Muhalefetin Gerçeklikle İmtihanı

Her şeyin bizim dışımızda ve bize bağlı olmadan akıp gittiği düşüncesinin ideolojik bir yönü vardır. Bilhassa toplumda ezenlerin daha da güçlendiği, baskıların arttığı ve toplumsal muhalefetin zayıfladığı dönemlerde bu duygu kaçınılmaz hale gelir. Kuşkusuz bunun nesnel nedenleri var. Ne var ki bir komünist bu durumu kendiliğindenciliğe sığınarak açıklamanın teslim olmaktan ibaret olduğunu bilir. Onun yaklaşımı, gayet soğukkanlı ve rasyonel bir şekilde varolan durumun nesnel değerlendirmesini yapmak ve bu değerlendirmeyi sınıf ilişkileri mantığı ekseninde bir yere oturtmaya çabalamaktır. İçinden geçilen dönemin özgül yönlerini, sermayenin bölgesel ve dünyasal durumunu, hareket tarzını ve nihai kertede bunun sınıf mücadelesi açısından nasıl bir anlamı olduğunu ortaya koymak bir komünistin hareket noktasını belirler. Bu çaba ne kadar nesnel duruma uygun biçimde sürdürülürse varolan durumla mücadelede geliştirilecek yollar, araçlar, taktikler ve tarzlar da o oranda etkili ve ilerletici olabilir.

Ekonomik ve politik baskının arttığı ve toplumsal muhalefetin gerilediği –ya da görece öyle göründüğü- dönemlerde pratik açıdan bazı belirsizlikler ve zayıflığın ortaya çıkması muhtemeldir. Yani muhalefet ne yapacağını bilmez noktalara gelip düzen içi ve kısa sürede sönümlenen kimi edimler içinde savrulabilir. Oysa bir komünist sınıf mücadelesinin, sömürü ilişkilerinin ve devletin zorbalığının binlerce yıllık geçmişi olduğunu ve içinden geçilen dönemin de bu tarihsel sürecin bir sonucu ve devamı olduğunu bilir. Bu nedenle de mücadeleyi sürdürmekte tereddüt etmez. Onun için atılan hiçbir somut adım boşa atılmış değildir. Bilakis ne kadar küçük görünürse görünsün toplumsal bir soruna dayanan her türlü eylemin ve mücadelenin sahnenin bütünü içinde bir yeri olduğunu bilir. Kuşkusuz burada her tür eylemin onanması yoktur. Ama bilhassa alt sınıfların, ekonomik teşhirlere dayanan eylemlerin örgütlenmesi ve bunların kitleselleşmesi için çaba sarf etmek bu dönemlerde en temel görevlerden biridir. Bu tarz kısa vadeli ya da küçük ölçekli teşhirlerin kitleselleşmesi ve siyasallaşması bir komünistin asli sorumluluğudur ki zaten gerçek bir komünist bu sorumluluğu kendiliğinden hisseder. Toplumsal muhalefetin zayıfladığı dönemlerde yaşanan zayıflığı aymaz bir şekilde toplumun bilinçsizliğine yorup, mevzuyu salt seçimler, hükümet ya da partiler yani reel siyaset sınırlarında ele alarak sorunu bir hak etme-hak etmeme meselesine indirgeyenlerin tarihsel hakikatten bihaber olduğunu bilir.

