Sınıf Mücadelesinin Güncelliği: Proleter Devrimciliğin Tek Yolu

Egemen sınıflar kriz konusunda oldukça hazırlıklı. 12 Eylül 1980’den bu yana sistemli bir biçimde emeğin denetimi rejimi adeta kesintisiz bir tarzla tümüyle dönüştürüldü. Elbette dönemsel olarak kullanılan kimi politikalarda tadilat, kullan at politikaları da uygulayarak yaptılar bunu. Kanun ve yönetmelikler düzeyinde sermaye lehine köklü bir dönüşüm yaşandı. Halen örneğin meclisten apar topar geçirilen torba kanunlar ve sermaye lehine kanun üretme mekanizmasına dönüşmüş Yargıtay 22. Hukuk Dairesi kararlarıyla işçi ve emekçilere yönelik fiili hak gasplarını yasalaştırmaya devam ediyorlar. Yasallar düzeyinde emeği tam boyunduruk altına aldılar ve bu boyunduruğun olası aksaklıklarını sağlamlaştırmak, gelişen öngörülmeyen durumlar için yasal düzenleme çıkarabilme özgürlüğüne sahipler.

2001 krizi ve AKP iktidarı emeğin siyasal ve sosyal politikalar yoluyla da denetim altına alınması imkânını sundu egemen sınıflara. Bir taraftan emekçi sınıflar milli ve dini duygularla ideolojik bombardıman altında tutulurken diğer taraftan cemaatler, devlet eliyle yapılandırılmış tribün grupları zeminlerinde de mafyöz yapılar, ülkü ocakları ve benzerleriyle sarıldılar. Bunlar hem işyerlerine taşeron şirketler biçiminde yerleşti, hem emekçiler yaşam alanlarında bu yapıların acenteleri aracılığıyla kuşatıldı, hem de AKP, MHP ve diğer milliyetçi-muhafazakâr yapılar aracılığıyla ‘kapsanarak’ adeta hapsedildiler. Bu kapsanma halinden gönüllü rıza devşirilmesini kolaylaştıran ise belediyeler ve kaymakamlıklar eliyle, bu milliyetçi muhafazakâr siyasal, “sosyal” ağların kolaylaştırıcılığıyla dağıtılan kaynaklar ve yardımlar oldu. Bunların yanı sıra kamu ya da özel sektörde istihdam da yine bu ağlar aracılığıyla sağlandı. Sermaye devleti adeta kendi güçlenmesini, korunmasını emekçilerin bu ağlara mahkûm edilmesi sayesinde sağladı. Yine de bu hapishane içinde olası bir isyan ya da firar girişimi riskine karşı ‘jandarma ve gardiyan olarak’ hem işveren örgütleri hem de işçi sendikaları yeniden yapılandırıldı.

İşçi sendikalarının dönüştürülmesi süreci doğrudan devletin derin ve formel nizamının şiddet, tehdit, baskı ve satın alma mekanizmaları kullanılarak gerçekleştirildi. İş Kanununun neo-liberal tanrıların güncel fetvaları doğrultusunda kesintisiz değişimini, Sendikalar Kanununun aynı tarzla dönüşümü izledi. Devlet, e-devlet yapısı üzerinden sendikalaşma hareketini saniyesi saniyesine izleme olanağına kavuşturulurken, sendikaların anti-demokratik yapısı korunarak egemen sınıf çetelerinin işçi sendikalarına çöreklenerek kalmaları garanti altına alındı. Grev fonları küçülürken sendika baronlarının işçi aidatlarını yağması adeta teşvik edildi, ediliyor. AKP aparatı Hak-İş tümüyle ve Türk-İş büyük oranda kontrol altına alınırken, DİSK, üç sarı sendikası ve onların fonladığı küçük sendikalar sayesinde bu devlet-sermaye zincirinin parçası kılındı.  Özel yetkili mahkemeler, F Tipi cezaevleri muazzam bir proleter nüfusa sahip olan ülke topraklarında işçi sınıfının gelecekteki isyan hareketlerinin kontrol altına alınabilmesi için bir hazırlıktır.

Türkiye egemen sınıflarının bu hazırlıkları Emperyalist – Kapitalist düzenin küresel işleyişinden bağımsız bir davranış değildir kuşkusuz. Ülkemizdeki işçi sendikalarının egemen sınıflarca doğrudan ya da dolaylı olarak kontrolü, sendikal emperyalizmin direktifleriyle uyumlu olarak yapıldı. IndustriALL’ın son MESS sürecinde Türk-Metal, Özçelik-İş’in yanına Birleşik Metal sendikasını oturtabilmiş olması bir başlangıç değil, öteden beri yapılandırılmış bu hazırlığın basit bir sonucudur. Metal işkolundaki işçilerin mücadele geleneklerine sahip, diğer işçi katmanlarını peşinden sürükleyebilme kudretine sahip doğal öncü konumunun potansiyel tehlikelerini bertaraf etmek, kontrol altına almak için önce bir özel harp kuruluşu da olan Türk-Metal’in üye sayısı 210 bine taşındı. On civarında ‘sol’ geçmişi olan uzman bu sendikada aynı süreçte istihdam edildi. Sonra, IndustriAll’e Türk-Metal’in üye olmasına Birleşik Metal’in uzun yıllardır koyduğu şerhin ortadan kaldırılması için yürütülen diplomasi başarılı oldu ve Türk Metal üye yapıldı. İki sendika arasında imzalanan ve zamanla bir ihanet belgesi olduğu daha iyi anlaşılacak olan protokol sayesinde metal işçilerinin olası isyanlarında sendikalar arasındaki geçiş tercihlerinin önü kapatıldı. Sendikalar adeta bir hapishane işlevine büründü işçiler için.

