Güçlü devletlerin egemenlerinin tuttuğu iplerin ucunda oynatılan Kürtler, Türkler, Araplar

Saray Rejimi, ilkbahardan beri açığa çıkan krizini perdelemek için daha önce tavşan çıkardığı tüm şapkaları yeniden kullanmaya kararlı. Kolaydan başladılar ve kayyım darbesini yaptılar, istedikleri hava oluşmadı. Şimdi de Afrin’e girildiğinde oluşan Cumhur İttifakı’nın yenilmezliği havasını canlandırma umuduyla, bu kez Rusya ile değil, ABD Başkanı ile anlaşarak ilk elde Tel Abyad ve Resulayn arasına herhalde M4 karayoluna kadar derine gidecek bir operasyona başlandı. Bu ilk hamle başarılı olursa ABD ve Rusya ile bir tur daha müzakere sonrası operasyon sahasının genişletilmek isteneceği ortadadır. 13 Kasım’daki Beyaz Saray görüşmesinin esas gündemi bu olur. Erdoğan krizi derinleştikçe Suriye’de daha geniş bir KKTC yaratıyor. Suriye meselesinde batağa girdikçe yavaşça ittirerek kendine daha geniş alan açmaya çalıştı. Bu İdlib Cebinin güneyinde olduğu gibi ters teptiğinde de hiç istifini bozmadı. Erdoğan hep ileri kaçarak iktidarını sürdürmeye çalışıyor.

Trump ilk kez Suriye’den çekileceğini açıkladığında Komite’de yayınlanan yazıyı “ABD desteğine güvenenler de başını taşlara vuruyordur” diye bitirmiştik. Yanılmışız. O zaman Amerikan müesses nizamı araya girmiş ve Suriye’den çekilmeyi engellemişti. O durum Rojava’da yeni bir siyasi düzen kurmak isteyen ve bunu kısmen gerçekleştiren Kürt Siyasal Hareketi’nin ABD’ye olan güvenini yersiz bir biçimde arttırmışa benziyor. Fırat’ın doğusu boyunca Suriye’nin en zengin petrol sahaları dâhil geniş bir bölgeyi ABD desteğiyle kontrol eden Kürt Özgürlük Hareketi’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri, bölgesel kamplaşmada Mukavemet Eksenine değil, “demokrasi ve özgürlükler” rejimlerinin hamisi ve banisi Batı’ya güvenmeyi seçti, sonuç ortadadır. Son tahlilde NATO’nun sadık üyesi Türkiye’nin bir Kore Halk Cumhuriyeti muamelesi göreceği beklentisi uluslararası politikaya dair cehalet gerektirir. Batı, Türk egemenlerine asla bütünüyle sırtını dönmeyecektir.

Esas konumuz doğal olarak kendi hâkim sınıfımız ve onun devleti olmalı kuşkusuz ama şunu belirtmek isteriz. Özgürlük aşığı batı müesses nizamının vicdanına hitap eden bir politika Rojava’da yaşayan insanların korunması noktasında gerçekçi değil. Kürtlere bugünlerde sempati mesajları veren batılı seçkinler, küresel kuzeyin müesses nizamı ve onun trenine binenler batıdaki sıradan insanların ruh halini yansıtmıyor. Trump, seçim kazanmak için tıpkı geçen sefer olduğu gibi, ülkelerinin büyük şirketlerinin istediği ve onların işine yarayan savaşları, vergileri ve evlatlarının kanlarıyla finanse etmekten bıkan halkın oyunu almak istiyor. Kendi egemenlerinin popülist politikalarla mesafeli “saygın” kesimince aşağılanan bu insanlar, insani müdahale öğretisinin sözde ahlaki standartlarını kavramak istemiyor. Genel oy hakkı kaldırılmadığı sürece ABD’de dört yılda bir kasım ayı yaklaşırken Trump gibileri onları dikkate almak zorunda olacak. O yüzden Trump seçime bu kadar yakınken bu defa Rojava’dan hangi zalimliğin görüntüsü gelirse gelsin tavır değiştirmeyebilir.

Kimseye akıl vermek haddimiz değil, “halkların kardeşliği” gibi genel geçer sloganları tanklar ve savaş uçakları ölüm yağdırırken bile yükseltmek gerekir ancak slogan atmak çözüm değildir. Rojava’daki yapıyı olduğu biçimiyle korumak anlaşılır bir tercih olabilir, fakat bu durumda tasvip edilir bir durum olup olmadığı tartışmalıdır. Bölgesel güçlerle kurtarılabilecek ne varsa kurtarmak için ortaklık Batıya güvenmeye devam etmekten daha hayırlı olmayacak mı diye sormanın zamanı daha gelmediyse ne zaman gelecektir bilemeyiz. Bildiğimiz, küresel kuzeyin egemenlerinin dünyanın geri kalanına faydalı politikalarının olmadığıdır. Yerli egemenlerle ve başka bölgesel güçlerle pazarlık en mükemmel seçenek olmasa da bu konjonktürde hayat kurtarıp kimi kazanımları da koruyabilir.

Türkiye’de devrim mücadelesi büyütmek isteyen bizler için sorun tabi ki Afrin sonrasına benzer bir şoven dalganın gelişmesini engellemektir. Halk gözündeki meşruiyeti sıkıntıda olan, daha fazla ve yaygın sosyal hak taleplerine muhatap olan ve bunlara yanıt vermekte zorlanan iktidarın bu ortamda bu gündemi öne çıkaranları itibarsızlaştırmaya hatta kriminalize etmeye çalışacağı ortadadır. Metal toplu sözleşmesine, yeni asgari ücret ve bütçeye dair tartışmalara sahne olacak sert geçecek kışta şoven argümanlar işçileri susturmakta etkin olarak kullanılmaya çalışılacaktır ama unutulmamalıdır ki biz en kötüsünü gördük. Trump’ın hakaretlerini usulca dinleyenleri, Ortadoğu halklarını birbirlerine başarıyla kırdıranların arasında kendi lehlerine siyasetleri başarıyla sürdürüyorlar diye alkışlayacak değiliz. Biz Kırkağaç’ta Ankara’ya yürüme iradesine sahip çıkan madencilerin, kendi öz örgütlerini yaratan PTT işçilerinin, Anadolu’nun en muhafazakâr kasabalarında hakları için direnenlerin yanında kavgamıza devam edeceğiz. Onlar OHAL’in en karanlık günlerinde haklı olmanın getirdiği güvenle geri basmadı. Onlar direnme icazetlerini, meclisteki ana muhalefetin ne zaman şovenizm kartı ortaya sürülse bir biçimde titreyen siyasi aklından almadı. Onların şovenizm batağına sürüklenmesini engellemek için elinden geleni yapmak devrimcilerin boynunun borcudur.

Tüm Ortadoğu halkları küresel kuzeyin egemenlerine değil birbirlerine güvenmeli ama bunun yolu da kendi egemenlerinin şoven söylemlerinin zehirli çekiciliğine kapılmamalarından geçiyor. İşte bugünlerde bizim bu ülkedeki görevimiz de budur. Ayağa kalkan emekçinin yanında ol, şovenist söylemle zehirlenmesini engelle. Ancak bunu becerebilirsek saraylara kendi savaşımızı açabilecek kadar güçlenebiliriz.