İktidar Siyasal Gündemi Yönetip Ömrünü Uzatıyor

Reis’in en büyük siyasi sermayesinin yani seçim kazanma becerisinin aşınmakta olduğuna dair çok alametler belirdi. İktidardaki siyasi yönelimin demokratik meşruiyetinin de kaynağı olan bu seçim kazanma becerisinin temelinde seçimleri nüfus sayımına çeviren ilkel kabilecilik duygusunu kaşıyan bir kutuplaştırma siyaseti yatmaktaydı. Sünni-Türk nüfusa Kemalist rejimin Cumhuriyet kurulduğundan beri anlattığı, 12 Eylül darbecilerinin ise dinci unsurlarla renklendirdiği, ulusun özüne dair, tarihsel temeli olmayan milliyetçi mukaddesatçı fantezilerin mantıki sonuçlarına vardırılmasına dayalı bu özcü kutuplaştırıcı söylem, AKP iktidarının ilk on yılında küresel iktisadi konjonktür sayesinde ortaya çıkan refah hissi ve Erdoğan’ın İstanbul Belediyesi’ndeki yerleşik siyaset kalıplarını kıran tavırla edindiği şöhretle birleşince, 1965 seçiminden sonra hiçbir partide görmediğimiz yüzde elli artı biri geçen oy oranlarını ortaya çıkardı. Kazanılan her seçim Erdoğan efsanesini perçinledi. 7 Haziran’dan beri bu oranlar ucu ucuna tutturuluyordu ve seçim süreçleri esnasında ve sonrasında Reisin kendisini yaratan sandığa pek saygısının olmadığını da görüyorduk. Sonuçta mahalli idareler seçimi en çok da kendisine dair bir plebisite dönen 23 Haziran tekrar seçimi, kralın çıplak olduğunu ortaya koydu.

Bununla birlikte egemenler herhalde biraz da Reis’in bu yeteneğine güvenerek işlemediği ortaya çıkan eski devlet mimarisinin kurumsal yapısını yeniden şekillendirirken, bu siyasi hamlenin olağanüstülüğünün demokratik meşruiyetini onun bu seçmen desteğinden devşirmek istiyorlardı. Bu çaba bir kısım yol aldı, sermaye sınıfı pek çok talebini elde etti ama hala ortada yerleşmiş bir devlet mimarisi yok, kişiselleşmiş bir yönetim var. Kapitalizm kişiselleşmiş bir yönetimle de işler yeter ki bu rejimin führeri toplumun etkin kesimlerinden rıza devşirebilsin. Bu olmadığında iki soru ortaya çıkıyor. Yeniden demokratik meşruiyet için bir seçim yenilenmesi gündeme gelir mi? Yoksa artık Türkiye demokratik meşruiyete yani seçime ihtiyaç duymayan bir sistemle mi yürüyecek? Bu soruların farklı çevrelerde dillendirilerek siyasal gündemi meşgul ettiği görülüyor.

Bu tartışmanın devrimciler açısından çok anlamı olmadığı ortadadır. Türkiye’de seçimlerin tamamen tatil edilmesi türlü nedenlerle hiç kolay değildir. Öte yandan, bu iktidar da daha zamanı varken bir erken seçimi zorlamaz. Bununla birlikte kendi çıplaklığını kutuplaşmanın değirmenine su taşıyarak örtmek amacıyla siyasal gündeme pek çok gereksiz tartışma başlığı iterek gündemi dolayısıyla siyaseti kontrol ettiği ortadadır. Bu ortamda kendisine avantajlı bir konjonktür yakalarsa ki bu pek mümkün gözükmüyor baskın seçim deneyebilir. Bunun olmadığı koşullarda sürekli siyasal gündemi kontrol ederek zaman kazanmaya çalışacaktır. Zira bu iktidar denkleminin köşe taşı olan Reis yukarıda vurgulandığı gibi işlevini yitirmektedir. Bu süreç de kendi doğallığında siyasal gerilim ve çekişmeleri arttırmaktadır. Gemiyi terk etmek kolaylaşmakta iktidar aktörleri arasında küçük parsa savaşları kamuoyuna görünür bir biçimde yapılmaktadır. Bu sürüklenme kontrol edilmezse sonucu tıpkı 2002’de Ecevit Hükümeti’nin başına geldiği gibi istem dışı bir erken seçim olur. Büyük ihtimalle gidişat bu yönde olacaktır.

Seçim tarihini siyasal gücü haiz olanlar belirler. Bizim görevimiz bu süreçte siyasal tartışmanın gündemini emekçilerin talep ve mücadelesi doğrultusunda belirlenmesi için çalışmaktır. Click To Tweet

İktidarın siyasal gündemi kontrol edebilme yeteneği kuşkusuz medya kurumlarını büyük oranda kontrol etmesine dayanıyor. Fakat en az bunun kadar önemli olan bir başka unsur da iktidarı bu iktisadi durgunluk ve pandemi koşullarında almaya isteksiz düzen muhalefetinin beraberliğe bağlanmış şikeli bir maçtaki gibi top çevirmesidir. Sermaye sınıfının gündemi hayata geçerken bunun ortaya çıkardığı tepki üzerinden konuşmaya isteksiz düzen muhalefeti ve onun söylemini yeni medyada yayan kanallar Türkiye’de tartışmaya değer şeyin Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması ya da pandemi koşullarında Süper Ligin şifreli kanaldan verilip verilmemesi olduğunu düşünüyor olabilirler. Fakat Türkiye’de kamuoyunun tartışması gereken derin toplumsal ve ekonomik sorunlar vardır. Benzer sorunlar küresel olarak da var ve bu dönemde nasıl patladıklarını görüyoruz. Bu tür konular ana akım medyada hiçbir yerde gündeme taşınmıyor. Türkiye gibi ana akımın itibarsızlaştığı ve yeni medyanın muhalefette etkin olduğu bir ülkede bile gündemin iktidara göre belirlenmesi düzen muhalefetinin halkın öfkesine yabancı olduğunun bir göstergesidir. Bugün iktidarın siyasal gündemi yönetme çabasına karşı ezilen emekçilerin gündemini kamuoyuna taşımaya çalışmak bir görevdir. Seçim olacak olmayacak diye papatya falları açanlar gündemi saptırmaktadır. Seçim tarihini siyasal gücü haiz olanlar belirler. Bizim görevimiz bu süreçte siyasal tartışmanın gündemini emekçilerin talep ve mücadelesi doğrultusunda belirlenmesi için çalışmaktır. Seçim gündemi fiilen ortaya çıktığında bir emekçi alternatifi olmadan tartışmayı bu yöne çekmek zordur. Oysa içinden geçtiğimiz koşullarda işsizlik, borçluluk, pandemi koşullarında işçi sağlığı ve güvenliği, kıdem tazminatının savunulması, işsizlik fonunun yağmalanmasına karşı mücadele ve tabi ki örgütlenme özgürlüğü ihlallerine karşı kavga kamuoyunun gündemidir. Yeter ki bunları kamuoyunda görünür olarak yeni medyada ve sokaklarda tartışmaya örgütlemeye cüret edelim.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Ağustos 2020 tarihli 20. sayısında yayınlanmıştır.