Pandemi ve Sanatın Önlenebilir Yok Oluşu ‘Büyük Kapatılma!’

Yaklaşık bir yıldır Covid-19 diye tanımlanan bir virüsle mücadele içindeyiz. Bu virüs ki kişisel hayatlarımızla birlikte içinde yaşadığımız toplumu kuşatarak bizleri sokaktan ve topluca yaşam alanlarından çekilip evlerimize sığınmamıza neden oldu. Önce hepimizin evde kalması halinde virüsü yeneceğimiz söylendi. Hepimiz evde kaldık ama bizlere söylenmeyen bir şeyler vardı. Herkesin evde kaldığını sanıyorduk ama virüs durmak bilmiyor, hızla yayılıyordu. Milyonlarca işçi çalışma zorunluluğu ile işe gitmek zorunda bırakılmıştı. Bunu egemen medya söylemiyordu.

Kimden öğrenecektik? Sosyal medyadan ve sanattan. Sanatın ve hayatın ironik bir zıtlığı söz konusudur. Yani sanat, hayatın ters akışını bize aktarabildiği ölçüde var olabilirdi. Ama ters giden bir şeyler vardı. Ne sanatın sesi vardı ne de herkes evde kalıyordu. Hepimiz evlere çekilirken sistemin evde kalamazlar dediği milyonlarca işçi dip dibe çalışma koşullarında virüsle açık meydan savaşına girmişti. Peki sanat ve sanatçılar neredeydi?

Depodan markete, marketten gıdaya, gıdadan metal işçisine hepsi bir meydan savaşı biçiminde hayatta kalmak için hünerlerini sergilerken aynı anda bir tiyatro sahnesinde, bir film setinde de işler başka dönmeye başladı. İşçilere benzer biçimde varoluşunu daha çok dışarıda ifade ederek varlığını sahnede, sette, atölyede ortaya koyan ve bu mekânların yokluğu durumunda varlığını sürdüremeyecek olan bir yaşam alanının, sanatın sesi kapatılmıştı.

Peki, bunun sebebi neydi? Dip dibe çalışmak zorunda bırakılan milyonlarca işçiyi fabrikalarda zorla tutun siyasal iktidar, sanat emekçilerine “zorla” evlerinize gidin diyerek bütün yaşam alanları gibi sanat üretim merkezlerini de kapatmıştı. Bu, ilkin gayet doğru ve normal bir uygulamaydı. Çünkü virüsün ölümcül yayılımını kesmenin tek yolu buydu. Ama ters giden bir şeyler hala vardı ve işçilerin tersine sanat mekânları kapatıldı.

Peki, sanatçılar nasıl yaşayacaktı? AKP iktidarının genetik kodlarında muhalif olan sanatın zaten yeri yoktu, ancak Saray’a biat edenlere çer çöp işleri vererek kendi misyonlarına uygun bir tutum alışları normaldi. Bunu yaparak servis ettiler. Bu normallikte dahi herhangi bir destek alamayan ve giderek üretim sürecinden koparılan sanat ve sanat emekçileri yaşam mücadelesinde yalnızlaştırıldılar. Virüs ölümcül kuşatmasını sürdürürken iktidarın da ölümcül tutumu belirgin halde ortaya çıktı.

Bir fırın değillerdi. Dezenfektan üreten bir fabrika değillerdi, sanat üretim mekanları. Her şey bir yana sistem patronlarının ihtiyaç duyduğu kâr marjına acil sunacakları ve toplumun bütünün tüketeceği görünür bir mal üretmiyorlardı. Kâr marjı yoksa virüs önlemi dahilinde kapatılmaları gerekiyordu. Ancak devlet tiyatroları -ki pandemi öncesinde devlet buradan da çekiliyor, yüzlerce oyuncu, kostümcü, sesçi ve makyöz işten atılıyor, kalanlar yıllık sözleşmeler yapmaya zorlanıyor, performans ölçüt olarak önlerine konuyordu- ve birkaç büyük şehir bünyesinde faaliyet yürüten tiyatro ve diğer sanat çalışmaları pandemi boyunca kısmen varlıklarını sürdürebiliyordu.

