200. yaşında Marx’ı, devrimi ve komünizmi yeniden düşünmek

“Bütün devrimci hareketin genel gerek empirik, gerekse kuramsal temelini özel mülkiyet hareketinde – kesin söylemek gerekirse, iktisadi harekette- zorunlulukla bulacağını görmek kolaydır.” Bu olgu, -tabii ki bu olgunun etrafında geliştirilen birçok tarihsel olguyla birlikte düşünülmesi kaydıyla- devrimin ve komünizmin hareket noktasını oluşturur. Ne var ki bu olgunun yeterince anlaşıldığı kuşku götürür. Zira güncel iki eğilim bu yetersizlikten kaynaklanıyor: Birincisi, toplumun kuruluşunda salt ekonomik olanın ya da üretim ilişkilerinin belirleyici olduğu ve toplumun sadece bunun çözümlenmesi ile ele alınacağı -ki bu yapılırken bile bu etkenlerin doğru olarak anlaşıldığını söylemek mümkün değil- eğilim. İkincisi ise ekonominin belirleyici olmasının indirgemeci bir tutum olarak yorumlanabileceğine ve toplumsal kuruluşun ancak üstyapısal bir çözümlemeyle mümkün olacağına dönük eğilimdir. Marksizme de farklı biçimlerde yön veren bu iki eğilim, bir bakıma Marksizmin paradoksu olmuş, Marksizmin gelişmesi ve kendini aşması yönünde engel teşkil etmiştir. Bu paradoksun en önemli nedenlerinden biri; Marx’ın doğrudan kendi metinlerine başvurulmaması ve bu nedenle de yeterince anlaşılamamış olmasıdır.

Toplumsal ilişkilerin nesnel bilgisine ulaşmak açısından ekonomi-politiğin rolünün önemini ve toplumsal ilişkilerin kuruluşunda bu düzlemin nasıl işlediğinin ya da hareket tarzını oluşturan eğilimleri ortaya koymanın zorunluluğunu en yalın biçimde Marx vurgulamıştır. Şu sıralar, bu zorunluluğu ne kadar tekrarlasak azdır. Zira sosyalist mücadelenin içinde bulunduğu durum; basit bir gerileme, güçsüzlük ya da düşmanın baskısının artması gibi gerekçelerle açıklanamayacak düzeyde özseldir. Sosyalist hareketin mevcut hali ise önemli bir kısmıyla ideolojik bir sapmayı temsil etmektedir. Öyle ki, tarihsel gerçekliği kendi hareket tarzı ve oluşum süreci içinde anlamaya dönük eksiklik ya da yetersizlik spekülatif ve dogmatik düşüncelere ve değerlendirmelere neden olmuştur. Bunu aşmanın yollarından birisi ise Marx’a dönüştür.

Marx’ın kavrayışının kökenindeki tarih; bilimsel ve felsefi yön yeterince görülmediği sürece onun layıkıyla anlaşılabileceğini söylemek güç. Bu nedenle Marx da kimi zaman ideolojik dogmatizme kimi zaman da ekonomizme kurban edilmiştir. Öyleyse yeniden ve en baştan Marx’a dönmek, devrim ve komünizm için de elzemdir. Bu dönüşün en temel uğraklarından biri; ekonomi-politiktir. Bu bağlamın güncel biçimde yeniden kurulmasının önemi ise içinden geçtiğimiz tarihsel sürecin nesnel biçimde anlaşılmasına kaynaklık edecek dayanağı, bu uğrağın oluşturuyor olmasıdır. Var olan durumun nesnel olarak anlaşılması ve aşılması, bu nesnel bilgiden hareketle gerçekliğe müdahaleyi gerekli kılıyorsa bu çabada kaçınılmaz biçimde Marx çıkar karşımıza. Ama unutulmamalı ki Marx sadece var olanı anlamamıza değil, var olanı aşmamıza dönük nesnel olanaklardan da bahseder bize. ‘Kapitalizmden başka bir seçenek yokmuş’, ‘devlet olmaksızın toplumsal birlik sağlanamazmış’, ‘toplumsal özgürlüğün hiçbir zaman gerçekleştirilebilir değilmiş’ gibi düşünüldüğü ve bu olanaksızlıkların biteviye ideolojik olarak öğretildiği bir koşulda Marx’a dönmek, bu öğretilmiş olanaksızlıkların nasıl temelsiz olduğunu ve özgürlüğün olanağının insanlığın tarihsel üretim etkinliğine nasıl dayandığını görmek açısından olmazsa olmazdır.

