İş Kazası Değil Cinayet

Her ne kadar iş kazaları ve meslek hastalıklarını engellenmesine yönelik olarak çıkarıldığı söylense de esas olarak; Avrupa Birliği uyum sürecinin bir gerekliliği olarak karşımıza çıkan İş Sağlığı ve Güvenliği yasası, şu veya bu düzlemiyle hayatımıza girdi. Haliyle yeni bir sektör oluştu. Büyük balığı siyasi iktidar ve çevreleri yakalarken geriye kalanlar, daha aza tamah etmek durumunda kaldı. İşverenler açısından kâğıda yatırım yapmak, hayatlarını bu yolla kazananlar için her sonuç alamadıkları işyerlerinde hüsran, işçiler açısından hayati önemde uygulanması gereken kurallar bütünü; İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği.

Yasa; ilk aşamada, çalışan sayısına bakılmaksızın “çok tehlikeli” ve “tehlikeli” işyerlerinin yanı sıra, 50’den az çalışanı olan “az tehlikeli” iş yerlerini kapsam içine aldı. “Kademeli geçiş” öngörülmesine rağmen, bu kademeler bir türlü atlanamadı. İşçilerin hayatları sürekli ertelendi.

Az tehlikeli işyerleri, 2016 yılı temmuz ayında yasa dâhilinde olacakken AKP tarafından, bunlara bir yıllık erteleme uygun görüldü. Bir yıl geçtikten sonra, yani 2017 Temmuz ayında yasa yürürlüğe girecekti. Yine AKP tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden 2020 yılına ertelendi. İşçilerin 3 yıl daha iş güvenliği olmadan çalışabileceklerini, bu bir yıl ertelemeyi yaptıklarında görmüş olacaklar! Biz de şimdiden bir öngörüde bulunalım: Hedef 2023!

Bizim bakacağımız kısım; son dört yıl içerisinde meydana gelen cinayetler… Bakanlık tarafından sloganlaştırılan ve gerekleri yerine getirilmeyen kısmıyla ilgi. 2014 yılında en az 1886, 2015 yılında en az 1730, 2016 yılında en az 1970, 2017 yılında en az 2006 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. 2018 yılı ilk iki ayında en az 264 işçi hayatını yitirirken bu sayının yıl içinde artacağından üzülerek eminiz.

13 Mayıs 2017 tarihinde çalışma hayatında “milli seferberlik programının” 2. dört aylık teması; “İş Sağlığı ve Güvenliği” olarak belirlendi. İlk dört aylık temanın iflas ettiği göz önünde bulundurulacak olursa, özellikle 2017 Temmuz ayında yürürlüğe girecek yasanın 2020 yılına ertelenmesi ve seferberliğin ilan edildiği mayıs ayı içerisinde (146 işçi) bir önce ki yılın mayıs ayına (117 işçi) oranla 27’den fazla işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirmesi, bu seferberliğin laftan ibaret bir durum olduğunu açığa çıkarıyor.* Pazar günleri çalışmama kuralının işçilerin elinden alınması, kiralık işçi bürolarının yasayla mantar gibi çoğaltılması, kuralsız/güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması ve Avrupa Birliği üyelik sürecinin askıya alınması iş cinayetlerinin yıllar içinde artacağının göstergesidir.

Bakanlık, iş müfettişleri yoluyla denetleme yaptığını söylüyor. Yeterli sayıda müfettiş olmaması, cezaların caydırıcı nitelikte olmaması ve genelde uygulanmaması sermayenin elini kuvvetlendiren diğer etkenler olarak karşımıza çıkıyor. Allah sermayeye zeval vermesin; işçinin canı 3 kuruşluk nihayetinde!!!

Aslında çözüm düşünüldüğü kadar zor değil; İş Güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri ve işyeri hemşirelerine maaşları bakanlık tarafından, Ortak Sağlık Güvenlik Birimler’inden (OSGB) alınarak ödense; uzman hemşire ve hekimlerin işverenlerle maddi bir bağlantıları kalmasa ve yetkileri müfettişlerle eş değer tutulsa ÇSGB personeli olmasa dahi çok fazla yol kat edileceği aşikâr. Öteki türlü İSG personeli, maaşlı şirket çalışanı muamelesi görmekte ve personellerin yaptırım güçleri bulunmamaktadır. Hal böyle olunca işverenlerde İSG hizmetleri, kağıda yatırım olarak görülmekte ve devletin zorunlu kıldığı vergi gibi iş gören bir hizmet algısı oluşmaktadır. İşçiler açısından ise ayda bir uğrayan ve tavsiyelerde bulunan, ancak patronlarının hiçbir tavsiyeye kulak asmadığı beyhude çaba sarf eden, çayını içip giden insanlardır.

İSG personeli açısından maaşlarının düşüklüğü ve sorumluluklarının fazlalığı, güvencesiz çalışma ve hizmet verilen iş yerlerinde başta olma üzere, maruz kalınan mobbing ve itibarsızlaştırma dayanılamaz sınırlarda seyretmektedir. Basit bir çözümlemeyle İSG personelinin, memurlarda olduğu gibi, maaş düzenlemelerinin 6 aylık periyodlar halinde yapılması ve hesap verme merciinin ÇSGB’ ye tabi olması; işverenler acısından da hizmet alımı dışında gerekli iyileştirmelerin yapılması iş kazalarının ve cinayetlerini önlemesi noktasında ciddi yol kat edilmesini sağlayabilir.

Fakat gelgelelim hükümet politikalarına, zira hedef 2023. Emek sömürüsünün alabildiğince vahşileştiği, bundan daha kötü ne olabilir dediğimiz taşeron sisteminin de beterinin olabileceği kiralık işçi büroları, arabuluculuk süreçlerinin işlevsel hale getirilmesi, kıdem tazminatına yapılan saldırılar, pazar tatillerinin kaldırılması gibi katmerli ve insanlık dışı çalışma hayatı oluşturularak sermayeye en kutsal değer olan insan emeğinde sınırsız ve kuralsız saldırıların olduğu günleri görüyoruz. Sendikalı olmanın patronlarca hırsızlıktan ve insan öldürmekten daha büyük bir suç olarak görülmesi, devletin hukuken hakları daha da geriye, işçinin aleyhine yönelik yasallaştırmasından kimin tarafında olduğu apaçık ortada. İstihdam seferberliği; memleketteki işsizlik meselesini çözmeye yönelik bir hamle değil, sermayeye ucuz iş gücü sağlamak için. Hal böyle olunca, İSG pek kimsenin umurunda değil, işçinin sağlığı ve güvenliği onlara göre zaten var.

Mücadelenin her alanda yükseltilmesi, iş cinayetlerinin de önüne geçilmesi için elzemdir. Bu mücadelelerden biri de, iş cinayetlerinde yitirdiklerimizin ailelerinin verdiği mücadele; “Vicdan ve Adalet nöbeti”. İş cinayetlerinde yitirdiklerimizin aileleri, her ayın ilk pazar günü 13.00’de, Galatasaray meydanında Vicdan ve Adalet nöbeti tutarak 2013’ten beri, 28 Nisan’da bu günün “Anma ve Yas Günü” ilan edilmesi talebiyle etkinlikler düzenliyor.

Sendikaların, Siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve meslek odalarının mücadele programlarının başında olması gereken gündemlerden biri de; iş cinayetlerine karşı mücadeledir. Aksi halde, iş cinayetlerinde yaşamını yitiren binlerce insanın vebali boyunlarında olacaktır.

*İstatistiki veriler www.guvenlicalisma.org adresinden alınmıştır.