Direnmezsek TÜPRAŞ Örnek Olur!

Ekonomik kriz derinleştikçe egemen sınıfların işçi sınıfına yönelik sistematik ve kesintisiz saldırısı da boyut değiştirerek büyüyor. Uluslararası tekeller ve yerli büyük sermaye grupları krizi coşkuyla bir fırsat olarak değerlendiriyorlar. Böylesi dönemlerde iki temel yönden saldırılarını geliştiriyorlar: Bunlardan birincisi krizin derinlik kazanmasıyla sarsıntıya giren, iflasa, borca batan daha küçük sermaye birikimine sahip şirketlere; ellerinde olan finansal hortum mekanizmalarıyla (banka, factoring vb) yok pahasına el koyuyorlar. İkinci saldırı biçimi ise inisiyatifini dolayımlarla elinde bulundurdukları devlet aygıtı ve hükümetleri kullanarak, bunları “Yapısal Reformlar” diye ambalajlatarak emekçi sınıfların lehine bir şeyler yapıyoruz ideolojik görüntüsü altında tüm toplumun birikimlerini kendi servet vurgunu hamlelerine altlık yapmalarıdır. İşte ülkemizde egemen sınıflar tarafından krizin tüm bedelini emekçilere ödetmek için yürürlükte olan durum budur.

Biz Komiteciler, krizin ayak sesleri ilk duyulmaya başlandığı andan itibaren aynı şeyin altını defaetle çiziyoruz. Eğer işçiler kendi örgütlerini sorgulamaya başlamazlarsa, sarı-bürokratik baronlaşmış sendika çetelerinden kurtulmanın yolunu bulamazlar ve birleşik bir direniş hattı geliştiremezlerse bu krizin de faturasını ödeyecekler. Komiteciler, işçi sınıfına yönelik sistematik çabasını krizle birlikte daha da yoğunlaştırarak işçi sınıfının direnme eğilimlerini güçlendirmeye yönelik pratik bir konumlanışı büyütmeye devam ediyor. Bu çaba, düşmanın tüm saldırısını olmasa bile belli hamlelerini boşa düşürebilir. Bunun farkında olarak çabamızı sürdürüyoruz, sürdüreceğiz. Nerdeyse tüm siyasi partileri, nerdeyse tüm işçi sendikalarını doğrudan ya da dolaylı biçimlerde denetim altında tutan patron sınıfı, TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, TİSK gibi örgütleri ve sahip oldukları medya organları aracıyla toplumun algısını sürekli dönüştürerek çalışma hayatıyla ilgili her türlü çıkarlarını yasa haline getirdiler. İş Kanunu, Sendikalar Kanunu, Borçlar Kanunu, SGK Kanunu gibi düzenlemeleri değiştirerek, arabuluculuk yasası, kiralık işçilik yasası gibi yeni ek kanunlar ve torba yasalar aracılığıyla ek saldırı programlarını da hayata geçirdiler. Denetim altındaki sendikalardan ufak tefek göstermelik basın açıklamaları dışında bu saldırılara organize tepkiler geliştirilemedi. İşçileri, emekçileri hareketsiz kılacak cenderelerin sayısı artırıldı.

90’lı yıllarda asıl iş, yardımcı iş ayrımıyla başlayan saldırı; şimdi işçilerin kıdem tazminatı hakkının fona devri, emeklilik hakkının özel şirketlere devri politikalarıyla devam ediyor. Yapısal reformlar olarak gündeme alınan her şey, işçi ve emekçi sınıfları patronların kölesi haline getirerek tam boyunduruk altına almayı hedefliyor. İşte Koç Holding’e bağlı TÜPRAŞ’ın toplu iş sözleşmesi süreci ve Yüksek Hakem Kurulu tarafından zorla bağıtlanması, önümüzdeki dönemde egemen sınıfların hangi stratejiyle hareket edeceğinin ortaya çıkmasıdır. Özelleştirme politikaları kapsamında Koç Holding tarafından gasp edilen TÜPRAŞ’ın işçisi grev yasağı nedeniyle toplu iş sözleşmesi sürecinde zaten sınırlı tutum geliştirme olanağına sahipken, işveren önceki yapısal reform programlarıyla toplu sözleşme sürecini doğrudan kontrol altına almak için oluşturdukları YHK aracılığıyla işçilerin taleplerini yok saydı.

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Özgür Burak Akkol’un, ki kendisi aynı zamanda Koç Holding’in İnsan Kaynakları’nın başındaki kişidir, doğrudan işçi sendikalarını yönetmek gibi de bir misyonu var. Bu bakımdan sendikal liderliklerin belirlenmesinde dolaylı da olsa rol oynar. Bunu unutmadan bir tespitin altını çizelim: Petrol-İş Sendikası’nın AKP tarafından getirilmiş Genel Başkanı Ali Ufuk Yaşar’ın da itiraf ettiği üzere TÜPRAŞ sözleşmesi, YHK’nin adeta KHK niteliğindeki müdahalesiyle sonuçlandı. İki yılda bir yapılan toplu iş sözleşme süresi üç yıla çıkarıldı, mesailer, mazeret izinleri ve vardiya düzeni işçiler aleyhine düzenlendi. Ücret zammı ise ilk altı ay için %6 olarak belirlendi. Toplu sözleşme süreci boyunca bazıları işveren talepleri arasında bile olmayan bu maddelerin tepeden YHK tarafından dayatılması, işçilerle ilgili her şeyi uzak bir mesafeden takip edenlerce şaşkınlıkla karşılandı. Biz Komiteciler, açıkça bunu bekliyorduk. Toplu sözleşme takvimini aylarca aşmış olmalarına rağmen Kamu Toplu İş Sözleşmesi’ne bir plan dahilinde oturmayan taraf, AKP ve devletti. TÜPRAŞ “zammı”, hızlıca Kamu Toplu İş Sözleşmesi çıpasına dönüştürüldü, yüzde beş zam teklifi geldi patron devletten. Türk-İş Başkanı bile, “Bu kadar da olmaz, pahalılık ve enflasyon koşullarında bu teklifi biz  işçilere yediremeyiz” diye yakındı.

TÜPRAŞ sözleşmesi bir model olarak sermaye sınıfı tarafından önümüzdeki dönem, örneğin MESS grup sözleşmesi gibi süreçlerde silah olarak kullanılacaktır. Yeni yeni haklarını ileriye doğru geliştirmeye ve kırk yıldır süren geriye gidişe son vermiş metal ve kimya işçileri bu saldırı dalgasını geriye püskürtme göreviyle karşı karşıyadır. İşçiler bir adım geriye gidilecek yerlerinin olmadığının farkındadırlar. Patronların denetiminde işçi sendikaları merkezleri “Kıdem tazminatı kırmızı çizgimiz” diyerek ve bu savununun örtüsünde saklanarak, bunun dışındaki her işçi hakkının işverence gasp edilmesine sessiz kalamaz. Biz bu sessizliği artık görmezden gelemeyiz. Arabuluculuk Yasası iptal edilmelidir. Grev yasaklarına son verilmelidir. Özgür toplu sözleşme hakkı savunulmalıdır. YHK’nin kaldırılması savunulmalıdır. Sendikal örgütlenmeyi imkânsız kılan tüm barajlar kaldırılmalıdır. İşverenlerin sendikal örgütlenmeye karşı kullandıkları keyfi yetki itiraz hakları kaldırılmalıdır. Militan bir işçi hareketi ancak ciddi bir yasal kurumsal temizliğin arkasından geliştirilebilir.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Ağustos 2019 tarihli 14. sayısında yayınlanmıştır.