Mahalli Seçimler Öncesi Vaziyet ve Manzara-i Umumiye

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Mart 2019 tarihli 12. sayısında yayınlanmıştır.

Parlamentoyu bütünüyle sembolik bir kuruma çeviren, milletvekili olmayı anlamsızlaştıran, içinden geçtiğimiz anayasasız dönemde Mahalli İdareler Seçimi, son bir can sıkıntısı rejim açısından. Aslında her şeyin Saray’dan belirlendiği, muhtarların en temel işlevinin Reis’i alkışlamak olduğu bir sistemde; özellikle büyükşehir belediye başkanlarının bağımsız bir seçimle belirlenmesi sistemin genel mantığına ters. Belki önümüzdeki dönemde bu durum “düzeltilecektir” ama o zamana kadar halkın Reis’i alkışladığı katılımcılık biçimleri ve kişi bazlı plebisitler dışında bir seçim tipi olarak kalacak mahalli idareler seçimleri. Bununla beraber veya tam da bu yüzden eski usul popülizmin yanı sıra sadece muhalefet partilerini değil, bizzat seçmene de yönelen tehditkar bir hamaset iktidarın kampanya diline hakim.

Seçmenin kurşunun fiyatından sınava tabi tutulduğu bir seçim kampanyası götürmeyi tercih ediyor, AKP’nin lideri. Yüksek gıda fiyatları ve yaygın işsizlik ortamında seçimin ana tartışmasını ekonominin gidişatı ve bunda on yedi yıllık AKP iktidarının rolü olmaktan çıkarmak, Reis’in temel stratejisi. Bunu, söylem düzeyinde, milliyetçi hamasetin hedefini siyasi muarızlarının ötesinde genel seçmen kitlesine çevirerek yapıyor. Artık Reis’e siyasi desteğini sunmak için soğanın pahasını sorgulayan seçmen, şüpheli bir vatandaştır. Aynı zamanda seçim gününe kadar bedelini sonradan ödemek üzere pek de iyi düşünülmemiş kimi popülist yöntemlere de başvuruyor Saray. Tanzim satışlar bunun bir örneği. Yüksek gıda fiyatları karşısında geçici ve pansuman bir önlem olmanın yanı sıra ortaya çıkan kuyruklar ve manav esnafı ile pazarcılara karşı haksız rekabet içermesi gibi sonuçları da var bu uygulamanın. Fakat iktidar esas olarak seçimlerde, özellikle simgesel sayılabilecek bir yenilgi almamak için uğraşıyor ve kent yoksullarını sandığa çekecek bu türden aksiyonlara da mecbur kalıyor.

Bunun karşısında Meclis’teki muhalefet bloklaşmış durumda, açıkçası onlardan başka bir muhalefet odağı olmadığı gibi, özellikle solda böyle bir niyet de yok. Herkes CHP ile kurduğu ilişkiden memnun. Siverek’te Bucak’ın adaylığı gibi konular konuşulduğunda memnuniyetinizi bize, şikâyetinizi müdüriyete (CHP Genel Merkezi’ne) bildirin anlamına gelecek bir tavır içine giriyorlar. CHP Genel Merkezi ise esas olarak AKP’nin ilk yıllarının özlemini çekenlerle “eski” Türkiye nostaljisi içinde olanların bir tür karışımına hitap etmeye dönük bir çizgi sürdürmeye çalışıyor. Arada da sola bir selam çakıyor. Abdullah Gül’den Mehmet Fatih Bucak’a; Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu ve Tunç Soyer’den geçerek ulaşan ve Alper Taş’ı içeren çizginin anlamı bu.

HDP esas olarak “kuzey”deki kayyım atanmış belediyelerini geriye alarak bölgedeki hegemonyasının sürdüğünü göstermek derdinde. Bu, söz konusu partiye yönelik ağır baskı ortamında anlaşılabilir bir asgari hedef. Müttefik olduğu solun da CHP ile “batı”da rahat rahat ilişkilenmesine olanak tanıdığı için HDPli olan, olmayan herkesi memnun eden bir strateji. Cumhur İttifakı bile bu duruma işaret ederek muhalefetini şeytanlaştırabiliyor. Ortada olmayan ise neoliberal belediyecilik pratiklerini kökünden eleştiren bir mahalli idare tahayyülü. Bu noktada “komünist başkan” pratiğinin özden ziyade propagandif bir değeri olduğunu teslim etmek gerekir. Gene de Türkiye kamuoyunda yarattığı genel hava olumsuz değildir.

