Sorumluluğa davet

Ekonomik kriz derinleşmeye devam ederken, işçi ve emekçilerin ‘krizin faturasını ödemeyeceği’ne dair iddialar, yüz sayıda kurumun iddiası ile yüz kişilik salon bile dolduramayanların ağzından yavan sözler olarak dolanıma sokulmaya devam ediyor. Kimse kendi sözüne inandırıcılık katma sorumluluğunu ne kendinde ne de ait olduğu politik grupta görüyor. Kimin bu faturanın ödenmesini ne tür araçlar ve pratiklerle engelleyeceğine dair somut hiçbir izah ya da girişim söz konusu değil. Doğrudan mücadele yaratacak sebatlı, zahmetli, uzun erimli örgütlenme çabalarının yokluğunda boşluğa atılan mücadele naraları son tahlilde egemenlerin etki alanını güçlendiren sonuçlar üretmekten başka bir şeye hizmet etmiyor. KESK, TTB, TMMOB, DİSK’in ana konsorsiyumunu oluşturduğu, yüz kadar siyasi çevrenin imza verip çağrıcılık yaptığı ve çağrı çalışmasını bir ay  Batı Karadeniz, Marmara, Trakya bölgelerinde ve İstanbul’da sürdürdüğü, Bakırköy’de “Krizin Faturasını Ödeme” sloganıyla gerçekleşen mitinge iyimser rakamla beş bin kişi katıldı. Ve katılımın tamamı onar, yüzer bu politik grup mensuplarından oluşuyordu. Egemenler, sermaye grupları bu durumdan korktu mu, hayır aksine bu güçsüzlük gösterilerinden mutlu oluyorlar. İşçi sınıfının çevresine solun girmemesini sağlayacak sağlamlıkla ideolojik, politik, kültürel ve zor aygıtlarıyla çitlemiş olan egemenler, solun bu tür hamlelerine bakıp çitlerinin sağlamlığını test imkanı buluyor.

Biz, “Reddet, Diren, Örgütlen!” şiarıyla Eylül ayında Umut-Sen’in organize ettiği doğrudan öncü işçiler, mücadele, direniş, örgütlenme yürüten sendika yöneticileriyle gerçekleştirdiğimiz toplantıdan somut üç karar çıkarmıştık, daha doğrusu eğilim tespit etmiştik. Birincisi, konfederasyon ya da bağımsız ayrımı yapmadan, sermaye ve devlet karşısında belirli bir mücadele çizgisi ve yönelimi olan sendikaların işçi hareketlerinin örgütsüzlüğü ve dağınıklığını aşması zorunluluğunu ve konfederasyon merkezlerinin ataletini dikkate alan yeni bir sendikal merkezin, en azından kriz karşısında emekçiyi koruyacak şekilde organize edilmesi gerekliliğini dile getirmiştik. Bu doğrultuda kimi adımlar attık ama ilerletemedik. İkincisi, Gebze Sendikalar Birliği örneğini tüm eksikliklerine rağmen ileri ve olumlu bir örnek olarak vurgulayıp hızla tüm sanayi bölgelerinden sendika şubeleri, bağımsız sendikalar ve işçi inisiyatiflerinden oluşan benzer birliklerin oluşturulmasını zorunluluk olarak gördük. Bu doğrultuda Bilecik Sendikalar Birliği adımı geldi. Benzer bir adımı Trakya’da Umut-Sen geliştirmeye çalışıyor. Üçüncü olarak da organize sanayi bölgelerinde, işyerlerindeki işçi ilişkilerimizin komitelere dönüştürülmesi ve komiteleşmiş işyerleri arasında koordinasyonların kurulması eğilimini güçlendirelim demiştik. Bunu belirli sanayi havzalarında geliştirme doğrultusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ek olarak da bağımsız sendikaların ülke barajı engelini aşmalarını sağlayacak bir seferberlik içinde olunmasının önemini vurguladık.

Bu sendikalardan Bağımsız Maden İşçileri Sendikası 16 Aralık’ta Soma’da bulunan genel merkez binasında birinci olağan genel kurulunu gerçekleştirdi. Genel kurula, altı ay boyunca dört büyük maden işletmesinde ve taşeron maden işletmelerinde yürütülen tartışmalarla üye olan(seçilen) elli öncü maden işçisi ve üye olmayan maden işçileri katıldı. Bu adım hem Soma havzası hem örgütsüz iki yüz bin maden işçisinin mücadelesi açısından önemli bir başlangıcı ve umudu temsil ediyor. Soma maden işçilerinin kaldırdığı bayrak aynı zamanda sabah akşam ‘teşkilatlamaya’ çalıştığı gençlere, Yer altı Maden-iş, Çeltek, Aşkale hikayeleri anlatıp, marşlar dinleten ancak hayatı boyunca pratik herhangi bir adımı, değeri olmayan gelenek tüccarlarının da gözüne sokulmuş bir tırmıktır. Bu tüccarlar Kore, Kıbrıs gazileri gibi mazilerindeki üç günlük kahramanlık hikayesini süsleye, ekleye anlatmaktan yorulmazlar. Konforlarını korumanın yolu bu hikayeleriyle kandıracak yeni insanlar bulmaktan geçiyor. Memleketimiz bu açıdan bereketlidir. Aczmendilik gibi arkaik, siyasi İslam savunusu  bile bu kadar ‘geniş kitle desteği’ bulmuşken bizim sahiden şanlı olan tarihimizin hikayelerini etkili anlatan tüccarlar elbette verim almaya devam edeceklerdir. Kriz dönemleri karar dönemleridir. Devrimcilik kararları da büyük oranda bu dönemlere aittir. Kriz dönemleri sorgulama dönemleridir. Kimin ‘hikaye’ anlattığı kimin günün hikayelerini yarattığı arasındaki sahici ayrım artık gözle görünür hale gelir.

Bağımsız sendikaların barajları yıkarak toplu sözleşme yapabilecekleri düzlemleri yaratmak, her işkolundan örgütsüz işçilerin politik bir akıl ve hedeflerle sendikalaşmalarını sağlamak, sarı ve bürokrat sendikacıların çöktüğü işçi kurumlarının meclis ve komite ilkeleriyle davranan sendika içi muhalefetlerce özgürleştirilmesini gerçekleştirmek için çalışmak bugünün devrimcilik hikayesini yaratmanın önemli düzlemlerinden birkaçını oluşturur. Bu manada Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’nı yaratan öncü işçilerin Soma havzası ve ülkedeki maden ocaklarındaki işçilerin örgütlenmesine yönelik çağrısı ve girişimi somut bir toplumsal başarı arayanların yüzünü dönmesi gereken yeri simgeliyor. Bu simgelerin çoğaltılması ve hedeflerinin başarılması krizin faturasının emekçilere kesilmemesinin nasıl mümkün olacağının imkanlarını da ortaya çıkaracaktır. Oturduğu koltuktan “krizin faturasını ödemeyeceğiz” laflarını sallayan sorumsuzluklar değil, işçi sınıfı devrimciliğine dair duyulan ihtiyacı gören sorumluluklar geleceği yaratacaktır. İşçi sınıfı ve emekçi halkın doğrudan kendi kendini temsil edeceği, kendi işyerini, sendikasını, kentini, siyasetini yöneteceği politik anlayışın kat edeceği güzergah budur.

Komite’nin Ocak 2019 tarihli 10. sayısında yayınlanmıştır.