Dayanışma, ama nasıl?

Ekonomik krizin günden güne etkisini hissettirmesi ile birlikte solun kaybedip kaybedip yeniden bulduğu işçi sınıfı, bir kez daha keşfedildi. Hemen her siyasal grup, işçi faaliyetine yoğunlaştığını hissettirecek biçimde aygıtlarını etkinleştirmeye, etkinlikler düzenlemeye, direnişçi işçileri görmeye, ayrı işçi odakları kurmaya başladı. Umut-Sen faaliyeti yürüten, işçi sınıfının içinde sudaki balık gibi yaşamaya gayret eden bizler nezdinde bu tablo olumludur. Bu tarz çabalar küçük, büyük mutlaka sınıf mücadelesine girdi sağlar. Ancak bu yeni oluşumların motivasyonlarında sınıf mücadelesini bir tür alan mücadelesi olarak gören “bir de işçi butiğimiz var” gibi bir yaklaşımın egemen olduğunu söylemek gerekir. Özellikle, halihazırda süren işçi direnişçileri ile dayanışma pratiklerinde gün yüzüne çıkan bu yaklaşıma yönelik eleştirilerimize ve önerdiğimiz tutuma açıklık getirelim.

Öncelikle bizler, örgütlenme ve direnişlerde işçinin sağcı, solcu kimliğine, oy verdiği partiye, hangi gazeteyi, dergiyi okuduğuna bakmayız.  İşçinin var olan kültürel eğilimlerini bugünden yarına kendi programımıza göre tasarlamaya çalışmayız. Direnişi örgütleyen sendikanın politik çizgisini sahiplenmesek de her direnişle bağ kurarız. Bizler için öncelikli olan direnişin talebi ve muhtevasıdır. Dolayısıyla direnişler arasında ayrım yapmaksızın her direnişi görünür kılmak, mümkün olan tüm dayanışma ilişkilerini etkinleştirmek bizler için önceliklidir. Nakliyat-İş Sendikası öncülüğünde 17 aydır süren Real direnişi gibi turnusol işlevi gören direnişler, bizler için Flormar ve Cargill gibi çok daha “popüler” direnişlerle eşit önemdedir.

Özellikle Flormar direnişinde bir tür geçit törenini, propaganda için yarışan siyaset arenasını andıran dayanışma ziyaretleri bizim sahiplendiğimiz bir tarz değildir. Bayraksız, flamasız, pankartsız biçimde direnişleri rutin biçimde ziyaret ederken işçilerin arasında onları bilinçlendirmeye gelmiş kişi ya da kurumlar olarak bulunmayız. Eşit ilişki kuran, işçiyi nesneleştirmeyen, işçilerden öğrenmeye açık bir tutum sergileriz. Direnişteki irade işçilere seslenmemizi talep etmediği takdirde mikrofon kovalamayız. İşçilere “yalnız değilsiniz” serenatları yapmak yerine, örgütlediğimiz pratik dayanışma faaliyetleri ile onlara yalnız olmadıklarını hissettiririz.

Direniş alanlarında işçilerle fotoğraf çektirip hızlıca uzaklaşılan bir tarzı reddederiz.  İşçinin direniş alanında ihtiyaç duyduğu her türlü desteği; çadır kurmaktan, direnişin taleplerini duyurmaya kadar gösterir, erinmeyiz. Cargill direnişçi işçilerinin Bursa Orhangazi’deki Cargill fabrikası önünden başlattıkları ve İstanbul’da Cargill Genel Müdürlüğü’nde sonlandırdıkları 6 günlük yürüyüş ve Genel Müdürlük önünde 4 günlük konaklama süresi boyunca yanlarındaydık. İşçilerin taleplerini, yürüyüş hikayelerini, kendimizi görünür kılma derdi taşımadan kamuoyuna aktardık. Eleştirdiğimiz yaklaşımın en görünür hali ise işçilerin Orhangazi’ye uğurlanacağı sırada yaşandı. Bir tarafta ellerinde kendi flama ve pankartları ile “Cargill işçisi yalnız değildir” sloganları atılıyordu, diğer tarafta bizler, işçilerle birlikte canhıraş biçimde malzemeleri arabaya taşıyorduk. Cargill işçileri “Bize, yalnız değilsiniz diye bağırıyorlar; kimse de şu taşıma işinin ucundan tutmuyor. Nasıl yalnız değiliz?” diyerek İstanbul’a veda etti.

Bağ kurduğumuz direnişçi işçilere kendi propagandamızı yapmak için fırsat kollamaz, direnişin kazanması için tüm olanaklarımızı seferber ederiz. Derdimiz 3-5 işçiyi tırtıklayıp Umut-Sen’e katmak değil, işçi sınıfının oluşum süreçlerinin mekânsal, kültürel düzeyleri içinde konumlanma eğilimini büyütmeye teşvik etmektir. İşçi sınıfı içinden “devşirilmiş” kadroları bulunduğu sosyal, kültürel ortamdan koparıp solun kültürel, mekânsal, siyasal kimlik dünyasına taşımayı amaçlamayız. Mücadele içinde sağlanan ışıklanmayı çevresine yansıtan, bulunduğu mekân ve ortamdan kopmayan, kendi dönüşümü sonrasında etrafındaki ilişkilerde yaşadığı bakış farklılığını üstten davranış pratiklerine taşımayan, orasının sıradan parçası olmaya devam eden işçi kadroları geliştirmeyi önemseriz. Bu sebeple işçilerle sahici bağlar kurmayı önceler, direnişi örgütleyen iradeye eleştirilerimizi saklı tutarak saygı duyarız. Mücadelenin gidişatına dair fikrimiz sorulduğu takdirde dostça önerilerimizi sunarız.

Direniş alanına herhangi bir müdahale durumunda işçiden daha geri pozisyon almayız. İşçi kavga ediyorsa biz de kavga eder, darp ediliyorsa biz de payımıza düşeni alırız. Direnişlerle somut dayanışma pratiklerimizde (gıda kolisi dayanışması, sosyal medya eylemi vs.) kendimizi ön plana çıkaracak bir tarz yerine, daha fazla insanın mücadeleye katkı sunmasına alan açan bir yaklaşım benimseriz. İşçi direnişi olduğunu iddia eden fakat muhtevası itibariyle belirli bir siyasetin kendi propagandasını yaptığı direnişlerle mesafeli dururuz. Bu tarz direnişlerin sol yapıları şeytan ilan eden egemen anlayışı beslediğinin, halkı uzaklaştırdığının bilincinde pozisyon alırız. Asla egemenlerle aynı noktaya düşeceğimiz bir tutum sergilemeyiz, fakat direnişle kurduğumuz ilişkide mesafemizi hissettiririz. Son söz olarak, yeni bir sınıf hareketine bu tutumumuzla katkı sunma gayretlerimiz devam edecek. Biliyoruz ki kavga daha yeni başlıyor ve biz bu kavgaya işçilerin ne önünde, ne arkasında ne de sırtına binerek gireceğiz. İşçi sınıfının birleşik gücü ile sermayeyi yeneceğiz!

* Komite’nin Kasım 2018 tarihli 9. sayısında yayınlanmıştır.

[irp posts=”1104″ name=”Sendikal çalışma anlayışımız ve Umut-Sen”]