Suriye’de Bekleme Oyunu Sürüyor

Suriye Hükümetinin iç savaşı kazandığı belli olduktan sonra ülkedeki siyasi ve askeri gelişmeler epey durağanlaştı. İsyancıların arkasındaki esas güçler, özellikle ABD ve Fransa sahaya doğrudan indi. Suriye’yi omlet yaptığını düşünen İsrail de öyle. Suudi Arabistan ve hempaları İran etkisini azaltmanın yolunun Baas bürokrasisini yıkmaktansa onunla pazarlık yapmaktan geçtiğine ikna oldu. Katar kendi derdine düştü. Türkiye olmaz diye düşünüleni yaptı ve Rusya ile geliştirdiği ilişki üzerinden hem Atlantikçi hem de Astanacı olarak Suriye’de hesabın kendi üzerine ihale edilmesini şimdilik engellediği gibi bir süre öncesine kadar iç savaşın tarafı olmadan kazananı olan Kürt Özgürlük Hareketinin hevesini kursağında bırakacak adımlar da atabildi.

Herkesin diğer oyuncunun elini kolladığı bu durgunluk ortamı dengesiz ABD başkanının beklenmedik çekilme kararıyla biraz hareketlendi. Bu kararın arkasında yatan ana neden ne olursa olsun ABD’nin hedeflerinden biri de Astana kardeşliğine çomak sokmak olarak gözüküyor. ABD boşalttığı bölgeleri müttefiki YPG’ye değil de Türkiye’ye bırakmak istediğini açık etti. Suriye’nin kuzeyinin, sahildeki dar bir kesim hariç, neredeyse bütünüyle Türkiye’nin kontrolüne geçmesi anlamına gelecek bu durum Astana’nın diğer iki ortağının Suriye devletinin bütünlüğünü koruma amacıyla taban tabana zıt. Ruslar kendi kanlarının tüm Suriye’nin yeniden tamamen Baas kontrolüne girmesi için akmasını istemese de, kuzeyi Türkiye’nin, güneyi ise İsrail’in (ve Lübnan sınırındaki Al Tanf’dan çekilmeye niyetli gözükmeyen ABD’nin) işgalindeki bir Suriye’nin egemen bir devlet olarak pek bir anlamı kalmayacağı ortada.

Beştepe ve Kremlin arasında 15 Temmuz sonrası oluşan yakın ilişkiye önem veren Türkiye, ABD’nin bu zehirli hediyesini Rusya’nın onayı olmadan kabul etmeme basiretini gösterdi. Erdoğan’ın günübirlik Rusya ziyaretinin amacı kuşkusuz bu iznin alınmasıydı. İzin alınamadı. Fakat Erdoğan kafasına koyduğu bir şeyi alamadığında bundan vazgeçen birisi değil, bu yönde çabalamaya devam edecektir. Bildiğimiz tek şey Rusya’nın hiç değilse tepkisiz kalmasını sağlamadan böyle bir maceraya girişilmeyeceği. Anlaşılan Erdoğan Putin ile ilişkisine çok değer veriyor, bunun kanıtını Putin’in görüşlerine atfedilen önemde de görüyoruz.

Anlaşıldığı kadarıyla Putin Adana mutabakatını gündeme getirmiş, Erdoğan da hemen gazetecilere bu önerinin değerlendirileceğini ifade etti. Türkiye’nin Suriye ile geçen binyılda imzaladığı bir metne Kremlin’in Beştepe’den daha hâkim olmasının iki ülkenin devlet kapasiteleri arasındaki farka işaret ettiğini geçerken belirtelim. Hatırlanacak olursa Adana mutabakatı iki ülkenin güvenlik bürokrasisi arasında doğrudan iletişimin önünü açarken, Türkiye’nin belli sınırlar dahilinde Suriye’de (hatta Lübnan’ın onayı olursa Bekaa Vadisinde de) askeri operasyon yapmasını mümkün kılıyordu. Aynı zamanda Suriye devletine PKK Kongra Gel’i kendi ülke sınırları dahilinde çalıştırmama zorunluluğu getiriyordu. Hatırlanırsa Mutabakatın sonucu Öcalan’ın Suriye’den (ve Bekaa’dan) çıkmak zorunda kalışı, nihayetinde de Kenya’da Türkiye’ye teslim edilmesi olmuştu.

Rusya’nın artık hükmü kalmayan Adana mutabakatını canlandırma önerisinin ne niyetle gündeme getirildiğini bilmiyoruz ama Türkiye bunu, ABD’nin 30 kilometre derinlikte tampon bölge önerisine karşı Rusya’nın bir telafi önerisi olarak görüyor. ABD önerisine göre çok kısıtlı olmasına, üstelik Suriye Devletiyle bir tür eşgüdüm zorunluluğu içermesine rağmen Rusya ile ilişkisine verdiği önemden dolayı bir yarım önlem olarak Türkiye bunu değerlendirecek. Yukarıda altını çizdiğimiz gibi esas hedefine ulaşmak için her yolu zorlayan Erdoğan Adana Mutabakatında da kendine yontabileceği bir çeyrek fırsat görmüştür.

Küresel emperyalist merkezin ve bölgesel güçlerin aralarındaki çekişme ve pazarlıkların kaybedeni 2011 yılından beri Suriye halkları oldu. Araplar, Ermeniler, Dürziler, Kürtler askeri çatışmaların ortasında kaldı, kanunsuzluğa kurban gittiler ya da göçmen olarak evlerinden ayrılmak zorunda kaldılar. Bu felaketin bir an evvel son bulması, küresel emperyalist merkezin ya da bölgesel güçlerin değil egemen Suriye ahalisinin ülkenin kaderine karar vermesi lazım. Kimseye akıl vermek bizim işimiz olmasa da bu siyasal konjonktürde Suriye Demokratik Güçleri ile hükümetin bu sonuca ulaşmak için işbirliği yapmasının olanakları ortaya çıkmış gözüküyor. Bu olanak değerlendirilmelidir.

Türkiye’de Suriyelilere yönelik saldırılar artıyor. Diriliş Ertuğrul seyrederek Osmanlı fantezileri kuran, Suriye ve Irak şehirlerinin Türk şehri olacağı günlerin hayalini kuran kitle, o şehirlerden Türkiye’nin kolaylaştırdığı şiddet ortamı yüzünden kaçan insanlara saldırıyor. Bunu sağcılara laf sokmak için yazmıyoruz, tam tersine bu durumun sorumlusu anti-emperyalist ve anti-şovenist görevlerini hakkıyla yerine getiremeyen Türkiye soludur. Ne AKP’nin Suriye maceracılığına karşı durabilmiştir ne de sokaklarda yükselen Arap (genel olarak Ortadoğulu) karşıtı rüşeym halinde ırkçılık pratiklerine karşı eylemli bir karşı duruş örgütleyebilmiştir.

Suriye’deki felaket yakın zamanda sona ermeyecek, küresel emperyalist merkez kaybettiğini kabul etmek istemiyor. Bunu teşhir edebiliriz ve etmeliyiz ama esas unutulmaması gereken Türkiye’nin bu noktadaki sorumluluğudur ve Türkiyeli devrimcilerin öncelikli görevi kendi egemenlerinin şoven ve emperyal eğilimlerinin önüne set çekmektir. Bu noktada olmamız gereken yerin çok gerisindeyiz. Bu durumu düzeltmek için ortak inisiyatif geliştirilmelidir.