Türkiye siyasetinin iki partili hale gelmesi, mahalli idareler seçimlerinde ortaya çıkan duruma bakılarak iddia edilebilir. Fakat toplamda bu tespit erken sayılmalıdır. Cumhur İttifakı ve karşısında muarızlarının birliği görüntüsünü yaratan, Reis’in siyaseti bloklara bölme arayışıdır. Yoksa bu yönde doğal bir siyasi süreç yoktur. Her ittifak inşası, karşıtının inşası için de bir fırsat yaratır. Bu durum bir iki partililik havası yaratmaktadır. Oysa ki ilgili siyasi aktörlerin yetersizliği, Cumhur İttifakı’nın karşıtını inşa etme yeteneği ve iradesini sakatlamaktadır. AKP’nin meşruiyet kaybettiği ve adının usulsüzlük ve yolsuzlukla özdeşleştiği bu dönemde hala geçer akçe olan Reis markasının devamını sağlayabilmek için gündeme gelen ittifaklaşma arayışı, MHP ile sınırlı kalmayacak görünmektedir. MHP, Mahalli İdareler Seçimi’ndeki pazarlıkta, daha ziyade elindekileri korumaya dönük bir taktik tercih etmiş ve bu bakımdan da AKP’yi çok zorlamamıştır. Cumhur İttifakı’nın olası genişleme süreci ise MHP’nin ittifaktaki konumunu zayıflattığı ölçüde krizli olacaktır.

Mahalli İdareler Seçimleri sonrası teorik olarak dört yıl seçim yoktur. Bu bakımdan Saray, bu seçimi hasarsız ya da mümkün olan en az hasarla atlatıp bundan sonraki süreçte kendi siyasal gündemini Türkiye’ye dayatmaya çalışacaktır. Seçimlerin ölçütü büyükşehirlerdir. Zaten günümüzün siyasal baskı ortamında iktidara muhalefet terörizmle özdeşleşmişken küçük yerleşim birimlerinde Cumhur İttifakı dışında oy kullanmak zordur. Antalya, Bursa hatta Ankara ve Adana’nın kaybı bile iktidarı zorlasa dahi iktidarın aşamayacağı bir sıkıntı ortaya koymaz. Kilit, İstanbul’dur. Kayyım atanan belediyelerdeki en küçük Saray kazanımının bile büyük reklamının yapılacağı ortadadır. Böyle bir zaferin olmaması durumunda iktidar hiçbir şey olmamış gibi davranacaktır. Pek olası görünmese de İstanbul’un kaybı bir siyasi çalkantıya, özellikle AKP kökenli muhaliflerin tam siper pozisyonlarından çıkıp örgütlenme çabasına girişmelerine yol açabilir.

Türkiye siyasetinin esas sorunu; emekçilerin temsiliyeti ya da daha doğru bir tanımla temsil edilememesi meselesi olmaya devam etmektedir. Muktedirler, milliyetçi ya da dini hamaset adına emekçilerin kendi arkalarına dizilmeye zorunlu oldukları kanaatindedir. Solcular kendilerinde, emekçilerin temsilcisi olma hakkının doğuştan bulunduğu kanaatindedir. CHP, AKP’nin yarattığı yoksulluk ve yolsuzluk düzenini istenmiyorsa emekçilere, Altı Ok’a mührü basmaları gerektiğini vaaz etmektedir. Oysa bu siyaset takımı Türkiye’yi yönetebiliyorsa pekâlâ emekçiler, kendileri de Türkiye’yi yönetebilir. Onların temsiliyet sorunu yoktur. Biz, gündelik siyaset söz konusu olduğunda bu iddianın vaizi ve elimizden geldiğince örgütçüsüyüz.