Meydanlar Direnenlerindir

Kent meydanları sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik faaliyetlerin odak noktaları olmalarının yanı sıra siyasi iktidarlar açısından güçlerini sergiledikleri, otorite ve denetim kurdukları, hâkimiyetlerini sağlamlaştırdıkları yerlerdir. Çağlar boyunca meydanlar, değişen üretim tarzlarına veya toplumsal ilişkilere göre yeni biçimler alırken, siyasi egemenler tarafından hep kontrol altında tutulması ve hareketlerin sınırlandırılması gereken otorite mekânları olarak görülmüştür. Günümüz modern toplumlarında iktidarlar şiddet, gözetleme, özelleştirme gibi baskı araçlarıyla meydanlara müdahale ederek hegemonyalarını güçlendirmeyi hedeflerken sömürgeci mimari yapılar inşa ederek soylulaştırma yoluyla dönüşüme neden olmuşlardır.

Öte yandan meydanlar sadece ezen yönetici sınıfın değil ezilen, yok sayılan,  ötekileştirilen, temsil edilmeyen emekçi sınıfın da sahiplendiği ve hak taleplerini dillendirdiği, toplumsal eylemlilik, siyasal etkinlik gerçekleştirdiği kamusal alanlardır. Resmi ideolojik söyleme karşı direnç gösterebilen, kitlesel, katılımcı pratikler üretebilen biricik umut mekanları olması bakımından kent meydanları,  düzen ve iktidar karşıtlarının, devrimci bir kalkışma esnasında hareket noktası olma ihtimalini içerir. Ve Paris Komünü deneyiminde olduğu gibi yeni varoluşlara gebedir. Bu bağlamda sınıflar arası çatışmalara sahne olan meydanlar birer mücadele alanı ve “…demokrasinin meydan savaşlarının verildiği, kazanıldığı ya da yitirildiği yerlerdir.”

Bugün ülkemizde süregelen yasaklara, saldırılara karşı canı pahasına mücadele edenlerin kazandıkları meydanlar, faşizan sivil diktatörlüğe dayalı yönetim tarafından emekçi halklara, adalet arayanlara, vicdan nöbeti tutanlara kapatılmak isteniyor. Totaliter devlet, Taksim, Galatasaray, Kızılay gibi tarihsel ve/veya simgesel meydanlara çağrı yapan demokratik kitle örgütlerin,  sol-sosyalist yapıların,  hak savunucuların her türlü eylemini zor kullanarak engellemeye, işkenceyle, gözaltıyla dağıtmaya çalışıyor.

Galatasaray Meydanı’nda 700’ü aşkın haftadır devam eden ısrarlı mücadele,  tarihimizin belki de en uzun ve en meşru hak arayış mücadelesiyken, devletin zalim yüzü Cumartesi Anneleri’nin oturma eylemine yapılan saldırıda kendini gösterdi. Biat kültürüne başkaldırı addedilen sivil itaatsizlik eylemine tahammülsüzlük, seksen yaşındaki anaları, kadınları yerlerde sürükletti, “öteki” sayılanları rehin almakla tehdit etti. Vahşi koşullarda çalışırken iş cinayetlerinde katledilen işçilerin ailelerinin aynı meydanda tuttuğu Vicdan ve Adalet Nöbeti, sermaye ve sömürü düzenine çomak sokar,  mahkemelerde aklananlar halk meydanında yargılanır korkusuyla engellendi.

Erdoğan’ın başkanlığında tesis edilen rejim zorbalığında kitlelerin meydanlarda gösteri ve protesto hakkı fütursuzca gasp edilirken, otoriter uygulamalarla meydanlar zapt ediliyor. Yağmacı hükümet, polis şiddetine gerek duymaksızın meydanları denetimde tutmanın yolunu, bu alanları metalaştırarak belli ayrıcalıklı zümrenin hizmetine sunma ya da belli sınıfı dışlama yolunda aramaya devam ediyor. Taksim’in yayalaştırılması adı altında insansızlaştırılması, tarihi Emek Sineması’nın AVM uğruna yıkılması, Kemalist cumhuriyetle hesaplaşma sonucu AKM binasının kurban edilmesi gibi kent düşmanı politikalara başvuruyor.

Demokratik hakların kullanımına hukuksuzca getirilen kısıtlamalar, meydanlarda özgürce eylem ve etkinlik yapılmasını sınırlasa da boyun eğmeyenler meydanları işaret etmekten vazgeçmiyor, varolduğu her yeri direniş alanına çevirerek diktatöryal rejime karşı koymanın yolunu buluyor. Mücadeleler tarihinden bilindiği üzere, sınırsız gücü elinde tutanların tahakkümünü ancak sokakta, meydanda cesaret ve kararlılıkla direnenler, dayanışmayı büyütenler yok edebilir. Adalet Arayan Aileler, Cumartesi Anneleri, işyerleri önünde, OSB’lerde, kent meydanlarında direnen emekçiler ve tüm direnişçiler, hakikatin izini sürerken yol oluyor, yol gösteriyor. Umutsuzluk, karamsarlık, çekiniklik yerine meydanlarda umut, cesaret, hareket olunmasını öğütlüyor…