Ülkenin büyük kentleri dediğimiz İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana gibi kentlerde, varlıklarını seyircisine bağlı tiyatrolar ve sanat merkezleri bir bir çığlık atarak kapanıyordu. Kadıköy’de Öykü Sahne artık yok. Ankara’da Ankara Sanat Tiyatrosu artık yok. Belki de pandemi bitince gidip hasret giderelim diyeceğimiz çoğu yaşam mekânı gibi tiyatroları sinema, galeri ve atölyeleri göremeyeceğiz. Çünkü onlar, biz yokken tek tek kapanmak zorunda kaldılar. Çünkü mekân kiralarına, oyuncularının ücretlerine ve birikmiş borçlarına karşı direnemediler. Büyük kapatılma dediğimiz şey tam da bu.

Peki, duyan olmadı mı? Kuşkusuz herkes bu çığlığı duydu ama bu çığlığı, çare olacak kamusal diye nitelenen işçilerin ve emekçi halkın vergileri ile beslenen kurumlardan duyan olmadı. Hepi topu iki üç büyükşehir belediyesi, tiyatroları ve sanat merkezlerini kısmi olarak desteklemeye çalıştı. Sanatçılara sınırlı sayıda ihtiyaç kolisi, cüzi miktarlarda nakdi destek vererek ve sahnelerini tiyatrolara açarak destek vermeye çalıştılar.

Burada asıl büyük görev kimindi? Ülkenin büyük ekonomisini yönetenlerdeydi kuşkusuz. Ama bu yönetenlerin sanata destek vermeleri söz konusu değildi. Hele hele kendilerine biat etmeyen bir sanata. Yine de görünürde varlıklarını ilgili bakanlık üzerinden gösterdiler. Kültür Bakanlığı özellikle tiyatrocularla günlerce süren toplantılar yaptı ama tiyatroların kapanmasını önleyecek, sinemaların varlığını sürdürmesine olanak sağlayacak, onu geçtik sanatçıların yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayacak bir güvence henüz sunulmadı.

Sanatçılar ne yaptı? Pandemi ile birlikte seyircisi ile bağı kopan başta tiyatrolar olmak üzere sinema, müzik, dans sanatçıları; platformlar ve kooperatifler ile birlikler kurarak, kurulmuş olanlarla birlikte üyesi oldukları sendikaları zorlayarak can havliyle devlet kurumlarını, yerel belediyelerin kapısını aşındırmaya çalıştılar. Çünkü varlıklarını sürdürmeleri için güvenceye ihtiyaçları vardı.

Peki, ne oldu? Bu süreçte onlarca sanatçı kendini bir çıkmazda bularak intihar etti, ruh ve beden sağlığını kaybetti. Aynı anda siyasal iktidar pandemi boyunca kâr marjlarını ikiye, üçe katlayan patronlarını dinlemeye, onlar için yeni yasal düzenlemeler yapmaya devam ederken zaten hayatla bağı koparılmış sanatı ve sanatçıları da görmezden gelmeye devam etti.

Büyük işçi konfederasyonları ne yaptı?  Hiçbir şey! Peki, ne yapmalı?

Sanat dediğimiz şey içinde yaşadığı toplumla varlığını ortaya koyar ve sürdürür. Şayet içinde yaşadığı toplum, ölüm ve yaşam sarkacında ise bunu sanatta yaşar. Burada mesele bu sarkaçta ölüme mahkûm edilen yaşamı birlikte savunabilmektir. Bu anlamıyla sanat, bünyesinde barındırdığı işçilerle birlikte bu yok oluşu tek başına önleyemez. Bu büyük kapatılmayı, yani aynı kadere boyun eğmeye çalışılan bütün işçilerle bağ kurarak birleşik bir örgütlenme ve mücadele ile ilgili kurumların -devletin- sorumluluk almasını sağlayarak engelleyebiliriz. Biz komiteciler olarak, tarihsel süreç içinde açlıkla terbiye edilmek istenen sanat emekçilerinin mücadelesini de anımsayarak işçi sınıfının kurtuluşu için birlikte mücadele etmeye, sanat emekçileri ile omuz omuza yürümeye devam edeceğiz. Ancak böylesi bir mücadele; sahnesi, seti, oyunu, müziği ve dansı ile sanatın yaşam sevincini geri çağırır. Unutmayalım, aç sınıfın laneti sanatın da lanetidir.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Ocak 2021 tarihli 23. sayısında yayınlanmıştır.