Ne ‘Altın Çağ’ Ne de ‘Trajik Çağ’!

Nasıl ki doğa doğa yoluyla açıklanmalı ise tarihsel gerçekler de tarihsel gerçekler yoluyla açıklanmalı yani sonuçlardan nedenlere değil nedenlerden sonuçlara giderek. Ancak o zaman hiçbir tarihsel uğrağın ya da hiçbir olgunun tek başına bir gerçekliği olmadığı anlaşılabilir ve ancak o zaman yaşanan dönem ve o döneme özgü olaylar ya da olgular tarihsel sürecin bir parçası olarak yani geçmişin bir sonucu, geleceğin ise bir nedeni olarak kavranabilir. Bu nedenle herhangi bir tarihsel sürece ne saltık olarak iyi ne de saltık olarak kötü denebilir. Tarihe materyalist bir perspektiften bakmak da, ilişkileri ve süreci nesnel gerçekliği bize verecek şekilde ele almak ve bu ilişki ve süreçleri daha geniş perspektif içindeki yerine oturtarak anlamaya çalışmayı gerektirir. Öyleyse her dönemin kendine özgü oluşum koşulları ve gelişimi olmasıyla birlikte her dönem bir sürecin uzantısı olarak anlaşıldığı ölçüde o dönemi nesnel olarak değerlendirme olanağına sahip oluruz. Geride bıraktığımız 2020 de salgın nedeniyle bir nevi olağanüstü bir süreci ihtiva etse de salgın da dâhil olmak üzere bu senede yaşanan her olayın ya da gelişmenin daha önceki yıllarda tesis edilmiş nedenler tarafından belirlendiği su götürmez. Bizler için önemli olan ise, bu yeni durumun yani salgının kapitalist üretim tarzının, sermaye devletinin ve kurumlarının hangi yönlerini daha açık biçimde ortaya çıkardığı, ekonomik ve politik sürecin nereye doğru evrildiği ve evrilebileceği yönünde nesnel değerlendirmeler yaparak emek-sermaye çelişkisinin yoğunlaştığı merkezlere odaklanmak ve gücümüzü bu yeni durumun yarattığı kritik noktalarda daha yaratıcı biçimde seferber etmektir.    

Salgın konusunda bir dosya hazırlarken kimi sorularla birlikte salgını farklı yönleriyle ele almaya çalıştık: Ekolojik, ekonomik ya da teknolojik vb. saiklerle açıklanabilecek salgın bizi artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı bir deneyime mi mahkûm etti? Salgın hem gündelik yaşamın hem de siyasal ve sosyal kurumların yeniden tesis edilmesini beraberinde mi getirecek? Salgın kaçınılmaz olarak kapitalizmin köklü bir eleştirisini ve alternatif toplumsal yaşam biçimlerini ve yeni devlet biçimlerine dönük arayışları daha belirgin biçimde gündeme mi getirecek? Bu açıdan sosyalizm ya da komünizm mümkün bir seçenek olarak güçlenecek mi? Bilhassa sokağa çıkma yasakları denetim rolünü daha da güçlendirmesi açısından devletlerin bu “istisna hali”ni suistimal etmesine mi neden olmakta? Salgının herkes için eşit bir tehlike teşkil ettiğini iddia etmek neyi görmezden gelmekten kaynaklanıyor? Küresel ölçekte yaşanan bir deneyime neden olan salgın yine küresel ölçekte dayanışmanın ve işbirliğinin tesis edilmesini beraberinde getirebilir mi? Bu sorulara ne bilim insanları, ne filozoflar ne politikacılar ne de ekonomistler kesin yanıtlar verebildi ya da verebilir. Bu soruların yanıtlarını sadece ve sadece tarihin en köklü mücadelesi olan sınıf mücadelesinin izleyeceği yol verecektir. 

Salgın, deprem gibi olgular yaşamımızda yeni olmadığı gibi bunların yaşanması neticesinde kendiliğinden köklü dönüşümlerin olacağını ileri sürmek de hayalcilik olur. Kuşkusuz bu tarz ‘olağanüstü’ durumlar devletin, ekonominin, kurumların işleyişini ve bunların varlık nedenini olduğu gibi hareket tarzını ve temelde hangi güç ilişkilerine dayandıklarını daha açık biçimde görmemizi sağlar. 99 Gölcük depreminde olduğu gibi böylesi dönemler siyasal iktidarı elinde tutan güçler açısından da zorunlu bir sınanmaya zemin hazırlar. Ama sorun siyasal iktidarın hangi partinin ya da koalisyonun elinde olduğundan çok devletin yapısını belirleyen unsurların ne olduğudur. Kapitalizmin hakim olduğu dünyada siyasal iktidarın kimde olduğundan bağımsız olarak devlet sermaye devleti olacaktır pek tabii ki. Bu nedenle de ister ekolojik ister ekonomik isterse politik boyutuyla ele alınsın, salgın esas itibariyle kapitalist üretim tarzının, ilişkilerinin ve kurumlarının küresel ve yerel vaziyetini, bunların sınıfsal muhtevasını daha görünür kılmış, yüzyıllardır küresel ölçekte yoğunlaşan bir sorun varsa bunun itici gücünün -postmodern yaklaşımlardaki birçok farklı açıklama ya da izaha rağmen- hâlâ sınıf mücadelesi ve kapitalizmin özsel çelişkisi olduğunu bir kez daha gün yüzüne çıkarmış olmasıdır. Esas olan deneyimdir ve yaşadığımız küresel deneyim, küresel ve yerel ekonomiyi ve politikayı yöneten güçlerin emek-sermaye çelişkisine dayandığını bir kez daha gözümüze sokarak göstermiştir. Toplumların tarihinin itici gücünü tesis eden sınıf mücadelesinin reddiyesine dayanan postmodern -ve tabii ki Post-Marksist- teorileri ve neoliberal anlayışları olumsuzlayacak olan da esas olarak deneyimdir ve salgın bu teorilerin ve anlayışların hükümsüzlüğünü de bir kez daha göz önüne sermiştir. İçinde bulunduğumuz tarihsel uğrağa dair hakikati bize gösteren ve gösterecek olan ise sınıf mücadelesinin izleyeceği yol olacaktır. Öyleyse bu süreci işçi sınıfı lehine çevirecek gücü örgütlemek ve bu yönde küçük ya da büyük demeden teorik ve pratik deneyimimizi tesis etmek zorunluluktur. Zira bizler için tarih sadece günler ya da yıllar değil “süreç halindeki çelişki”nin ve özgürlük mücadelesinin tarihidir. Salgının etkilerini belirleyecek olan da bunlar olacaktır. Zira, ne ‘altın çağ’ ne de ‘trajik çağ’, sadece ve sadece tarihin rehberliği bizi özgürlüğe götürebilir.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Ocak 2021 tarihli 23. sayısında yayınlanmıştır.