Sınıf savaşlarının tarihsel doğasını, kapitalizmin hareket tarzını ve özgürlüğün nesnel olanaklarını ortaya koyarken Marx’ın bize gösterdiği temel bazı gerçekler vardır. Bunların başında, kapitalist ilişkilerin gelişmesine bağlı olarak üretici güçlerin yıkıcı güçler haline dönüşmesi ve yine bu gelişime bağlı olarak sınıfsal çelişkinin yoğunlaşmasının evrensel düzeyde gerçekleştiği olgusu gelir. Burada üretimde evrensel düzeyde ortaya çıkan gelişimin ve çelişkinin insanlığın tüm ilişkilerini de evrenselleştirdiği gerçeğini, insanın özgürlüğünün evrensel varoluşunu gerçekleştirmesi ile koşullu olarak düşünülmesi gerektiği Marx’ın özgün tespitlerinden biridir ve bu tespit, Marx’ın metinlerinde gün yüzüne çıkan nesnel temellere sahiptir. Özgürlüğün gerçekleşeceği ekonomi-politik koşullardan bahsedeceğimiz düzlem ise bu evrenselleşmenin yanındaki bir başka koşul olarak açığa çıkar: “Modern evrensel ekonomik ilişkinin bireylere tabi kılınması ancak, bu ilişkinin herkese tabi kılınmasıyla mümkün olabilir.” Üretim araçlarına el koyma ve toplumsallaştırma yani özel mülkiyetin ortadan kaldırılması –ki bu ancak iktidarın hedeflenmesi ile mümkündür- tüm olanakların ve araçların ortaklaştırılmasının nesnel koşuludur. Marx, burada doğanın sınırsız bir kullanımından değil, doğayla ilişkimizde zilyetlik ilişkisinden bahseder ki bu özsel olarak ekolojik bir göndermedir.

Marx’ın devrimci bir gücün ortaya çıkışındaki nesnel olanakları araştırırken bu gücün öznesi olarak işçi sınıfına vurgu yapması rastlantısal değil, tarihsel nedenlerle açıklanabilir. Zira “devrim, artık toplum içinde bir sınıf olarak sayılmayan, bir sınıf olarak görülmeyen ve şimdiden günümüz toplumundaki tüm sınıfların, milliyetlerin vb. ortadan kalkmasının ifadesi olan bir sınıf tarafından gerçekleştirilir.” Öyleyse komünizmin gerçek bir olanak, gerçek bir hareket olduğunu göstermesi açısından Marx’ın düşüncesine dair kaba eleştiriler ya da yok saymaların hepsi ideolojik niteliktedir ve sadece kapitalizmin sürdürülmesine hizmet etmektedir. Oysa, Marx’ın gösterdiği şu tez tarihsel gerçekliğe uygundur ve nesnel temellere sahiptir: Komünizm, “o güne kadar yaşamış insanların ürünlerini, birleşmiş bireylerin gücüne tabi kılmaktır. Dolayısıyla, onun örgütlenmesi esas itibarıyla ekonomiktir; bu birliğin koşullarının maddi üretimidir; mevcut koşulları, birliğin koşulları haline getirir. Komünizmin yarattığı mevcudiyet, bireylerin şimdiye kadarki ekonomik ilişkilerinin bir ürününden başka bir şey olmadığı ölçüde, bireylerden bağımsız her türlü mevcudiyeti imkânsız kılan gerçek temelin ta kendisidir.” Öyleyse komünizm, bir hayal ya da bir masal değil, tüm insanlığın ve doğanın ortak gücüne dayanan, nesnel temellerini insanlığın toplumsal yaşamı ürettiği tarihsel hareketten alan gerçek bir olanaktır. İşte ömrünü var gücüyle bu olanağın nesnel dayanaklarını ortaya koymaya adayan Marx’a, 200. yaşında tekrar ve tekrar dönmek bu yüzden önemlidir.