Mahalleleri yeniden düşünmek: Semt Bizim, Kent Bizim

Bir devrimci hareketin var olabilme koşulu salt fikrin doğruluğuyla ilgili değildir. O fikrin kadroları, kadrolarının yetenekleri, donanımı, cüreti, fikrin örgütleneceği doğru bir çalışma tarzında ve pratiğinde eksiksiz var olması gerekir. Sosyalist hareketin son 30 yılının bir geri çekilme ve kabullenme dönemi olduğunu daha önceki yazılarımızda ifade etmiştik. Sosyalist hareketin toplumsal dayanaklarının “kurtarılmış mahalleler” ya da “bizim mahalle” dediğimiz alanlara sıkıştığını hep birlikte görüyoruz. “Bizim mahalle” bile sosyalist hareketin pratiği açısından metaforik bir manadan öteye geçmiyor. Orta sınıf siyaset yapış tarzı ve konforunun, günü kurtarmak üzerine kurulu pratiklerin bir devrimci hareketi besleyecek damarlar olduğunu söylemekte ısrar etmek ya da bunun yanlışlığını görerek bu hali sürdürmek sosyalist harekete yapılan en büyük kötülüktür. Bilerek ya da bilmeyerek yaşanan onca yenilgiye rağmen, geçmiş türbedarlığına dayanarak herkesin kendi vitrinini dizayn etmeye odaklandığı, mahalleyle kurulan ilişkinin de bu sarmal üzerinden şekillendiği bakış açılarını ve pratiklerini sürdürmek bu kötülüğü devam ettirmek demektir.

On yıllar boyunca öznel ya da nesnel nedenlerden ötürü toplumsal bağlarımız kopmuş durumda. Sözümüz yakın çevremiz dışında bir etkiye ulaşamıyor. Bununla ilgili pek çok dışsal neden sıralanabilir. Ama odaklandığımız bizzat bizim, sosyalistlerin yapmadıklarıyla veya yanlış yaptıklarıyla ilgilidir. 

Bugün pek çok muhalif girişim, parti, dernek vb. pratiğini bir gösteriye, basın açıklamasına, üstten yapılan herhangi bir çalışmaya indirgemiş durumda. Siyasal faaliyet, genellikle tekil kişilerin ve kurumların temsili katılımındaki basın açıklamaları olarak anlaşılıyor. Dar bir çevrenin sorunu yaşayanlardan uzakta kendini göstermesinden, var etmesinden ibaret bu biçim, kendi içinde tutarlı bir siyaset yapma tarzı olsa da solun herhangi bir şekilde toplumsal güce sahip olmasına imkan tanımıyor. Seçimlerde de gündeme gelen üstten politikanın türlü varyasyonları, zihin dünyamızı kısırlaştırmaya devam ediyorBu kısırlık durumu solun kitle bağlarının kopmasına, sol kültürün oluşmamasına ve sorunların çözülmemesine neden oluyor. Kentte ya da semtte yaşanan bir soruna dair bildik ezberlerle basın açıklaması yapıp kendi gündelik hayatlarına dönen bir anlayışın, hele AKP tarafından bütün ülkenin her düzeyde abluka altına aldığı bir dönemde karşılık bulmasını beklemek, bırakalım gerçeklikle bağını, hayal sınırlarının bile çok ötesindedir.

İçimizden çıkan profesyoneller, kastlaşmış yöneticiler yaşanılanın tek seçenek olduğunu, başka türlüsünün mümkün olmadığını tekrarlayıp duruyor. 

Oysa çok değil, beş yıl önce Gezi, bedeniyle direnen, kendi sorunlarının öznesi olan halkın gücünü bize gösterdi. Ülkenin bütün sokaklarına yığılan milyonlarca kişi haklarının pervasızca çiğnenmesine karşı çıktı. Kadınlar, gençler bizzat kendi hayatlarına, geleceklerine sahip çıkmak için ayaklandı. Gezi’nin alanlarına zekalarıyla direnen gençler, sevgileriyle direnen anneler girdi. Ama üstten yapılan politika giremedi. 

İddiamız odur ki halkı, bizzat sorunu yaşayanı özne yapan politikalar ve çalışma tarzı, sosyalistlerin tekrar toplumsal güç olmasının yolunu açabilir. Bu aynı zamanda gerçek çözümlerin üretileceği, halkın kendi sorunları için harekete geçebileceği bir zemindir. Sosyalist hareketin tarihinde onlarca doğru birikim mevcuttur. Sorun, sosyalistlerin yeniden toplumsal güç olabilme, toplumsal dayanaklarını çoğaltmada doğru fikri ve çalışma tarzını oluşturabilmeye cüret etmesiyle ilgilidir.

İşte “Semt Bizim, Kent Bizim” çalışmasını bu temel perspektifle kurguluyoruz.

Çalışmamız; sorunu yaşayanların çözümün öznesi olmasını, faaliyetin tümünün bir değişim pratiği haline getirilmesini hedefliyor. Değişim pratiğini, kişinin bizzat ve etkin olarak var olduğu bir deneyim olarak görüyoruz. Bu ise kof söylemlerin, yalanların karşılıklarının olmadığının görüldüğü, ikiyüzlü politikacıların maskelerinin indirildiği, şirketlerin doymak bilmez para hırslarının ortaya serildiği gündelik hayat içinde birebir yaşanan süreçtir. 

Çalışmanın dilinin de bizzat sorunu yaşayanın dili olması, öne çıkarılan figürlerin yerelden gelmesi önemli eşiklerdir.

“Semt Bizim, Kent Bizim”i iç içe geçen ikili bir süreç olarak tanımlıyoruz. 

Birinci süreç, sorun odaklılıktır. Semte veya kente yönelik sorunun bizzat yaşayanlar tarafından dillendirilmesi için yerel bağların yaygınlaştırılması, açık katılım (forum) zemininde organize edilmesi hedeflenir. Sorunun kentsel düzlemde dile getirilmesi ve kurumsal desteklerin sağlanması çalışmalarını içerir. 

İkinci süreç ise yaşanan deneyimde ortaya çıkan ilişkilerin kalıcılaştırılmasına yöneliktir. Yerel ilişkilerin canlılığını koruması amacıyla  merkezi etkinliklere katılım hedeflenir. Merkezi etkinlikler, kentin tamamını ilgilendiren bir soruna ilişkin olabileceği gibi değişim pratiğinin yaşandığı başka bir alanla dayanışma da içerebilir.

Farklı alanların dayanışmasının, “biz”in yereli aşan boyutta kurulmasının yolu olduğunu düşünüyoruz.

Bu bağlamda Komiteciler olarak söylenmişleri tekrar eden değil, söylediğini doğru bir tarzda yapan bir süreci örmek için bir adım daha ileri atıyoruz.