Sosyalizm ideali küresel olarak canlanmalı

Bugün tüm dünyada küresel kapitalist sisteme ve onun liberal bireyci ve kozmopolit değerlerine karşı geniş bir kitle tepkisi var. Bu tepki kendisini sistem karşıtlığından ziyade sistemin taşıyıcısı olan seçkinlere karşı bir reaksiyon olarak ortaya koyuyor. Aynı zamanda kimi siyasi özneler tarafından insanları, kendilerine benzemeyenlere karşı kışkırtmak için maniple de ediliyor. Her durumda muhalefet, sistem karşıtı bir doğaya bürünemiyor. En iyi durumda seçkinlerin sistemi yönetme biçimine karşı köklü değişiklik talepleri biçimini alıyor. En kötü durumda ise otuzlu yıllardan kalma faşist liberalizm eleştirisini andırıyor. Birinci durumun örneği olan, kimilerinin sol popülist diye adlandırdığı hareketlerin küresel etki alanlarının diğerleri kadar yaygın olmadığını da belirtmek gerekir.

Sosyalizm ideali bugün ya bu sol popülistlerin söylem sandukasında diplerde bir yerde ya da ahali arasında etkisi solda sıfır olan kimi propaganda gruplarının yayınlarında; kısacası bitkisel hayatta yaşıyor. En kötü durumda bazı tek parti devletlerinin resmi belgelerinde bir ceset olarak bulunuyor. Kuşkusuz, başta Hindistan olmak üzere hala sosyalizm ideali için dövüşenler de var ama bunlara yakından bakıldığında da yeni bir dünyanın coşkusuyla değil, bir varlık-yokluk kavgasının zorlamasıyla kavganın sürdüğü görülebilir. Devrimci coşkuyla kavga edenlerin, mesela Lübnan Hizbullahı’nın, programının ise uzaktan yakından sosyalizm ile ilgisi yok.

Brezilya’da bir faşistin başa geçmesi, Latin Amerika’nın neoliberalizm karşıtı Pembe Dalgası’nın bütünüyle barutunu tükettiğini gösteriyor. Fakat Meksika, sonunda ilerici bir cumhurbaşkanı seçti denebilir. Unutmamalı ki Meksika’da uzun yıllar süren mücadeleden sonra başkanlığa seçilen AMLO (Andres Manuel Lopez Obrador) solcu ifadesini kendisi için kullanmakta her zaman çekingendi. Uzaklarda olup bitenler bizi etkilemez diye düşünenler yanılır. Sosyalizm için enternasyonalizm hep önemlidir. Sovyetler’in çöküşünden sonra Hint alt kıtasının Maocu Kızıl Koridoru ve Latin Amerika’nın Pembe Dalgası birbirlerinden çok farklı olsalar da kapitalizmin dışında eşitlikçi, özgürlükçü bir ideali küresel olarak canlı tutuyorlardı. Bu kavganın kendisinin değil, sadece haberlerinin uğradığı coğrafyalarda insanlara ilham verebiliyorlardı. Öyle ki Türkiye’de ÖDP (Özgürlük ve Dayanışma Partisi) deneyiminin Brezilya İşçi Partisi’nin seksenlerden itibaren Brezilya’da demokrasiye geçiş sürecindeki başarısının ilhamının da etkisiyle kurulduğunu unutmamak gerekir. Bu ilham başka yerlerde de geniş partilerin kurulmasına yol açmıştı. Bu örneklerden İtalyan Yeniden Kuruluş Komünist Partisi artık fiilen küçük bir propaganda grubu, Portekiz Sol Bloğu ise kötünün iyisidir diye ülkedeki sosyal demokrat hükümetin dışarıdan destekçisi. ÖDP’nin durumunu Türkiyeli okura tarif etmenin gereği yok.

Türkiye’de sosyalizm ideali iyice görünmez halde. Kendi resmi tarihimiz, 12 Eylül ve sonrasını suçlarken yetmişler nostaljisine sarılıp kalıyor. Oysaki Türkiye, seksenlerin sonunu çok kuvvetli bir toplumsal hareketlilik ile yaşadı ve sosyalistler de bu hareketin içindeydi. SHP (Sosyaldemokrat Halkçı Parti) ile sonrasında çok kötü etkileri olacak bir yakınlık içinde olunsa da kimse sosyal demokrat reformizminin övgüsünü açıkça yapmıyordu. Doksanlarda öğrenci hareketi ve kamu çalışanlarının sendikalaşma hareketi açıkçası sosyalistlerin önderliğindeydi ama aynı dönem, kuşkusuz Sovyetler’in çözülmesinin de etkisiyle ama daha ziyade ulusal nedenlerle bir çürüme süreci olarak yaşandı ve bugün, bulunduğumuz etkisiz hale geldik.

Bu çürümenin sonucunda sol, Türkiye’de artık bir kimlik siyaseti haline geldi. “Solculuk” artık kimin için kavgaya girdiğinizi değil, hayat tarzınızı ifade ediyor ne yazık ki. Böyle olunca da Türkiye’nin Kemal Derviş programından itibaren içinden geçtiği proleterleşme sürecinin sonuçlarıyla mücadeleyi, ezilenler içinde sosyalist bir program doğrultusunda örgütlenmemizin önündeki yapısal engelleri kendimiz dikmiş oluyoruz. Neredeyse emekçi kesimler içinde belli etnik ve dinsel aidiyetlerle yetmişlerden gelen aile aidiyetlerinin ötesinde hiçbir yere ulaşamıyoruz. Bunun sonucunda da kafamız burjuva değerler silsilesi içinde çalışıyor. Açıkça söylemek gerekir ki bugün, Türkiye’de proletarya devrimciliğinin yolu bu kimlik solculuğuyla mesafelenmekten geçiyor.

Bugün elimizde iki binli yılların başının modası olan “iktidar olmadan dünyayı değiştirmek” sahte ideali bile yok. Küresel kapitalist sisteme ve onun liberal bireyci ve kozmopolit değerlerine karşı halk öfkesi, devlet yokmuş ya da kişisel irade ile kapitalist toplumsal formasyonun dışına çıkılabilirmiş gibi yapan bu sahte radikalliklerin zeminini berhava etti. Belki de böylesi daha iyi, bu saçmalıklar en temel nedenler arasında sayılamasa bile bugünkü halimizin müsebbiplerindendir. Bugün gerçeğin çölüyle karşı karşıyayız. Sosyalizm idealini yeniden güncel kılmalı, proletarya devrimciliğini halk arasında gerçek bir hareket olarak örgütlemeliyiz. Bunun yolu da sosyalistlerin enternasyonalizmini kozmopolitizmden, sosyalist demokrasiyi temsili demokrasiden ve özgürlük anlayışını liberalizmden ayrıştırmaktan geçiyor. Küresel neoliberal hegemonyanın ilerici yönleri dahil tüm yönleriyle ilişkimizi koparmalıyız, halkın öfkesiyle buluşmanın başka yolu yok.

* Komite’nin Kasım 2018 tarihli 9. sayısında yayınlanmıştır.