İki Kitap, İki Tavır – 1

Son zamanlarda, 1970’lerden bugüne solda yaşananları anlatan kitapların sayısında artış görülüyor. Ancak bunlar 12 Eylül sonrası çıkanlardan biraz farklı. Öncekilerin ketum bir dili vardı ve daha çok darbeyi deşifre etmeye çalışıyorlardı, bugünküler ise daha kişisel ve serbest bir dille yazılmış. Bu çerçevede birçok sorun taşıyorlar. Yazıda bu kitapların olumlu örneklerinden biriyle olumsuz bir örneğini ele alıyoruz. Anlatımların edebî, kişisel, örgütsel yanlarıyla ilgilenmiyoruz; yalnızca olayların ele alınış tarzı ve bunun anlamını karşılaştırıyoruz. İlk kitap “Bana Beyaz Bir At Getirin”, ikincisi “Bitmedi Daha…”

“BANA BEYAZ BİR AT GETİRİN”

Yazar Azad Sağnıç bu kitapta Orhan Keskin’in kısa yaşam öyküsünü ve mücadelesini anlatıyor. Kitap 344 sayfa, Nota Bene yayınlarından 2018’de 3. baskısı yapıldı. İçinde Orhan Keskin’in ailesinden başlayarak okul, mücadele ve hapishane arkadaşlarının yanı sıra, Orhan’la herhangi bir yakınlıkları olmasa da aynı dönemde Diyarbakır 5 No’lu Cezaevinde bulunanların anlatımları yer alıyor. Kitap Orhan Keskin’i farklı kişilerin aktarımları üzerinden anlatırken aynı ortam ve dönemde yaşayanların kendilerini Orhan aracılığıyla anlatmalarına da olanak veriyor. Yazar, kitabında önsöz dışında varlığını hissettirmiyor. Kitabın sonunda çeşitli değerlendirme yazıları, fotoğraflar ve bazı ekler var. Yazar, kitabı 4 yıl gibi uzun bir sürede hazırlayabildiğini belirtiyor.

Orhan Keskin, 1956 Ardahan doğumlu. Liseyi Silvan’da okuduktan sonra ailesiyle taşındığı Tatvan’da devrimci düşünceleri benimsiyor. Babası Köy Enstitüsü mezunu ve bölge yatılı okul müdürü, annesi ev kadını. Ailesi hep Orhan’ı destekliyor. Baba ölüm orucu sürecinde bir yandan mahpus yakınlarını örgütlüyor, diğer yandan direnişçilerle idare arasında iletişim kuruyor. Orhan genç yaşta mücadeleye katılmış, okuyan ve düşünceleriyle davranışlarını uyumlu kılmaya özen gösteren biri. Herkes onun her zaman temiz ve bakımlı göründüğünü belirtiyor. Lise yıllarında Devrimci Yol saflarına katılıyor ve okulu bitirdikten sonra hayatını mücadeleye adamaya karar verdiğini ailesine açıklıyor. 1977’de Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’ne kaydını yaptırsa da okula devam etmeyerek Devrimci Yol’un Kürdistan örgütlenmesinde çalışıyor. 10 Mayıs 1980’de DDKD (Devrimci Doğu Kültür Derneği) taraftarlarıyla girdiği bir çatışma sırasında yaralı olarak ele geçiriliyor ve tutuklanıyor. 12 Eylül’ün en ağır işkencelerinin yaşandığı Diyarbakır Cezaevi koşullarının düzeltilmesi için gidilen ölüm orucunun 50. gününde, 3 Mart 1984’te ölümü kucaklıyor. Birçok devrimcinin can pahasına verdiği bu mücadele sonuca ulaşıyor ve cezaevi koşulları düzeltiliyor.

Arkadaşları, yol açıcı düşünce ve davranışları nedeniyle Orhan’ı liderleri olarak kabul ediyor. Örneğin Kürtçe bilmediği halde ve başka yerlere geçme olanağı varken mücadelesini Kürt illerinde sürdürüyor. Hareketinin ulusal soruna ilgisi az olmasına rağmen konu üzerinde çalışıyor, bugüne ulaşmayan bir yazı hazırlıyor ve çevresini bu çabalarıyla etkileyip örgütleyerek hareketini aşan bir örnek ortaya koyuyor. Yine başka cezaevlerinde hareketin önderleri direnişi bıraktığı ve Orhan’a da bırakması için haber gönderildiği halde o direnmeyi sürdürüyor. Direnişler kırıldığında bundan dersler çıkartıp tekrar direniyor. Ve cezasının bitimine çok az kalmasına rağmen direnmeyi sürdürüyor. Yalnız kalmak önde yürümenin bedelidir, nitekim hareketi onu ölümünden sonra da yalnız bırakıyor ve anısını yaşatma sorumluluğunu başka hareketlerden olan mücadele arkadaşları omuzluyorlar. Yazar Sağnıç, Orhan’a mücadele yoldaşı olmuş bir Kürt devrimcisi. Ölüm orucunun son günlerinde sürekli “bana beyaz bir at getirin” diye sayıklamasını kitabına ad olarak seçtiğini belirtiyor.

