Cumhur Koflaşırken Sertleşiyor, Millet Beklerken Netleşiyor

Cumhur İttifakı’nın içine girdiği ağır çekim kan kaybı süreci devam ediyor. Bu süreçte hala kontrol kendisindeymiş görüntüsünü yaymayı ise beceriyor. Bunun nedeni, kuşkusuz oluşturdukları havuzla üstüne çöktükleri medya tekelleri ile partizanlığını saklama gereği artık görmeyen adliye eliyle giriştikleri ifade özgürlüğüne karşı saldırıdır. Bununla birlikte, çaresizlikten yaptıkları her hamleyi büyük bir siyasi oyun, güçsüzlükten giriştikleri her saldırganlığı Mussolini’nin “Roma’ya Yürüyüş”üne benzeten toplumsal muhalefet kesimleri de bu anlamda işlerini kolaylaştırıyor. Cumhur İttifakı güçsüzlüğünden dolayı saldırgandır. Sıradan emekçiler ise giderek daha fazla bu yönetimin kifayetsizliğinin ayırdına varmakta ve buna tepki vermektedir. O zaman korkuyu değil, umudu örgütlemek gerekir. Kanıyla canıyla sömürülen halkın yayılan kitlesel itirazını daha görünür, daha politik, daha radikal ve daha akıllı olması için devrimciler inisiyatif almalıdır.

Cumhur İttifakı’nın iç dengelerinin de bu süreçte sallandığı havuz medyasının tüm perdeleme çabalarına rağmen görülmekte. Damat ortada yok, devlet idaresine geri gelen AKP’li kadro MHP’lileri rahatsız ediyor. Adalet Bakanı ile İçişleri Bakanı sosyal medyadan dolaylı olarak atışıyor. Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığı’na atanan paşanın FETÖ bağlantılı çıkması üzerinden eleştiriliyor, üstelik sadece Millet İttifakı’na yakın kesimler tarafından da değil. Bazıları MİT’i överek bazıları ise Kara Kuvvetleri Komutanı’nı överek Cumhur İttifakı içinden Hulusi Akar’a sallıyor. İktidarın başarısızlık ve yetersizlikleri de birikiyor. Bu koflaşma süreci o kadar ağır ki Reis Millet İttifakı bileşenlerini dolaşmaya çıktı. Saadet ve İYİ’yi koparmaya dönük hamleler bile süreci tersine çevirmeye yetmedi ki anayasa önerisiyle CHP dahi masaya çağrıldı.

Bu süreçte Millet İttifakı’na yön veren siyasi aklın da giderek daha fazla kendine güvenen hamleler yaptığını görüyoruz. Muhalefet içi görüşme trafiği ziyadesiyle hızlanmıştır. Anayasa zokasını yutmaması tüm muhalif kesimlerce önerilen CHP’nin bu tavsiyeye ihtiyacı yoktur. 7 Haziran seçimleri sonrası gündeme gelen istikşafi görüşmeler önerisinin güncel versiyonu olan yeni anayasa zokası, Reis’in siyasi yaratıcılığının kalmadığının, eskiden işe yaramış stratejileri kırpıp kırpıp yeniden gündeme soktuğunun bir göstergesidir. İktidarın yeni bir hamle yapma gücü yoktur, bitpazarına nur yağdırmak zorundadır. Anayasa önerisi de ancak bu bağlamda değerlendirilebilir ve CHP’nin 7 Haziran öncesi istikşafi görüşme zokasını yutmasına neden olan siyasi akıl ne idiyse, bugün de tersinden bu anayasa zokasını yutmamasına aynı siyasi akıl yol açacaktır. Pek çok solcunun unutmayı sevdiği şekilde Vehbi Koç’un ölene kadar, Necip Fazıl ile Hüsamettin Cindoruk’un bir dönem üye olduğu CHP bu sermaye devletinin kurucu partisidir, yaptığı “yanlışlar” beceriksiz yöneticilerinin kişisel tercihlerinin doğrudan sonucu değildir.

