Babacan’dan Emekçilere Hayır Gelmez

Yeni parti kuracağı haberleriyle gündeme gelen Ali Babacan, AKP ile Batı arasında bir köprü görevini üstlenen en önemli isimlerden biriydi. Görev aldığı süre boyunca Türkiye ekonomisi düşük enflasyon, faiz ve kur seviyelerinde gezindiği için özellikle iş dünyası ve liberal kanat tarafından popüler bir isim oldu. Ekonomi Bakanlığı ve Hazineden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevlerini Türkiye’nin neoliberal dönüşümünü üstlenerek geçirdi. AB’ye uyum sürecinde temel alınan Maastricht kriterlerini tutturma görevi onun aynı zamanda AB ile Başmüzakereci olmasına da neden oldu.

IMF güdümlü bir istikrar programının uygulayıcılığını yapan, 12 Eylül döneminin ekonomi kurmayı olan, askeri yönetim sonrası sivil makyajlı bir “çekicilikle” farklı eğilimleri toplama iddiasındaki Özal’la epey bir benzerlik taşıyor bu açılardan. Bu benzerlikler bile emekçiler açısından Babacan’ın neye hizmet ettiği ve edeceği hakkında fikir veriyor ama bunu bir kenara bırakırsak tarihin tekerrür edeceği de meçhul.

Neoliberal ekonominin kamuyu verimli hale getirme ve kamu borç stokunun düşürülmesi ilkeleri, onu özelleştirmenin savunucusu haline getirdi. IMF taleplerine uygun Derviş programının uygulamasında önemli rolü olan Babacan bu nedenle Kemal Derviş tarafından “2002-2007 arasında Türkiye’ye altın çağını yaşattığı” için övüldü. Peki Babacan’ın görev aldığı dönemlerde, gerek dünya gerekse Türkiye ekonomisinde gerçekte neler olmuştu?

İlk görev aldığı 2002-2007 dönemi; sermayenin serbestleşmesi neticesinde 90’ların sonu boyunca yaşanan dünyadaki ekonomik krizin, yüzeysel IMF programlarıyla düzelemediği eleştirilerinin yaygınlaşıp Dünya Bankası destekli daha derin yapısal uyum programlarının hazırlandığı dönemdi. IMF nedeniyle krize giren Türkiye ekonomisinin kurtuluşu bu yüzden Kemal Derviş’e devredilmişti. Ne yazık ki bu politikalara olan güven 2008 yılında dünya ekonomisinin tekrar krize girmesi ile sarsılacaktı.

Bu dönem, ABD’nin küresel krizin etkilerini hafifletmek için uyguladığı genişletici para politikalarının Türkiye dahil tüm dünyaya sermaye akışı (bolluğu) sağladığı dönemdi. Bu sayede Türkiye ekonomisi de ucuz döviz ve buna bağlı olarak düşük faiz ve enflasyon seviyelerini yaşamış oldu. Bu olguyu göz ardı ederek kamunun küçültülmesine tek başına alkış tutanlar, kamusal denetim mekanizmasının bozulmasının, güvencesizliğin artışının, kredi genişlemesinin ve ağırlıkla özel sektöre devredilen borç yapısının Türkiye ekonomisinde bugün yarattığı riskleri ve sonuçları görmezden geliyorlar.

Ayrıca, Türkiye ekonomisinin 2001 sonrası yeniden yapılanma sürecindeki önemli sacayaklarından olan ve emekçilerin kazanımlarının tırpanlanmasına veya koşularının kötüleşmesine yol açan 2003 İş Kanunu, 2008 Sosyal Güvenlik Reformu gibi düzenlemelerde Babacan hep önemli roller aldı. Yaptıklarını, yapacaklarının teminatı olarak görürsek Babacan’ın kapitalist-emperyalist sistemin ve onun içerdeki uzantılarının temel talepleri olan ve krizin yükünü emekçi sınıflara yıkacak “yapısal reformları” hayata geçirmeye aday bir siyasetçi olduğu çok açık. Şu ana kadarki demeçlerinde gördüğümüz (ve ilerde de göreceğimiz) hukukun üstünlüğü ve demokratikleşme benzeri söylemler de bu potansiyel icraatların maskesi olabilir ancak.