Devrimci bir odak olmadan halkın kurtuluşu mümkün değildir!

Recep Tayyip Erdoğan baskın seçimi ilan ettiğinde 1 Kasım seçimleri benzeri bir gerginlik atmosferinde bir tür “sopalı seçimler” yöntemiyle istediği sonucu alabileceğinden emindik. Üstelik MHP ve AKP oy toplamının elli beşler civarında olduğu ortadaydı. Fakat kampanya süreci başlayınca Erdoğan’ın baskın seçimden beklediği bazı faydaların mesela İyi Parti’yi etkisizleştirme taktiğinin bizzat ana muhalefetin hamleleriyle boşa düşürüldüğünü gördük. O andan itibaren de seçimler CHP’nin on yıllardır olmadığı kadar etkin bir siyasal süreç işletmesine tanıklık etti. Referandumda ne kadar MHP seçmeninin Bahçeli’ye rağmen anayasayı reddettiğine dair sağlam bir algımız olmadığı için de Erdoğan’ın elli beşlerin ne kadar altına düştüğüne dair tek ölçütümüz CHP tabanının, liderliğinin başarılı hamleleriyle oluşan yüksek seçim motivasyonunun etkisinde kaldı. CHP adayının otuzları geçiyor olmasının getirdiği coşku sosyalist solu etkisi altına aldı. Sosyalist sol CHP tabanı tarafından emildiği ölçüde ülkedeki siyasi duruma dair körleşiyor.

Seçimler Erdoğan’ın istediğini almasıyla sonuçlandı. Artık Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurumsal mimarisini bir tek adam serbestiyetinde oluşturabilir. Kuşkusuz Devlet Bahçeli kimliğinde cisimleşen bir eski kontrgerilla aygıtına ki bu aygıta FETÖ ile ortaklığı bozduktan sonra yaslanmaya başlamıştı, bazı tavizler vermek durumundadır. Fakat bu durumu abartmamak gerekir, bu ilişkide son tahlilde Erdoğan meclis içinde başka ortak bulabilir ama o kontrgerilla aygıtı başka Erdoğan bulamaz. Bununla birlikte kampanya döneminin de gösterdiği üzere Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurumsal mimarisini yeniden şekillendirme hamlesi çok çeşitli zayıflıklarla malûldür ve bu zayıflıklar hiç beklenmedik alanlarda bile ayağına dolanmaktadır. Bu noktada en büyük şansı siyasal alandaki rakipsizliğidir.

Erdoğan’a rakip olarak, şimdilerdeki siyasi acullukları ve basiretsizlikleriyle kendilerini aşan bir siyasal akılla şekillendirildiği ortaya çıkan ittifak; kendi beceriksizliğine rağmen ülkenin önemli toplum kesimlerindeki Erdoğan’ın temsil ettiği tek adam rejimine dayalı çözüme karşı öfkeden ötürü güncel bir karşılık kazanmıştır. Fakat siyaseten kendisine biçilen amaca ulaşmayı beceremeyen yani mecliste çoğunluk sağlayarak bir tür denge oluşturamayan bu düzen muhalefeti tam da bu yüzden şimdi bir dağınıklık içindedir ancak gerektiğinde belli bir sürede başka liderliklerle yeniden toparlanabilir. Bununla birlikte bu muhalefetin halkın geniş kesimlerine güven vermediği ortadadır, şimdiki dağınıklığı da bu güvensizliği derinleştirir.

Ortaya çıktığı şekliyle düzen muhalefetine bu güvensizlik kendini, özellikle artık kapımızı çaldığını tüm ağırlığıyla hissettirmeye başlayan iktisadi kriz karşısında, Erdoğan’ı güvenilir dümenci olarak gören dar gelirli insanlarımızın bir kısmının tek adam projesine ikna olmasa bile Erdoğan’a oy vermesinde de kendini göstermektedir. Açıkçası 1 Kasım’a giderken patlayan bombaların Erdoğan’a bazı toplum kesimlerini blokladığı gibi yaklaşan krizin de seçim sandığında Erdoğan’a yaradığı ortadadır. Muharrem İnce’nin gürültülü lafazanlığı Erdoğan karşıtlarına hitap etse de borç içinde yaşayan yoksul emekçilerin bazıları için inandırıcı bir çıkış önermemektedir. Bu durum da seçim sonuçlarında kendini göstermektedir.

