Pazarkule, Koronavirüs ve Mülteciler

Türkiye’nin göçmen ve mültecilerin Avrupa’ya geçişini engellemeyeceğini açıkladığı 28 Şubat’tan itibaren Edirne Pazarkule’de uzunca bir bekleyiş ve insani kriz yaşandı. Bilindiği üzere, Saray’ın krizleri fırsata çevirme becerisinden mütevellit, İdlib’de yaşanan gelişmeler sonucunda ülkedeki Suriyeliler meselesi rantı büyütme meselesi haline getirildi. Avrupa ülkelerini tehdit için mülteciler şantaj aracı yapılarak on binlercesi sınıra taşındı. Geri gönderme merkezlerinde tutulanlar, hakkında koruma başvurusu iptal kararı olanlar kolundan tutulduğu gibi otobüslere doldurularak zorla sınıra götürüldü.

Türkiye’de kamusal hizmetlere erişimi olmayan, herhangi bir haktan faydalanamayan, her an sınır dışı edilme korkusu yaşayan kâğıtsızlar da kendi imkânlarıyla sınıra gitti. Özellikle, Türkiye’de insanca yaşam koşulları olmayan, çalışacak iş bulamayan, bulsa bile en pis işleri yapmak zorunda kalan ve gün sonunda çoğunlukla ücretini alamayan dibin de dibindekiler; Afganistanlılar, Pakistanlılar, Somaliler ve diğerleri önden gitti.

Sınırı düzensiz yollarla geçmeye mecbur bırakılan bunca insan, tüm dünyanın gözü önünde yaşanan can pazarında denizden, nehirden veya karadan sınırı geçmeye çalıştı. Ancak, rakamlar muhtelif olsa da içlerinden çok azı öleyaza Yunanistan’a geçti. Çoğu ise geçemeyip ya iki sınır arasındaki tampon bölgede mahsur kaldı ya da yaşadıkları illere geri dönmek zorunda kaldı.

Yunanistan burada bekleyenlere en başından beri takındığı sert tutumunu şiddetlendirdi: Jiletli tellerden oluşturduğu engeller, tazyikli su, biber gazı, plastik ve gerçek mermi kullanımı gibi. Bu saldırılarla tüm evrensel haklar, uluslararası hukuk ayaklar altına alınıp çiğnenirken bu sayede özgürlükten, demokrasiden dem vuran Avrupa’nın riyakârlığı bir kez daha ayyuka çıktı. Yunanistan’daki hem siyasi otoriterlerce hem de sağcı- faşist gruplarca dillendirilen nefret söylemleri, ırkçı saldırıları kendini mültecileri öldüresiye geri itme eylemlerinde gösterdi.

Öte yandan, ezilenlerin, emekçilerin, halkların sesi mültecilerin çığlığını duyurmak için yükseldi, mültecilerle dayanışma için öncülüğünü gençliğin yaptığı kitlesel yürüyüşler organize edildi, sınırlı da olsa kampanyalar yürütüldü.

Türkiye tarafında ise işler; sınırı geçenlerin rakamını büyüterek yetkililerce toplumda algı yaratarak, toplumun öfkesini artırarak, Konya’da olduğu gibi nefret cinayetlerine sevk ederek, çeşitli illerde Suriyelilere yönelik linç yaparak, işyeri yağmalayarak karşılık buldu. Sınırda bekleyenlere karşı Türkiye devletinin bir sorumluluğu yokmuşçasına hareket edip, gönüllü inisiyatif, platform ve derneklerin sınıra geçerek dayanışma göstermeleri dahi engellendi.

Yaklaşık on beş bin kadar insan, çoğu kadın, çocuk, yaşlı olmak üzere yüksek hassasiyetleri olan ihtiyaç sahipleri, günlerce dondurucu soğukta çadırlarda, beslenme, temizlik, sağlık sıkıntıları içinde ve her türlü riske açık bir biçimde sınırı geçmeyi umut ederek bekledi. Bu bekleyiş, tüm dünyada ve Türkiye’de giderek yaygınlaşan korona virüs (covid-19) salgını nedeniyle 27 Mart günü sabaha karşı çadırların yakılarak alanın boşaltılmasıyla sonlandırıldı. Sınır kapısında bekleyenler birçok farklı yere nakledilerek karantina altına alındı. Böylelikle üçüncü ülkeye gitme çabaları sonuçsuz kaldı ve kendilerini hiç kolay olmayan günler bekliyor.