Bir komünist her ne koşulda olursa olsun tarihsel durumun nesnel değerlendirmesine dayanarak hareket eder. Öyleyse muhalefetin gittikçe zayıfladığı süreçte ilk yapmamız gereken şey, öznel yaklaşımlarımızı bir süreliğine askıya alarak gerçekle olduğu gibi yüzleşmek ve içinden geçtiğimiz süreci oluşturan nedenleri kavrama çabası içinde olmaktır. Neyi ve nasıl yapacağımızı ancak bu nedenlere göre belirleyebiliriz. Kuşkusuz meselenin bir de daha genel anlamda tarihsel boyutu var ki buradaki hareket noktamız sınıf mücadelesidir. Kritik ve zor olan, kısa vadede yapılacaklarla uzun vadede görünür olabilecek köklü dönüşümler arasındaki bağın doğru bir şekilde kurulabilmesidir. Bu bağın doğru biçimde kurulması ise uzun süreli ve yoğun bir çalışma süreci ve çok yönlü deneyimler üretebilme ve biriktirebilme becerisini geliştirmekle mümkündür. Öyleyse gerçekliği önyargısız, kibirsiz, içtenlikle ve kesinlik içinde anlamaya ve dönüştürmeye çalışmak en büyük sorumluluğumuzdur.

Gericiliğin arttığı ve krizlerin yoğunlaştığı dönemler devrimci sorumlulukların yeniden gözden geçirildiği ve daha derinlemesine özeleştiri yapılması gereken dönemlerdir. Öyleyse önemli bir noktayı hatırlayalım.

Sınıf çelişkileri ve devlet baskısı ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın, toplumun büyük bir kısmı her ne kadar sömürüye ve baskılara direnemez –dahası mevcut yönetim biçimini destekleyerek de- hale gelirse gelsin devrimciler bu koşulların toplumsal bir rızayla yürüyor olmasına dayanarak bir ricat ya da pasifizmi benimsemezler. Bilakis böyle dönemlerde devrimcilerin sorumluluğu daha da artar ve onların ilk yapacağı şeylerden biri rızayı üreten “gerici” unsurlar ve ilişkiler içinde etkin bir şekilde yer almak ve doğrudan politik çalışma yürütmektir. Böylesi dönemlerde sömürü ve yoksullaşma arttığı için toplumun önemli bir kısmında huzursuzluk ve kimi kendiliğinden protestolar ve direnişler baş gösterse de bu tarz deneyimleri politikleştirecek ve derinleştirecek devrimci fikirlerin ve devrimci önderliğin yokluğu bunların devlet tarafından kolayca bastırılmasına ve baskıların artmasına neden olur. Öyleyse böyle dönemler komünistler açısından daha güncel ve daha etkin müdahalelerin en doğru taktiklerle yapılması gereken koşullardır: “Bütün mesele, bu taktikleri, proletaryanın genel sınıf bilincini, devrimci azmini, mücadele etme ve kazanma yeteneğini düşürecek şekilde değil, yükseltecek şekilde uygulamayı bilmektir” (Lenin).

Koşullar ne kadar kötü olursa olsun ya da ekonomik, politik baskılar ne kadar artarsa artsın bunların altında yatan dinamiğin sınıf çelişkisi olduğunu unutmayalım. Öyleyse bu düzlemde hareket etmek ve ezilenlerin siyasal mücadelesine ve örgütlenmesine yönelik çaba göstermek ve en gerici kitlelere değin ulaşmaya çalışmak hayati önemdedir. Önümüzdeki süreçte kendiliğinden ya da içgüdüsel olarak gelişebilecek her tür sınıfsal başkaldırıyı iradi ve politik bir muhtevada güçlendirmek ve her anımızı buna hazırlık yaparak geçirmek elzemdir. Unutmayalım ki, aradığımız derinlik, bulamadığımız çare, kaybettiğimiz devrimci heyecan, arzuladığımız atılım devrimler tarihinde ve milyonların özgürlük mücadelesinde yatıyor. Nihai olarak, sömürü ve baskılar ne kadar artarsa artsın, toplumsal muhalefet ne kadar zayıf olursa olsun bunu gerekçe göstererek yakınma ve hiçbir şey yapmama bir komünistin değil bir olsa olsa bir konformistin tutumudur. Komünistlerin –ve tabii ki Komitecilerin- düşüncelerinin ve hareket tarzlarının kaynağı ise nesnel gerçekliktir ve her koşulda devrim için mücadele etmenin bir yolu olduğunu bilir ve bütün güçlerini bu yolu keşfetmek için kullanırlar.