Saray’ın Seçtiği Kavgayı Değil Sınıf Kavgasını Örgütleyelim

Reis, 2019 diye kodlanan ama muhtemelen daha erken gerçekleştirilecek olan bir seçim süreciyle yeni düzenini bir plebisit yoluyla onaylatmak istiyor. Bu onayı esasında gene bir plebisit biçiminde gerçekleştirdiği 16 Nisan Referandumu’yla gerçekleştirmek istiyordu ama sonuçlar tüm hukuksuzluklara ve usulsüzlüklere rağmen istediği oranda çıkmadı. Doğrudan adının olduğu bir başkanlık seçiminde bir zafer, onun açısından aynı işlevi görecek. Bu zafer için de aslına bakılırsa en ilkel siyasi içgüdüsüyle davranıyor, Türkiye’yi dindar Sünni Türkler (ve az çok asimile olmuş, özellikle dindar Kürtler) ve bir yanda Kürtler, Aleviler ve batıcılar şeklinde kutuplaştırmaya çalışıyor. Yani seçim bir nüfus sayımı olarak gerçekleşsin istiyor. Sonuçta bunu başaramasa da, kutuplaştırma çabası ve bunun için tutturulan politikalar Türkiye’de bir beka sorunu yaratıyor ve tüm bunlar kamu kaynakları yoluyla gaza basılmasına rağmen bir türlü aşılamayan bir iktisadi durgunluk konjonktüründe yaşanıyor.

Saray, bu kutuplaşma siyaseti karşısında bir HDP-CHP ittifakı görebilmek için yanıp tutuşuyor. Metal toplu sözleşmesi ve taşeron mevzusunda olduğu gibi kimi zaman geçici çözümler de bularak istediği kutuplaşmaya uymayan toplumsal sorunları, konuşulmadan halının altına süpürmeye çalışıyor. Tabi şeker fabrikalarının özelleştirmesi gibi akçeli konularda Saray Rejimi esas olarak bir mafya rejimi olduğu için yapabileceği bir şey yok, Cargill’den yüzdesini alacak. Girdiği Suriye bataklığında ise sürekli el yükseltiyor ve bu da iç politikada durumunu kırılganlaştırıyor. Batıya bir yandan efelenirken bir yandan da Deniz Yücel kararında olduğu gibi Türkiye’de yargı erkinin Saray’ın emrinde olduğunu açıkça ortaya koyan yöntemlerle onlarla uzlaşmaya çalışıyor. Bu çelişkilere rağmen hep bir önündeki engeli aşmaya odaklanarak plebisitine ulaşmaya çalışıyor. Ve o plebisiti bir biçimde kazanacak, meydanı boş bulursa.

Türkiye’nin toplumsal hakikatine birebir uymayan zayıflığı da, buradan kaynaklanan bu kutuplaşmayı aşacak bir siyasi yönelimi de Türkiye’nin dirayetsiz parlamenter muhalefeti ortaya koyamıyor. Açık konuşmak gerekir ki bizlerin de geçmiş hatalarımız bugün yeterli büyüklükte bir toplumsal güç olmamızı engellemektedir ama bu durum değiştirilebilir ve değiştirilmelidir. Kuşkusuz bu amaca ulaşmak ancak Reis’in işaret ettiği oyunu, onun gösterdiği kum havuzunda oynamayı reddederek mümkün olur. Bu önermenin ilk kısmının, “artık Türkiye’de seçimlere katılmanın anlamı yoktur” diye hatalı da olsa bir nebze ayrımında olan bir kesim varsa da, ikinci kısmını yapmaya yeltenen tek bir odak vardır.

Sondan başlayalım, kutuplaşmayı aşmanın yolunu kutuplaşmanın dayandığı kimlik siyasetine su taşıyarak değil, proletarya devrimciliğinin tarihsel misyonuna odaklanarak yapmakta aramayı tercih ediyoruz. Sermaye düzeninin ve devletinin kurguladığı sömürü ilişkilerinin çarklarında hayatları öğütülen kesimleri siyasi özne kılacak bir politik mücadele hattını örmeliyiz. Onların çaresizliği Saray Rejimi’ni farklı biçimlerde kuvvetlendiriyor. Emekçilerin kanıyla semiren sermaye düzeninin yaslandığı mafya rejimi, emekçilerin desteğini alabiliyor. Örgütlülüğü dağıtılarak, ideolojisi itibarsızlaştırılarak, sendikaları teslim alınarak sağcılaşmasının önü açılan işçi hareketi aslına döndürülmelidir. Biz bu amaçla Birleşik Emek Koordinasyonu’nun içindeyiz. Öbür türlü “solculuk” bir kimlik siyasetinden başka bir şey değildir ve ancak o “solculuk” ile mesafelenerek proletarya devrimcisi olmak mümkündür.

Kutuplaşmaya teslim olmamak Saray’ın gündemine de teslim olmamayı gerektirir. Onların görünmez kılmaya çalıştığını kamuoyunun gözüne sokmak, susmamızı istediği konuda konuşmamız gerekir. Özellikle ikincisini ortak bir akılla yapabilmeliyiz. Savaş kışkırtıcılığına teslim olmamak gerekir. Önümüzdeki süreçte bu şoven kışkırtmaların alabileceği olası sokak provokasyonlarına hazır olmak gerekir. Cezaevlerindeki yoldaşlarla ünlü ünsüz ayırmadan dayanışmak gerekir. Lakin tüm bunların yanı sıra Saray’ın seçtiği kutuplaşmanın tarafı olmamak demek onun hodri meydan dediği yerde görünmez olmak anlamına gelmez. Seçimler konusunda görünmez olan bir toplumsal muhalefet geniş halk kesimlerine güven de vermeyecektir. Dolayısıyla bu mücadelenin her veçhesinde de muhalif halk kesimleriyle yan yana olmak gerekir. Halkın umudu ve direngenliği örgütlenebilirse bu karanlıktan ancak çıkabiliriz. Süleyman’ın öldüğü, asasını kemiren ağaç kurtları asanın kırılmasına yol açmadan anlaşılamamış. Kendini yıkacak herhangi bir güç bulunmadığı için ayakta duran Saray Rejimi’ni yıkacak olan gücü şekillendirme görevi hala bizi çağırıyor.

* Komite Dergisi 3. Sayı Başyazı