***

Türkiye’de korona virüs salgınına karşı gerekli ve yeterli önlemler alınmadığı için salgın yüksek hızla yayılmaya devam ediyor. Ve bunun sonucunda doğacak olumsuzluklardan en çok etkilenecek olan kesimler arasında mülteciler de yer alıyor. Yaşamlarını idame ettirebilmek için çalışmak dışında seçenekleri olmayan ve ancak tekstil atölyesi, inşaat gibi kalabalık işyerlerinde, sokaklarda çalışan kimseler olarak riskli gruplar içerisindeler. Uzun çalışma saatlerinde çok sayıda insanla temas edip akşam eve döndüklerinde kalabalık aile nüfusuyla yan yana gelerek bulaş sayısının artışına neden olmaktalar.

Keza, dil bariyeri ve bilgiye erişimlerinin kısıtlı olması nedeniyle korona virüse karşı bireysel alınacak önlemlerin neler olduğunu büyük oranda bilmiyorlar. Maske- eldiven gibi temel korunma gereçlerini temin edecek maddi olanaklara sahip değiller. Kalmak zorunda oldukları evler çoğunlukla rutubetli, güneş görmeyen bodrum katları ve sağlıksız yerler.  Evleri temizlerken kullanılan hijyen malzemeleri çok pahalı ve hepsinin bunları alacak maddi güçleri yok. Yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenme için tüketilmesi gereken temel gıdaları satın alacak imkânları yok. Buna benzer çok sayıda neden salgına karşı kırılganlıklarını artırıyor.

Devlet, mülteciler özelinde de neredeyse hiçbir önlem almış değil. Örneğin, 65 yaş üstü için sokağa çıkma yasağına dâhil olan mültecilerin ihtiyaçların alınması için telefonla bildirebilecekleri bir mekanizma yok. 184 korona hattı yalnızca Türkçe dilinde danışmanlık ve bilgi veriyor. Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarının sitelerinde farklı dillerde bilgilendirici yeterli metin, video-görsel yok. Hastanelerde Arapça, Farsça gibi dillerini bilen tercüman yok…

Bunların ötesinde, yakın zamanda yapılan yasal bir düzenleme yüzünden çoğunun sağlık sigortası kapatılmaya başlandı. Bu nedenle muayene ve reçeteli ilaçların temini ancak parayla mümkün olabiliyor. Sigortası kapatılmış bir mülteci korona virüs şüphesiyle hastaneye gittiğinde muayene olmak ve test yaptırmak için para ödemesi gerekecek. Kaldı ki ödeyecek gücü olsa ya da sigortası kapatılmamış olsa da bu kadar az sayıda yapılan testlerle kendisine sıra bulamayacaktır.

Herkesin en temel hakkı olan sağlık hakkına erişim mülteciler için hem yasal hem de fiili olarak kısıtlanıyor. Sağlık hakkını kullanamamaları neticesinde ise hem kişilerin sağlığı hem de toplum sağlığı ciddi şekilde etkileniyor.

Şüphesiz salgın boyunca derinleşecek olan ekonomik krizden, işten çıkarmalardan da en çok onlar etkilenecek. Daha çok açlık, yoksulluk, sefalet ve hastalıkla boğuşacaklar. Saray’ın patronlara ekonomik kalkan paketinden yoksullara, emekçilere, ezilenlere yönelik bir şey çıkmadığı gibi mültecilere de çıkmadı. 1000 TL’lik sosyal yardımdan bile faydalanamayacaklar. AB, BM gibi uluslararası kuruluşların fonlarıyla dağıtılan sosyal yardımlar da çok yetersiz. Bu zorlu süreci kendi başlarına atlatmaları bekleniyor. Fakat herhangi bir ekonomik destek olmaksızın baş edebilmeleri mümkün değil.

Türkiye, her bir yurttaşına sağlamak zorunda olduğu sağlık, barınma, çalışma gibi temel hakları mültecilere de sağlamak zorundadır. Bunun için ise öncelikle iltica başvurusunda bulunan herkese mülteci statüsü vererek tam koruma sağlamalıdır. Korona virüsü salgınına karşı alınacak önlemleri mültecileri kapsayacak şekilde daha da genişletmeli, mültecilere yaygın test yapmalı, yerli yabancı işçilerin tümüne devlet güvenceli ücretli izin vermeli, ailelere ekonomik destek sağlamalıdır.

Bu yazı, Komite Dergisi’nin, Covid-19 salgını nedeniyle dijital ortamda yayınlanan Nisan 2020 tarihli 18. sayında yayınlanmıştır.