23 Haziran’a Doğru Geri Adım Atmak Yok

Sermaye düzeni için varlığı anlamsızlaşan, buna rağmen devletin çelik çekirdeği olan kurumlarda MHP’nin de desteğiyle hala önemli pozisyonları tutan Reis, bunlardan vazgeçmeyeceğini İstanbul seçimlerini acemice bir sürecin sonunda iptal ederek gösterdi. Buna benzer hamleleri başka zamanlarda da yapmış ve alternatifsizliğine güvenmişti. İmamoğlu’nun yükselişiyle birlikte bu hataların sonuç üretmemesinin sonuna gelinmiştir. Egemenler arasında böylece büyük bir siyasal çatlak oluşmaktadır. Komite Dergisi Ocak 2019 sayısında “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir dönemi açık bir biçimde kapanmıştır, üstelik bu küresel olarak son derece istikrarsız ve değişken bir ortamda gerçekleşmektedir. Kendi ‘eski rejimini’ devirdiği 1908’den beri birkaç kez olduğu gibi sermaye devleti bu defa varlık yokluk sorunu içinde rejim değiştirmektedir” demekteydi. Kuşkusuz sermaye rejimi bir soyutlamadır, emir veren bir aktör gibi düşünülemez dolayısıyla bu rejim değişikliği bir sürece yayılacaktır. Şu an tam da bu sürecin içinden geçmekteyiz. Yaşanan siyasal çalkantılar bununla ilgilidir.

Yeni rejimin “ebesi” olacağı düşünülen Cumhurbaşkanı’nın önlenemez yükselişi ve onun etrafında bir tek adam rejimi oluşturulmasının kökeninde, sermayenin sömürü düzeninin arkasına saklandığı bir meşruiyet perdesine ihtiyaç duyması gerçeği vardır. Bunu aynı yazıda şöyle ifade etmiştik: “Erdoğan (içinden çıktığı İslamcı hareket değil, sadece Erdoğan) bu bağlamda egemenlerin muhtaç olduğu siyasi düzen için bir rıza ve meşruiyet kaynağı olarak kendisi ile boy ölçüşebilecek bir rakibi olmadan kendini inşa etmiş bulunmaktadır.” Erdoğan’ın bu rolü yazıda da ifade edildiği gibi onun seçim kazanma yeteneğinden kaynaklanmaktaydı, 31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinin sonuçları onun bu yeteneğinin sakatlandığını gösterdi. Bu yüzden sermaye düzeni için varlığı anlamsızlaşmaktadır. Bu durumu değiştirmek zorundadır yoksa yeni dönemde ne kendisinin ne de mirasının rolü olamaz. Erdoğan bu yüzden can havliyle, şişkin örgütünün gerçekteki zayıflığından dolayı perde arkasından beceremediğini açıkça yaparak YSK’ye talimatla kaybettiği İstanbul seçimlerini tekrarlatmıştır.

Bu adım açıkça anayasal sınırların dışına çıkmaktır. 7 Haziran’ı tekrarlatırken CHP’ye hükümet kurma görevini vermediğinde Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’na verdiği yetkilerdeki bir boşluğu kullanmıştı. Oysa bu yeni adımı, sivil diktatörlük tanımlamamızın sağlamasıdır. Tıpkı bunun karşısında İmamoğlu’nun konuşma metninin hatta vücut dili kullanımının çok önceden çalışıldığı belli olan Beylikdüzü Mitinginde, orada verilen herkes konuşacak mesajıyla paralel olarak TÜSİAD başta olmak üzere bazı müesses nizama dâhil kişi ve kuruluşların verdiği tepkilerin ortada bir emekçi muhalefeti cephesi olmadığını gösterdiği gibi… Egemenlerin bir kesimi, sermaye düzeninin bekası için masaya getirdiğinden daha fazlasını götürdüğünü düşündüğü tek adamdan kurtulmak istemektedir ama tabii ki bunu, elini ateşe sokmadan yapmaya çalışmaktadır.

31 Mart seçimleri öncesi tek adam “rejimin geriletilmesi, zayıflatılması her türden halk mücadelesinin başarılı ve etkili bir biçimde örgütlenebilmesinin, mücadelenin kalıcı olabilmesinin koşuludur” demiştik. Pozisyonumuz hala aynıdır. 23 Haziran’da da AKP’nin bir kez daha kaybetmesi sağlanmalıdır. Anlaşılan o ki Millet İttifakı içinde özellikle CHP’nin yönelimi seçimlere girilmesi yönünde oldu, başka bir strateji tercih edilmedi. Bu kararın tartışılmasının bir anlamı yoktur. Seçimin galibi onlardır, 23 Haziran’a dair tercih de onlarındır. Biz sonuçta Millet İttifakı’nı çok uzun süredir düzen partisinin diğer kanadı olarak görüyor ve onların seçim kazanmasını ancak emekçilerin kurtuluş mücadelesinde yaratacağı fırsatlardan dolayı önemsiyoruz. Nitekim seçim sonucu değerlendirmemizde bu durumu şöyle ifade ettik: “Düzen partisinin iki kanadının siyasal gücünün dengelenmesi, birinin merkezi iktidara diğerinin yerel yönetimlere sahip olması bunlar uzlaşmadığı sürece değerlendirilmesi gereken bir siyasi fırsattır.” Ama bu fırsattan kenarda risk almadan durarak faydalanamayız.

Ekonomik krizde ezilen emekçilerle, bu ülkede kendine gelecek görmeyen gençlerle AKP’nin yenilmesi için birlikte mücadeleye girmek gerekir. Fakat kendimizi de kandıramayız; bu insanlar umudunu İmamoğlu’na ve Millet İttifakı’nın zaferine bağlamıştır. Biz onlarla ortak mücadeleyi ve dayanışmayı ancak kendimizin bu konudaki görüşlerini saklamadan, taktiksel hedefle stratejik yönelimimizi birbirine karıştırmadan bunları, ilke meseleleri olarak değil siyasal tavırlar olarak kavrayarak yürütebiliriz. Hakikatle barışık bir biçimde, devrimci irademize sarılarak ve halka yalan söylemeden mücadelenin içine gireceğiz.

Bu tarihsel dönem her tür siyasal gelişmeye açıktır. 23 Haziran’a moral üstünlüğüyle giden İmamoğlu’nun kampanyasına karşı kimi provokasyonlar düzenlenebilir. Seçim sandıkta ya da sayım sürecinde çalınmaya çalışılabilir. YSK gene talimatla hukuksuzluklara imza atabilir. Bunlara karşı mücadele; Cumhur İttifakı’nın olduğundan güçlü gösterilmesiyle, her istediklerini yapacak kapasitede oldukları gibi yanılsamaların toplumsallaştırılmasıyla olmaz. Ülke ekonomik bunalım içindedir, Reis’in halk desteği özellikle kentsel merkezlerde sallanmaktadır. FETÖ ve klasik İslamcılardan temizlediği örgütü şişkin ama beceriksizdir, sermaye düzeni henüz at değiştirmeyi becerememiştir. Göğün altındaki her şey kaos içinde. Öyleyse tarihsel materyalizm ışığında proletarya devrimciliği mücadelesi için ileri!