Sinemanın Teröristi

“Yeni dalga” akımı sinema tarihinin en önemli akımlarından biridir. Elde kamera stüdyo dışında yapılan çekimler ve üzerine sonradan eklenen diyaloglar, mekân sürekliliği içinde bazen hızlı bazen de panik halindeki çekimler, ani sıçramalar bu akımın teknik bakımından genel ayırıcı özellikleridir. Bu şekilde realist anlatım sinemasının normlarına adeta bir başkaldırı olan umursamaz bir tavır sergilenmektedir. Bu akımla beraber akla ilk gelen isim, pek tabii Jean-Luc Godard’dır. Godard’ın eleştirel tavrı ‘Weekend’ filmiyle belirginleşir ve sonrasında daha denemeci, eleştirel, politik ve devinimsel bir tarzda ilerleyerek devleşir. Seyirci ile film arasındaki açı, eleştirel bir yabancılaşmayı inşa edecek şekilde Godard tarafından her zaman korunur. Filmleriyle hayatın her alanına dair anarşizan bir çığlığı yükseltir ve bunu inanılmaz bir sakinlikle yapar. Godard’ın politik kimliği ise 1968 Hareketleri ışığında şekillenir. Sinemacılığa sınıfsal bakış açısını özetlemek için “ Burjuva sinemacılar gerçeğin yansımalarına odaklanırlar, bizse bu yansımaların gerçekliği ile ilgileniyoruz.” cümlesini aktarmak yeterli olacaktır.

Bundan 5 yıl önce başlayan ve bizim kent mücadelesi deneyimimiz olan Gezi’nin yıl dönümünde, Godard’ı konu edinmemizin sebebi ise başka topraklardaki bir kent mücadelesine verdiği destek. ZAD direnişçileri, Godard’ı “ZAD’I CANNES’A TAŞIYALIM, SARAY’I KUŞATALIM!” cümleleriyle biten bir mektupla bu yılki Cannes Film Festivali’nin ‘altını üstüne getirmeye’ çağırdı. Bu çağrının üzerine Godard ise Goya’nın “Çocuklarını Yiyen Satürn” resmiyle açılan “Batı Rüzgarı” adlı bir kısa film çekti.

Pekala, kimdir bu ‘ZAD direnişçileri’?

1968’de, Fransa’nın Notre-Dame-des-Landes adlı bölgesinin havaalanı yapılması için en uygun bölge olarak belirlenmesiyle hikaye başlıyor. Havaalanı projesi uzun yıllar erteleniyor fakat 2000’li yıllarda tekrar gündem oluyor. Havaalanı yapımına karşı olanlar ise bu bölgenin ranta açılmasını istemiyor ve inşaatı hızlandırmak adına çevreyle ilgili birçok sorunun hasıraltı edildiğini öne sürerek projeye itiraz ediyorlar. Bu itirazlar 2009 yılında, inşaat alanında düzenlenen bir ‘iklim eylem kampı’ ile vücut buluyor. Kamp ile bölge işgali başlıyor ve “ZAD” doğuyor. Kampın mensupları günbegün artıyor ve ZAD, zamanla otonom bir köye dönüşüyor. 2010’da bölgeye kolluk güçleri girdiği halde köy yıkılmıyor ve “NDDL hareketi” daha da güçleniyor. 2014’te gerçekleştirilen kent eylemiyle 500 traktör kente giriyor ve aynı anda süren açlık grevleri gibi birçok anarşizan eylemlilikle havaalanı projesinin iptali sağlanıyor. Yaşanan bu eylemliliğin kendisi, birçok açıdan ilham verici. Yöntemleri ve teorik temellendirmesi tartışmaya açık olsa da direnişteki ısrar ve sonunda elde edilen zafer, bizim için önemli bir yeri işaret ediyor. Gezi’yi “andığımız” bu günlerde onun anı’laşmaması için sinemanın son Mohikan’ı Godard’ın “Suç, Suçtur” adlı kısa filminden birkaç cümle aktaralım: “Avrupa hükümetleri bunu öğrendiklerinde şaşkına dönecekler; suç, suçtur. Hükümetlerin insanları öldürmeye hakkı yoktur. Canavarlardan oluşan bir hükümete canavar gibi davranılır. Çok uzakta değil, şu anda bile insanlar katlediliyor, ateşe veriliyor, soyuluyor. Bunlar olurken hükümetler kekeler.”

On yıllar boyunca birçok mücadeleye destek vermiş, asla pes etmemiş bir sanatçı olan Godard, topraklarımızda süren direnişlerin kararlılığı ve dayanışma pratikleri konusunda bizlere ilham olsun… ZAD’ın çağrısını biz de şöyle uyarlayalım: MÜCADELEMİZİ SOKAĞA TAŞIYALIM, SARAY’I KUŞATALIM!