ABD’nin Pandemi Sonrası Kurtarma Planı Ne Anlama Geliyor?

ABD Başkanlık seçimlerinin ardından Biden’ın izleyeceği ekonomi politikalarının dünya ekonomisinde yaratacağı etkiler bir süredir tartışılıyor. Biden’ın “Amerikan Kurtarma Planı” olarak açıkladığı 1,9 trilyon Dolar’lık (yaklaşık 13 trilyon TL’lik) ekonomiyi teşvik ve pandemi ile mücadele paketinin 400 milyar Dolar’ı, koronavirüs ile mücadelede aşı, testler ve okulların tekrar açılması için ayrılırken 1 trilyon Dolar’lık kısmı ise doğrudan ailelere yardım ve işsizlik sigortası şeklinde kullanılacak. Kalan 450 milyar Dolar’lık destek ise işletmelere, eyalet ve yerel yönetimler ile federal yönetime bağlı olmayan Kızılderili kabile yönetimlerine ayrılmış durumda. Buna ek olarak paket, asgari ücretin saatlik 15 Dolar’a çıkartılmasını da içeriyor. Vergi düzenlemeleri de içeren paket, kurumlar vergisinin arttırılmasının yanında düşük gelirli işçiler için vergi iadelerinin genişletilmesini ve çocuklu ailelere ek destekler verilmesini planlıyor.

Pandemi ile beraber sağlık sisteminin en kötü sonuçları ürettiği ülkelerden olan ABD’de, halk sağlığına dair önlemler yine dikkati çekiyor. Bunların yanında, beyaz olmayan topluluklara destek, açlığın ve evsizliğin önlenmesine dair çeşitli sosyal politika önerileri yapılıyor. Cumhuriyetçiler için hazmetmesi zor olan 1,9 trilyon Dolar’lık bu plan için Biden, partizan olmayacak bir şekilde daha demokratik bir süreç ile kongreden geçirilmesini savunuyor. Ancak bu kurtarma planına, bütçede yaratacağı yük itibariyle ilk eleştiriler yapılmaya başlandı bile. Asgari ücret artışının, 900 milyon insanı 2025 itibariyle yoksulluktan kurtaracağı beklenmesine karşılık, 1,4 milyon ek işsizlik yaratacağına dair itirazlar da yapılmakta.

Biden’ın kurtarma planı, neoliberal dönemin yarattığı yıkıma karşılık işçi sınıfına ve yoksullara yeni bir “orta sınıf” yaratma vaadi veren bir sosyal devlet sözleşmesini andırıyor. Pandeminin toplumsal ve ekonomik olarak iyice açığa çıkardığı eşitsizliğin törpülenmesi, sadece işçi sınıfının gönlünü almak için yapılan bir hamle değil elbette. Kapitalizmin ABD’de işleyişini sürdürebilmesi için bu tarz bir düzenleme artık kaçınılmaz görünüyor. Bu bağlamda Biden’ın yeni ekonomi politikaları, Roosevelt’in ABD’yi Büyük Bunalım’dan kurtarmak için başlattığı Yeni Anlaşma’ya ithafen sıklıkla dile getirilen Yeni Yeşil Anlaşma’nın habercisi olarak görülüyor. 2007-2009 krizinden itibaren gördüğümüz neoliberal ekonomi paradigmasının tıkanışında son noktayı koyacak olanın küresel bir salgın olması ihtimali giderek belirginleşiyor.

Sadece ABD için değil, küresel olarak kapitalizmin işleyişinin güvence altına alınması yeni bir sosyal demokrasi paradigmasının kurulmasını zorunlu kılıyor. Küresel kapitalizmin hegemonik gücü olarak ABD’nin politik ekonomisinin değişimi, mutlaka dünyanın diğer ülkelerini de etkileyecektir. Sağlık ve eğitim sisteminin tekrar inşası, yoksulluğu azaltma, iklim kriziyle mücadele, göçmenler için kapsayıcı programlar, küçük işletmelere destek gibi adımlar her ne kadar cazip görünse de, tüm pandemi sürecinde milyar dolarlar kazanan patronları yaratan sistem için hiçbir değişim öngörmemekte. Bildiğimiz sosyal demokrasiden farkını açığa çıkaran en belirgin kısmı ise işçi sınıfı mücadelesini gerçekten güçlendirmeyi sağlayacak sendikal örgütlenme gibi araçların lafının bile edilmemesi.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Mart 2021 tarihli 24. sayısında yayınlanmıştır.