 “BİTMEDİ DAHA…”

Hasan Selim Açan’ın öz yaşam öyküsünü anlattığı kitabı 272 sayfa ve 2019’da Sel yayınlarından çıktı. 1954 Erzurum doğumlu olan Açan, TİKB (Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği) kurucularından. Karışık bir anlatım düzeni benimsediği kitabında çocukluğundan başlayarak ve bazen 2000’li yıllara uzanarak, daha çok 12 Eylül öncesini anlatıyor. 1980’den yurt dışına çıktığı 2002’ye kadar olan dönemi ikinci ciltte anlatacağını belirtiyor. Açan, devrimci düşüncelerle Ankara Kurtuluş Lisesi’nde tanışıyor. Cebeci’de Basın Yayın Yüksek Okulu’ndaki eğitim çalışmalarına gidiyor ve burada tanıştığı Aktan İnce grubuna katılıyor.

Açan, kitabın ilk bölümlerinde ailesinden nasıl etkilendiğini anlatıyor ve kendisi de ailesini etkiliyor. ÇHD kurucularından olan ve 2010’da vefat eden babası İbrahim Açan subaylıktan ayrılarak avukatlık yapan militan bir hukukçu. 12 Mart ve 12 Eylül mahkemelerinde devrimcileri savunuyor, 1989’da 72 yaşında “Yargılayan Savunma” adlı kitabından dolayı yargılanıyor. Açan, Aktancılara yönelik bir operasyon sonucu 1972’de arkadaşlarıyla tutuklanıyor ve 8 ay sonra serbest bırakılıyor. Grubunun 1976’da THKO ile birleşmesi sonucu Halkın Kurtuluşu dergisi yazı kuruluna giriyor. Ancak birliktelik uzun sürmüyor ve 1977’de Açan’ın içine sinmeyen bir biçimde ayrılıyorlar. Çalkantılı bir süreç sonucu yeniden örgütlenerek Devrimci Proletarya dergisini çıkarıyorlar. O dönem solda sık görüldüğü üzere iki grup arasında ölümle sonuçlanan kavgalar yaşanıyor. Açan, sol içi çatışmaların yanlışlığını vurgulayarak kendisi ve hareketi adına özeleştiri yapıyor. Arandığı için 1983’de yakalanıyor. Uzun sorgu ve direnişler sonunda 1991’de tahliye oluyor. Mücadeleye devam ederken 1994’de tekrar gözaltına alınıp 2001’e kadar tutuklu kalıyor.

Açan, bir röportajında bazı anlayışları eleştirmek amacıyla kitabında üç kişi üzerinde durduğunu belirtiyor. Bunlardan Oğuzhan Müftüoğlu’nu, 12 Mart döneminde THKP-C operasyonunda yakalandıktan sonra verdiği bir ifade üzerine kendilerine kadar uzanan bir tutuklama zincirinden sorumlu tutuyor. Yanı sıra, 12 Eylül’de iyi bir sınav veremedikleri için eleştiriyor. Hacı Ilgar için “bizim Kamomuzdu” derken, Aktan İnce için “idolümdü” ifadesini kullanıyor ve her ikisi de mücadeleden uzaklaştığı için hayal kırıklığı yaşadığını belirtiyor. Kitap boyunca birçok kişi hakkında kişisel değerlendirmeler yapıyor. Olumlu bulduklarını “mütevazı, ağırbaşlı”, olumsuzları ise “kibirli, bürokrat, çapsız, pratik kaçkını” gibi sıfatlarla tanımlıyor. Kitapta sık sık, ancak kendisinin ve birkaç kişinin bilebileceği ortamlara ilişkin gözlemlerini aktarıyor. Bunları yine bir röportajında, başka anı kitaplarının tersine kendisinin dürüstlüğü ve samimiyeti temel aldığı için yaptığını dile getiriyor.

Açan, militan tutumuyla solda saygınlık kazanmış bir hareketin üyesi. Ancak kendisinin de belirttiği üzere bu bir güce dönüşemiyor. (s.132) Belki neden bu durumda olduklarına yanıt biçiminde şöyle diyor: “Bazen ben de soruyorum kendime: ‘Ne geçti eline? Bunca yıla rağmen neyi başarabildin ki?’ diye. Her şeyden önce ‘ben’ olabildim, bir komünist olarak sınıf düşmanlarının dahi saygı gösterdiği onurlu bir yaşamım oldu. Yeryüzünde gözünün içine bakarak konuşamayacağım tek bir canlı yok! Kısacası, kendimden, geçmişimden, bir zamanlar yaptıklarımdan utanan biri haline gelmedim en azından.” (s.12)