Mahinur Şahbaz: EYT’lilerin haklı talebini desteklemek “demokrasiden, eşitlikten yanayım” diyen her kesimin görevi!

Binlerce insanı mağdur eden ve kanun teklifi “ekonomik” gerekçelerle iktidar tarafından geri çevrilen emeklilikte yaşa takılanlar konusunu, emekçilerin Sosyal Güvenlik Reformu’yla kazanılan haklarının yok sayıldığını söyleyen ve “Emekliler yoksullaştırıldı, yoksulluk toplumsallaştı ama çaresiz değiliz” diyen Emekliler Dayanışma Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi Mahinur Şahbaz ile konuştuk.

 “Emeklilikte yaşa takılma” meselesi gerçekte nedir ve muhatapları kimlerdir?

Emeklilik yaşlılığın güvencesidir ve emeklilik statüsü herkesi ilgilendirir. Emekliliğin ekonomik ve sağlık güvencesinin bulunması ve kamu denetiminde olması önemli. Sorun da buradan çıkıyor. Devletin kontrolündeki emeklilik fonlarını özel sigorta şirketlerinin kullanımına sundular. Müşteri kaynağının büyüklüğü iştahlarını kabarttı. Bunun sermaye birikimini hızlandıracağını ve krize çözüm olacağını düşündüler. Yerli ve yabancı sigorta şirketlerine fon piyasasını açtılar. Bunu ise Sosyal Güvenlik Reformu ile yaptılar. “Emeklilikte Yaşa Takılanlar” aslında yaşa değil, Sosyal Güvenlik Reformu’na takıldılar. Takanlar kim? Takanlar; varlığını küresel kapitalist politikalara adamış, iktidar olan, ülkeyi yöneten siyasilerdir! “Gelen gideni aratır.” denir ama bu konuda gelenler, gidenleri aratmadı.

Burada sözünü ettiğim 1994’teki kriz. O yıllarda yeterince artı değer üretemeyen, rekabeti artıracak sanayi yatırımı yapamayan ve üretimi modernize edecek teknolojik gelişmeyi sağlayamayan sermaye sınıfının krizi. Buna dış dünyadan yansıyan olumsuz koşulların da etkisi olmuştur. Sonuçta sistemin yapısından kaynaklı bir kriz. Çözüm içinse devletin toplumsal kesimlere olan taahhütlerinin yeniden gözden geçirilmesi hedeflendi. 5 Mayıs 1994’te IMF ile imzalanan kredi anlaşmasının şartları yerine getirildi. Anlaşmanın iki şartı vardı: Sosyal Güvenlik Reformu ve Tarım Reformu. Buna göre sosyal güvenlik devlet tekeline değil de piyasaya teslim edilecek, emeklilik ve sağlık diye ayrılacak. Bölüşüm için kullanılmayacak. Toplumsal değil, bireysel sorumluluk esasına göre yapılandırılacak. Emeklilik geç ve güç olacak deniyordu, bunların hepsi uygulandı. Bugün emeklilik esnek, kuralsız, güvencesiz, sağlık hakkından yoksun hale geldi. Emeklilik yaşı yükseltildi. Emekli aylığı hesaplama yöntemleri değiştirildi. Aylıklar her ay azalıyor, ayrıca alım gücü sürekli düşüyor. Dul ve yetimlerin aylıkları azaltıldı, kesildi. Sağlık hakkı yok sayıldı. Sosyal haklar azaltıldı. Bütün bu uygulamalara, değiştirilen yasalar toplamına 1 Ekim 2008’de Sosyal Güvenlik Reformu dendi. Emekliler, emekli olamıyor ve yaşa takılıyor. Emekli, emekli gibi yaşayamıyor, iş bulursa çalışmak zorunda kalıyor. Gençlerin emekli olma şansı ise hiç kalmadı.

