Sesi Yükselirken Seçenekleri Daralan Dış Politika

Türk dış politikası bugünlerde iki eksen etrafında şekilleniyor ve açıkçası başka seçeneği de yok. Bu iki eksenden biri Saray rejiminin var kalma ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen, bir yandan kof bir hamasetle örülü öte yandan Atlantik ve Avrasya arasında bir denge oyunuyla Reis’in itibarı ve oyun alanını ilerletmeye çabalayan bir örüntüdür. Daha tarihsel olan ikinci eksen AKP’nin parlak günlerinde BOP Eşbaşkanlığı ve Arap Baharı’ndan cesaret alarak sermaye sınıfının talebi doğrultusunda giriştiği bölgesel güç olma hevesinin sonuçlarını kontrol altında tutma ama bir yandan da hiç değilse görünüşte eski iddialardan geri basmamaya dayalı bir örüntüdür ve bunda da Atlantik ve Avrasya arasındaki denge oyunu işlevseldir.

Türkiye’nin dış politika ile ilgili öne çıkan neredeyse tüm meseleleri bu matriste açıklanabilir. Zaten bunun yanında geriye kalan tek eksik yön, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel Kürt Sorunu meselesi ve onun gerekirlikleridir. Türkiye’nin S-400 alımı, ilk başta hangi saikle satın alınmış olursa olsun gelinen noktada Atlantik ve Avrasya arasındaki cambazlığın simgesi haline gelmiştir. Aslına bakılırsa “Atlantik” ve “Avrasya” ifadeleri genel geçer durumu ifade etmek için kullanılmaktadır. Çünkü Türkiye’nin ABD dışında AB ile ilişkisi, bütünüyle ticari konular ve göçmen meselesinde karşılıklı bir çıkar ilişkisidir. Avrasya başlığında ise Türkiye ile Rusya, hatta Kremlin dışında kimse ilişki kurmaya o kadar da istekli görünmemektedir. İdlib’den Libya’ya, neredeyse tüm konularda zaten Türkiye bu bloğun karşısındadır, fakat Kremlin ile hakikaten iyi ilişkileri vardır ve bu bir tür dengeyi mümkün kılmaktadır.

Uzunca bir süre bu denge siyasetinin, eninde sonunda Atlantik lehine terk edileceği düşünüldü. Soldan gelen tespitler (Türkiye’de ne yazık ki sömürgeci ülkeler karşıtlığından pek ayrılamayan antiemperyalizm bayrağını yeniden tek başına taşıma hasretiyle) temenniyle karışık olarak özellikle bu yöndeydi. Gelinen noktada şunu görmek gerekir ki Reis hiçbir şeyi değiştiremez, kabinesini kolayca revize edemeyen dış politikasını hiç revize edemez. Tam da bu yüzden denge siyaseti Rusya dansa devam ettiği sürece devam edecektir. Fakat ayıyla dansa kalkan dikkatli olmalıdır. Doğu Akdeniz’deki doğal gaz zenginliği, İdlib, Libya ve Türkiye’nin sahip çıktığı tekfirci teröristler gibi başlıkların herhangi birinde, Türkiye beklemediği bir biçimde Rusya’nın tepkisiyle karşılaşabilir. Bununla birlikte belirtmek gerekir ki Rusya, Türkiye’ye karşı sabırlıdır.

Sabırlı muadiller şimdilik Türkiye’nin avantajına gözükmektedir. Kremlin, Türkiye’nin S-400 alarak silah ticareti alanında NATO’da yarattığı insanın gol diyor durumundan memnundur. Avrupalılar, Türkiye’nin “değerli” kıtalarına gelmelerini engelleyen bir toplama kampına dönüşmesinden memnundur ve Türk siyaset sınıfına Doğu Akdeniz dahil sabır göstermektedir. Donald Trump, kendi siyasi görüşlerini ve yaklaşımını benimseyen tüm dünya liderlerine karşı sabırlıdır. Temsilciler Meclisi’ne seçilen ilk tesettürlü Müslüman kadına “ya sev ya terk et” diyen ABD Başkanı’nın Türkiye sağıyla pek çok benzerliği vardır.

Türkiye’yi çıktığı ve artık kendi iradesiyle inemeyeceği cambaz ipinden düşürecek gelişmeler bu büyük oyunculardan Türkiye’ye doğru hamlelerden ziyade, daha küçük aktörlerin giderek iç politika ile daha çok ilintili olan Türk dış politikasının karizmasını ağır çizecek kimi hamlelerin kısmen tesadüfi ve baştan planlanmayan sonuçları olabilir. İdlib ya da Libya kimi askeri felaketler böylesi durumlara yol açabilir. Türkiye’nin zaten taraf olmadığı küresel sorunlar da benzer bir sonuç yaratabilir. Özellikle İran ve İsrail ile ilgili olarak tüm dünyayı etkileyecek gelişmeler Türkiye’nin, gergin cambaz ipinde daha fazla duramaması ile sonuçlanabilir.

Aslına bakılırsa tüm küresel siyaseti etkileyecek gelişmeler olabilir ve bunlar Türkiye’yi etkiler demek pek de ilginç bir tespit değildir, zira tersi mümkün değildir. Suriye Arap Ordusu ve Halife Hafter’in güçlerinin Rusya benzeri aktörlerin bozma niyeti olmadığı dengeleri bozabileceğini öngörmemizin nedeni ise hiçbir şeyini değiştiremez dediğimiz Saray’ın tüm Orta Doğu’da geliştirdiği Müslüman Kardeşler ortaklığından da vazgeçemeyecek olmasıdır. İstanbul, bugün ülkelerinden kaçan İhvan eğilimli Arap militan ve entelektüellerinin sığındığı en büyük merkezdir. Bu insanlar, bugün AKP’nin parçalanmış bir hayalinden arta kalan ata yadigârları gibidir.

Sonuç olarak Türk dış politikası bugün kankası Katar kadar esnekliğe ve iradeye sahip değildir, bununla birlikte hem Atlantik hem de Avrasya’da ayağı vardır. Uzun bir süredir bu iki plaka tektonik hareketlerle birbirinden uzaklaşırken Reis burada ayakta kalamaz deniyordu. Bugün ortaya çıktı ki onun ayakları donmuştur ve ancak ötekilerin ona dair vereceği kararlar geleceğini belirleyecektir ve bu noktada hala şanslıdır. Bununla beraber bu hesapsız dış siyasetin maliyeti de günden güne artmaktadır sadece yurttaşlarımız için değil, Orta Doğu halklarının kardeşliği ideali için de.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Ağustos 2019 tarihli 14. sayısında yayınlanmıştır.