Kaynaklar Sermayeye, Külfeti İşçilere!

Türkiye ekonomisinin krizi Covid-19’la başlamadı (dünyada da öyle şüphesiz ama Türkiye’nin bir süredir kendine özgü bir durumu var); zaman zaman iniş çıkışlar olsa da son birkaç senedir ekonomi kriz halinde. Kriz, Türkiye ekonomisinin kendi çelişkileriyle ilgili olduğu için siyasi krizle iç içe geçmiş durumda, birbirlerini de tetikliyorlar.

Covid-19 bu krizi ağırlaştırdı, ekonomi ikinci çeyrekte %9,9 küçüldü. Küçülmenin boyutunda pandemi belirleyici olsa da bir dizi kırılganlıktan söz edilebilir. Öncelikle, geçen senenin aynı döneminde ekonomi küçüldüğü için söz konusu olan baz etkisi, pandeminin en yoğun döneminde bile üretimin büyük ölçüde devam etmesi sonucunda üretimin stok artışına yansıması, kamu bankaları öncülüğünde gerçekleşen kredi patlaması[1] gibi faktörler sonucunda daralma bir nebze frenlenmiş oldu. 3. çeyrekte ekonomi büyüyecek ama bu krizin aşıldığı anlamına gelmeyecek, en iyi ihtimalle pandemi öncesi duruma gelinecek.

Kırılganlıklara gelirsek: Yatırım harcamaları son 8 çeyrektir geriliyor. Kriz ve yabancı sermaye çıkışı olan dönemlerde gerilemesi gereken cari açık, son 5-6 aydır artıyor. Çoğu ülke enflasyonu artırmaya çalışırken Türkiye’de enflasyon, hayat pahalılığı alıp başını gitti, halk bu konuda TÜİK verilerine itibar etmiyor artık. Pandemi öncesi yükselmeye başlayan bütçe açığı katlanarak arttı. Bütçe açığı ve cari açığın aynı anda yüksek seyrettiği ikiz açık sorunu uzun bir aradan sonra yeniden baş gösterdi. Dünyada dolar endeksi gerilediği için çok şiddetli bir şekilde hissedilmese de TL değer kaybetmeye devam ediyor.[2]

Liste daha da uzatılabilir ve ayrıntılandırabilir ama ortada daha yakıcı bir mesele var: Hem bu kriz hem de krize karşı hükümetin uyguladığı politikalar bir yandan gelir dağılımını daha da bozarken diğer yandan işsizlik ve yoksulluğu derinleştiriyor.

Çeşitli yollardan sermayeye aktarılan kaynakların haddi hesabı yok. Örneğin, Merkez Bankası’nın dolar kurunu tutmak için döviz satması sonucunda borçlarını ödeyecek şirketler ve Türkiye’den çıkacak yabancı sermaye görece ucuz kurdan dolar aldı. Piyasaya bu dolar satışı esnasında döviz açık pozisyonu artan kamu bankalarının potansiyel zararını da Hazine üstlendi. Yani yerli ve yabancı sermayeye aktarılan bu kaynağın maliyetini de bütün halka yıkmış oldular. Verilen teşvikler de ağırlıklı olarak sermayeye gitti. Bu süreçte sermayeye yüz milyarlarca liralık kaynak aktarılırken emekçilere verilen destekler Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı’nın yaptığı son açıklamaya göre 31 milyar TL’de kaldı. Bunun önemli bir kısmını oluşturan kısa çalışma ödeneği ve nakdi ücret desteği İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanırken (bu fonun bir kısmını da bizzat çalışanların ödedikleri primler oluşturuyor) işsizlik maaşı olarak yine aynı fondan ödenen 3,1 milyar TL de verildiği açıklanan desteği “şişirmek” için bu toplam tutarın içine dahil edilmiş! Çözüm olarak öne sürülen krediler de işçilerin içinde bulunduğu borç batağını daha da artırıyor. Kredi alabilen işçilerin bunu borçlarını çevirmek için patronların da varlıklarını artırmak için kullandıklarını göz önünde bulundurunca krediler gelir eşitsizliğini artıran etmenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.

İşçilere verilen desteklerin çok komik düzeylerde olması bir yana, bunlar hem işçileri sefalet ücretine mahkum ediyor hem de patronların yükünü alarak dolaylı yoldan yine onlara yarıyor. Üstüne üstlük daha önce eşi benzeri görülmemiş ücretsiz izin uygulamasıyla patronların işçileri tek taraflı olarak ücretsiz izne çıkarma hakkı elde etmesi, hakkını arayan, itiraz eden işçiler üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor.

Bütün bunlar, TÜİK’in manşet verilerine tam olarak yansımasa da, işsizlik sorununu daha da ağırlaştırıyor ve istihdamda olanların sayısı azalıyor. İşini koruyabilenler de daha düşük ücretlere ve/veya daha ağır çalışma koşullarına mahkum edilmek isteniyor. İstihdam edilenlerin oranı tarihi düşük seviyelerde geziniyor (%41) ve buna ücretsiz izinde ve kısa çalışmada olanlar dahil; yani istatistiksel olarak çalışıyor görünüp ücretsiz izin ve kısa çalışma gibi nedenlerle fiilen çalışmayanları da göz önünde bulundurunca istihdam oranı yüzde 33’e düşüyor; geniş tanımlı işsizlik oranı da %50’yi buluyor. Mayıs-Temmuz arası hızlanan kredi genişlemesinin Ağustos’tan itibaren yavaşlamasıyla işlerin daha iyiye gideceğini söylemek de güç. Pandeminin seyrinin ne olacağı da meçhul.

Sonuç olarak, dalgalanmalar olsa da kriz devam ediyor, kaynakların büyük bölümü sermaye için seferber ediliyor ama yükünü emekçiler çekiyor. Örgütlü mücadele yükseltilmeden de bu durumun tersine dönmesi mümkün görünmüyor.


[1] Kamu bankalarının verdiği kredilerdeki artış oranı Mayıs-Temmuz arasında geçen seneye göre yüzde 100’ü geçerken, özel bankaların kredilerindeki artış da ortalama yüzde 40’a yaklaştı.

[2] Yabancı sermayenin çıkması ya da giriş olmaması, dünya ekonomisindeki talep azalması nedeniyle ihracatın düşmesi, turizm gelirlerinin çakılması, kredi genişlemesi sonucu ithalat talebinin artması gibi etmenler TL’yi değersizleştiriyor.