Erdoğan açıklamalarında ülkemizdeki düzenlemeyi Avrupa ile karşılaştırıyordu, bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizdeki emeklilik uygulamalarının başka ülkelerde benzeri yok. Kamu emeklilik sisteminin sermayenin isteği doğrultusunda, çalışanların kazanımları ve hakları yok sayılarak değiştirilmesi, dönüştürülmesi insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır. Mevcut anayasaya, imzalanan uluslararası sözleşmelere de aykırıdır. AB ülkeleri ile karşılaştırılacak durumda bile değiliz. Bu her yönü ile talihsiz bir açıklama. Emeklilik bir sosyal güvenlik hakkıdır. Ayrıca insan hakları belgelerini onaylamış olsun olmasın bütün ülkeler “sosyal güvenliği” devletler için bir kamu görevi, kişiler içinse bir hak olarak tanımlamıştır. Sosyal güvenlik muhtaçlığa karşı gelir ve güvence anlamını taşır. Bizde ise merhamet ekonomisi ile yoksulluk yönetiliyor. Çalışma ve yaşam koşulları uluslararası kriterlerin çok altında. Çalışanların da emeklilerin de alım gücü çok düşük, en son sıralardayız. AB ülkeleri içinde sosyal güvenliğe yapılan devlet desteğinin ortalaması yüzde on altı. Bizde sosyal güvenliğe destek “açık” olarak adlandırılıyor. Emekliler ekonomiye yük olarak görülüyor. Oysa SGK’nin yükü çalışan ve emeklilerin üzerinde. Resmi açıklamalar gerçekleri yansıtmıyor.

Açıklamalarda dikkat çeken bir diğer kısım, Erdoğan’ın bu meselenin siyasal ranta dönüştürüldüğü yönünde bir eleştirisinin olması. Siz, Emekliler Dayanışma Sendikası olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Emeklilikte yaşa takılanlar diye kendilerini ifade eden arkadaşlar kazandıkları ama yok sayılan haklarının peşindeler. Çalışmaya başladıklarında verili koşulları kabul ederek bedelini ödedikleri emeklilik haklarını istiyorlar. Sosyal Güvenlik Reformu ile hukuk geriye doğru işletiliyor ve hakları yok sayılıyor. Görev hatırlatıyorlar yetkililere. Siyasi rant bunun neresinde? Hak arayan, onurlu, geçim derdinde olan emekçilerin haklarına sahip çıkması siyasi rant olarak tanımlanamaz. Bu haklı talebi desteklemek “demokrasiden, eşitlikten yanayım” diyen her kesimin görevidir. Bu konuda olumlu açıklamalar yapmak yetmez, çözüm için ısrarcı olunması gerekir. İktidarın hak ihlallerini, krizleri siyasi ranta dönüştürme konusundaki “becerisi” tartışılamaz.

Erdoğan o günlerde yaptığı bir açıklamada “Bir kesimi mutlu etmek adına ülkemizin tüm dengelerinin bozulmasına müsaade edemeyiz. Sosyal güvenlik sistemimizi yeni bir batağın içine niye sürükleyelim?” dedi.

“Bir kesim” olarak tanımlananlar; işçiler ve emekçiler. Yani işçi sınıfı içinde emeklilik hakkının yok sayıldığını, hukukunun çiğnendiğini düşünen ve bunu bir araya gelerek seslendiren işçiler bir kesim oluyor… Ülkemiz diye ifade edilen de emeklilik primlerinin kamu denetiminden borsaya aktarılarak içerde ve dışarda daha fazla zenginleştirilenler ve bunların çıkarı için insan dahil tüm kaynakların sürekli kullanılmasını sağlamak da “denge” oluyor. Sürekli söz edilen istikrar hikayesi. İşte bu küresel kapitalist matematik hesabının ürünüdür Sosyal Güvenlik Reformu.

Sosyal Güvenlik Reformu 1994’te IMF ile yapılan kredi anlaşmasının şartıydı ve o yılların krizinin bedeli emeklilere ödetildi, ödetilmeye de devam ediliyor. Emekliler yoksullaştırıldı, yoksulluk toplumsallaştı. Ama çaresiz değiliz. Umudumuzu yeşertmek için Emekliler Dayanışma Sendikası’ndayız. Biliyoruz ki çözüm her zaman sorunun formülasyonundadır.

* Komite’nin Kasım 2018 tarihli 9. sayısında yayınlanmıştır.