana getiren şey, tesadüf ya da şans değildir. Onları yan yana getiren; o dönemin özgün şartlarında sınıfın iktidar mücadelelerinden, ezilenlerin direnişlerinden, gençlik ve köylü isyanlarının kalbinden, aklından yükselen devrimci harekettir. Böyle zamanlarda hayat, devrimci kitle hareketlerinin ve bu hareketlerin ortaya koyduğu mücadelelerin en önündeki insanları bir araya getirir ve devrimci bir parti öyle oluşur. Mahirler on kafadar olarak veya mahalle, okul arkadaşı olarak yan yana gelen insanlar değildir. Faşizme, emperyalizme ve dönemin sermaye devletine karşı geliştirilen bütün mücadelelerin içinden çıkarak bu mücadeleleri bizzat örgütlemiş, eylemlerin kitlesel taşıyıcısı olmuş, önderleşen devrimcilerin yan yana gelişidir THKP-C. Yani kahramanlar tarih yaratmamış; bizzat tarihin içinde somut pozisyonlar, doğru konumlanışlar alanlar tarih tarafından kahramanlaştırılmıştır. Mahir’in THKP-C’sinin tarihsel şekillenişi bile bugünkü devrimci hareket-parti arayışlarındaki yanlış konumlanışları sergilemek açısından oldukça önemli bir somut deneyimi ifade eder. İşçilerin, emekçilerin, gençliğin politik toplumsal mücadele ve örgütlenmelerinin içinde sahici hiçbir konumu ve rolü olmayan “öncülerce” oluşturulmuş onlarca devrimci sekt mevcut. THKP-C’nin kurucu kadrolarının ise hemen hepsi gençlik, işçi, emekçi örgütlenmelerinde, onların yığınsal örgütlerinde önder olan insanlardan oluşuyordu. Parti, hareketlerin hareketi olarak ve Türkiye’nin, dünyanın devrimci bir analizi üzerine yükselen somut ve sürekli gelişen bir devrimci stratejiye dayanarak, iktidara alternatif olarak kurulmuştu. Bunları unutmanın, görmezden gelmenin ya da aynı sorumluluğu taşımamanın devrimcilikle hiçbir ilintisi olamaz. Devrimci deneyimlerden öğrenmek, ders çıkarmak ve bu deneyimleri geliştirmek devrimciliğin özsel nitelikleridir. 

Tarihten, Mahir’den ve devrimcilerden çok şey öğrendik: Devrimci olmak, hangi dönem olursa olsun devrimci hareketin ve devrimci birliğin kuruluşuna katılmak, “mücadelenin bütün aşamalarında mümkün olan en geniş cepheyi kurma politikası”nı üstlenmek ve ideolojik-politik-örgütsel ve askeri hegemonyayı tesis etmektir. Bunu da ancak -Mahir’in de bize sık sık hatırlattığı gibi- gerçekliği oluşturan ilişkilerin nesnel bilgisine ulaşarak yapabiliriz.

Devrimci olmak; Mahir’in ve devrim uğruna mücadele etmiş milyonların ateşini devralıp harlayarak bu ateşin ezilenlerin elinde yükselmesini sağlamaktır. Özgürlüğün ateşini taşımak ise dünyadaki tüm ezilenlerin gücünü birleştirme erdemine ortak olmaktır. Biz, bu ateşi devraldık. Tarihin ateşinini körüklemeden gitmeyeceğiz ve bu ateşin erdeminde var olup eriyeceğiz.