Kuşkusuz bu seçim de, 7 Haziran sonrası yapılan her seçim gibi liberal temsili demokrasinin yetersiz yerleşik adalet standartlarının çok gerisinde gerçek bir baskı ortamında gerçekleştirildi. HDP başta olmak üzere İyi Parti ve Saadet Partisi medya tarafından Saray kaynaklı emir üzerine görmezden gelindi. Seçim sürecinde bu partilerin ve hatta CHP’nin üyelerine karşı saldırılar oldu. Bazı yerlerde bu saldırılar ne yazık ki ölümle sonuçlandı. Sandık taşıma gibi eskiden kabul edilemez sayılan bazı yöntemlerin yasallaştırılmasıyla ve eski usul silahlı tehdit yoluyla kimi yerlerde gizli oy ilkesi yerle bir edildi. Devlet mekanizması ve havuz medyası Goebbels’in gözlerini yaşartacak bir propaganda aygıtı olarak çalıştı. Dolayısıyla ana akım diye tarif edilen siyasi seçenekleri doğallığında öne çıkaran liberal temsili demokrasinin yetersiz ölçütlerinin bile çok dışında “sopalı” bir seçim süreci yaşamamıza rağmen, tam da bu sistemin ölçütleri içselleştirildiği için tüm tartışmayı sandık hilelerine indirgeyen yaklaşım hakikatin gerçekçi bir analizini yapamamaktadır. Siyasi tartışmanın altını boşaltan bu hile yapıldı takıntısı seçim gecesindeki bozgun duygusunun nedenlerinden biridir. Bununla birlikte tüm iddiasına rağmen düzen muhalefetinin oy sayımı sürecini yönetmekte AKP kadrolarının çok gerisinde kaldığı da bir vakıadır.

Bu seçimlerde topluluğumuzun dayanışma kararı aldığı HDP sonuç itibariyle amacına ulaştı. Erdoğan’ın emrini boşa düşürerek barajı sandığa gömdü. Bu sonuçta büyükşehirlerde verilen oylar etkindir. İlk cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri izlediğimiz dayanışma çizgisinin genişlediğini görmek olumlu olsa bile, ortaya çıkan ve bizim garip bulduğumuz milletvekilli dayanışma pratikleri kendilerini ispat etmeye mecburdur. HDP’nin işi önümüzdeki süreçte kolay olmayacaktır, bizler HDP pratiğine mesafemizi ve gerektiğinde ise dayanışma duygumuzu korumayı sürdüreceğiz.

Seçim süreci göstermiştir ki Türkiye’de sosyalist solun otolikidasyonunda bir sınır aşılmıştır. Solun bir yanda CHP’ye emilme, diğer yanda HDP’ye eklemlenme, öte yanda ise toplumsal karşılığının hiçleşmesi süreci tamamlanmıştır. Biz buradayız demek için bile ilk turda aday gösterme cüreti ortaya çıkmamıştır. Şimdi bu duruma kılıflar bulunmakta hakikat tahrif edilmektedir. Ortak adaylığın ima edildiği toplantıda adaylaşma sürecine dair öneri sunulmamış yerine bir “halk egemenliği” kampanyası önerilmiştir. Baskın seçim gündeme gelince ortaya çıkan kolektif adaylık önerisi ise yersiz bulunup reddedilmiştir. Bu durumun nedeni adaylık iması yapanların siyasi ufkunun bütünüyle CHP’nin sağcı bir aday göstermesi olasılığına bağlı olduğu, bu durumda sosyal demokrasinin solu olmaya hamle edecekleri gerçeğidir. Bu da CHP’ye emilme sürecinin tamamlanmış olduğunun bir başka göstergesidir.

Bu seçimler de sosyalist inşa açısından, devrimci bir olanağın geniş halk kesimleri arasında görünür kılınması açısından somut bir adım atılamadan geçirildi. Tek adam rejimini zayıflatmak noktasında da iradi bir sonuç ortaya çıkarılamadı. Var olan zayıflık bütünüyle yapısal kaynaklıdır, tam da bu nedenle önümüzdeki süreçte tek adam rejimine karşı mücadelede kimi fırsatlar ortaya çıkacaktır. Biz bu fırsatlara bigâne kalmayacağız. Bununla birlikte Türkiye’yi giderek dönüştüren proleterleşme ve güvencesizleşme süreçlerine karşı geniş halk kesimlerini muktedir kılacak örgütlenme ve kurumsallaşma faaliyetlerine odaklanıp bu saldırının tek adam rejiminin oluşmasıyla ilintisini halkımıza anlatmayı sürdüreceğiz. Devrimci bir odak olmadan halkın kurtuluşunun mümkün olmadığını biliyoruz.

İsyan, Devrim, Özgürlük!