On üç rehinenin o ya da bu şekilde infazıyla sonuçlanan Gare Operasyonu sonrasında ortaya çıkan siyasi manzara da aynı bağlamda değerlendirilebilir. Hem CHP hem İYİ sözcülerinin Meclis’te kendileriyle yapılan görüşmelere rağmen iktidara yüklendiği durum “düzen partisi”nin tüm kanatlarının aynı rezaletlerin tarafı olmama iradesinin bir tecellisidir. Eskiden benzer konu başlıklarında düzen partisinin tüm kanatlarını aynı hatta dizen siyasi konjonktür bu süreçte raftadır. Tam da bu yüzden, Millet İttifakı’nın medyadaki temsilcileri de aynı karargâhta üretilmişe benzeyen, neredeyse kopya konuşma başlıklarını kullanarak operasyon dolayımında iktidarı eleştirmektedir. Asıl olan egemen sınıfın hâkimiyetinin sürekliliği ise emekçiler arasında rıza üretebilecek bir iktidar alternatifi bu iktidarın tüm beceriksizliklerin ortağı olamaz. Hem anayasa sürecinde hem de Gare sonrası ortaya çıkan düzen içi ikilik ABD başkanlık seçimi sonrası kuvveden fiile çıkan siyasal sürecin derinleştiğini gösteriyor. Düzen partisinin öteki kanadı siyasal yönelimini sivriltmektedir. Buna rağmen bu konjonktürde hakikaten iktidarı talep edip etmediği tartışmalıdır ama iktidarın kucağına düşmesini bekler gibi gözükürken boş durmamaktadır, siyasal yönelimi ve uyumu özellikle iki temel aktörü İYİ ve CHP arasında giderek netleşmektedir.

Kısacası, Reis rıza üretme kapasitesini kaybettikçe ne yapacağını daha fazla bilemez hale geliyor, bir bakıyorsunuz reformdan bahsediyor, bir bakıyorsunuz muhalif kesimlere dönüp sopanın ucunu gösteriyor. Fakat asıl önemlisi büyük sermaye kesiminin temsilcilerinin giderek daha yüksek sesle iktidarın bu kararsız ve zayıf tutumuna karşı eleştirel tutumlarını dile getirdiklerini duyuyoruz. Sokaktaki büyüsünü kaybeden Reis, sözcüsü olduğu iktidar birlikteliğini bir arada tutmakta zorlanıyor. Bu durum büyük basının içinde bulunduğu durumdan dolayı çok faş olmasa da dünyada herkesin bildiği bir sır olarak ortadadır. Bu noktada bir yandan Reis’in Devlet Bahçeli şahsında simgelenen güçlere mecburcu olduğu, diğer yandan da bunları daha önce liberallere ve FETÖ’ye yaptığı gibi sırtından atmak üzere fırsat kolladığı dile getirilmektedir. Bugün Reis’i tercih ettiği herhangi bir siyasal seçeneği istediği anda uygulayabilecek bir güçte görmek ve göstermek pısırık muhalefetin önde gelen üçkâğıdıdır. Bu muhalefet pısırıktır, çünkü ya Batılı “demokrasi” güçlerine ya da CHP’ye bakmakta ama her zaman küçük nüvelerini ve kıvılcımlarını gördüğümüz halktaki itiraz ve direnme eğilimlerine kendini adamaktan ısrarla kaçınmaktadır.

Biz şunu biliyoruz; demokrasi, yürütmenin başının değişmesiyle gelmez, emekçi halkın taleplerinin siyasal sistemde daha çok karşılık bulmasıyla gelir. Halkın ve emekçilerin tepkisi esas olarak tüm dünyada sermaye lehine işlediği ortaya çıkan bu düzenin tekerine çomak sokmak gerektiği anlayışı doğrultusunda yönlendirilmelidir. Erken seçim ne zaman olacak diye papatya falı açmak da bizim işimiz değildir. Bizim işimiz, Türkiye bir erken seçime sürüklenirken bu baskı ortamında sinen, etkisizleşen solla direnen işçiler arasındaki kontrastı görünür kılacak şekilde, işçi mücadele ve direnişlerinin yayılmasına ve kamuoyunda gündem olmasına yardımcı olmak ve bu doğrultuda bir emekçi siyasal alternatifinin inşası için inisiyatif geliştirmektir. Eğer halk mücadelesi güçlenir ve politikleşirse, beceriksiz ve uyumsuz bir siyasal aygıt olan Cumhur İttifakı yıkılacak oranda sallanacaktır. Bundan Millet İttifakı temelli bir başka düzen alternatifinin şu ya da bu biçimde faydalanmasında emekçi halk için köklü bir maddi kazanım olmaz. Bizler, direnen halkın yanında durmalı, onların düzen reddiyesine olabildiğince akılcı bir politik yönelimi eklemleyebilmeliyiz. Önümüzdeki bir yılın siyasal görevi budur.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Mart 2021 tarihli 24. sayısında yayınlanmıştır.