Egemenlerin işçi sınıfı alanındaki bu olağanüstü çitlemesini başarıyla gerçekleştirmesinde kuşkusuz düzen muhalefetinin sol içindeki uzantılarının büyük katkıları oldu. Devrimciliğin düzeniçileştirilerek bitirilmesi, solun egemenlerin ideolojik-politik olarak sürekli kıldığı politikalarla savaşmak yerine uzlaşmayı seçmesi, politik iddiaları zayıf fakat savaşçı yönü olan karşı çıkışların ise egemenlerce kriminalleştirilmesi, asayiş vakaları haline getirilerek etkisizleştirilmesi, egemen sınıfı boşa düşürecek bir devrimci siyasi hattın geliştirilememesinde önemli etkenlerdir. Mali olarak güçlü sendikaların zayıflayan, iddiasını yitiren solu patronaj altına alması, solun sınıflar mücadelesi zemininde ideolojik politik ilkesizleşme, siyasetsizleşme, alternatif iktidar perspektifinden oldukça hazin manzaralar oluşturacak bir biçimde kopması sürecinin de bir sonucu olarak gündeme geldi. Kültür, kimlik, çevre, toplumsal cinsiyet ve benzeri alanlarındaki toplumsal, siyasal huzursuzlukların “devrimci siyaset” yapmanın merkezine taşınması sınıf mücadelesinin gerçek bedeninden bilinçli, bilinçsiz sapan sol öznelerin sergilediği ihanetlerin görünmez olmasını sağlamaya yönelikti aynı zamanda.

Biz Komiteciler’in yürüttüğü ideolojik, politik çabanın başarısının küçük bir kısmı bu ihanetin görünür kılınmasını sağlamaktır. İhanet içinde olanların gönüllü ya da gönülsüz, rekabetçi, taklitçi biçimlerde bile olsa mecburen işçi zeminlerine dönüşünü sağlamaya böylece katkımız oldu. Fakat krizin derinleşmesinin de mecbur kıldığı bu gönüllü ya da gönülsüz işçi hareketine dönüşlerin devrimcilikle değil radikal demokrasi ya da onun güncel versiyonu olan sol popülist, sol liberal programlarla, anlayışlarla ilgisi var. Dolayısıyla sınıf muhtevası müphem bu dönüşlerin büyük kısmı sınıf mücadelesine yarardan çok zarar getirme potansiyeli taşıyor. İşçi hareketi zeminlerini sınıfsal antagonizmanın devrimci-merkezi program içeriğiyle kavramak yerine, sınıf mücadelesinin bu biricik merkezi zemini diğer toplumsal huzursuzluk zeminleriyle eşit, eşdeğer bir departman olarak görülüyor. Örneğin, MESS toplu iş sözleşmesi sürecinde metal işçilerinin eylemleri sadece Kanal İstanbul, faytoncuların eziyet ettiği atlar başlıkları arasında bir başlık olarak görülüyor, sosyal medya hesaplarında diğerlerinin yanında “bizim de işçi çalışmamız var” diyen alancı bir bakışla “paylaşılıyor”.

Biz Komiteciler ideolojik mücadeleden asla taviz vermeyen, devrimci siyasi bir doğrultu etrafında sınıf mücadelesinin aktüel tüm sorunlarına, gelişmelerine odaklanan, emekçilerin her türden örgütlenme, direnme girişimini kolaylaştıran, oradan öğrenmek üzere adanan, yüksek siyaset tüccarlarının iki lokma bir hırkacılığı küçümsemelerine aldanmadan yoksunluklar içinde yaşayarak sadece mücadelenin yarattığı dayanışmaya tutunmaya devam eden, öncü konumlanışın övgüler alan konforundan feragat edişi, geri çekilmenin erdemli politik tutumuyla birleştirmeyi bilerek emekçilerin doğrudan temsiliyetini garantileyen, egemen sınıfların devletinin karşısına bu temsiliyeti öne çıkaran bir siyasal toplumsal güç inşa etmekten başka bir yol görmüyoruz. Bu yol proleter devrimcilerin tek yoludur.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Şubat 2020 tarihli 17. sayısında yayınlanmıştır.