Tek Fon Devrim Başka Yolu Yok!

Türkiye’de 90’lardan beri bir fon dalgası gelişiyor. Bu dalga; aydınlardan, sendikalardan, konfederasyonlardan gazetelere, üniversitelere, derneklere, örgütlere dek etki alanını genişletiyor. Eğer bu durum yalnızca devrimcilik iddiası taşımayan, bilgi ve eylem ortaya koyarken devlet ve sermayeyle işbirliği kuran (ya da en azından danışıklılık ilişkisi içinde olan) kişi ve kurumlar için geçerli olsaydı buralardan üretilen bilginin ve yapılan eylem çağrılarının tarafı hakkında açıkça bir değerlendirme yapmak bizim açımızdan yeterli olurdu. Bunu, egemenliğini kurmak veya korumak isteyen bir sınıfın kendi aydınlarını yaratma çabasının bir parçası olarak değerlendirir, her gün farklı biçimlerde karşılaştığımız ideolojik saldırının bu biçimine karşı da samimi bir hakikat kavgasıyla karşı koyardık. Yalnız bu fon dalgasının; isminde, cisminde, programında, tabelasında devrimcilik, sosyalistlik, komünistlik gibi iddialar taşıyan kurumları da kapsayarak bütün bir entelektüel alanı, aydınları ve daha vahimi devrimcileri biçimlendirmeye başlaması bu konuda daha derinlikli bir değerlendirmeyi ve devrimcilik düzleminde gördüğümüz kurumlara karşı daha açıkça bir uyarıyı zorunlu kılıyor.

Uluslararası fonlar, bir kuruma ya da kişiye karşılıklı mutabakata varılan bir konu hakkında bir proje üretmesi, araştırma yapması, etkinlikler düzenlemesi için verilen maddi, stratejik ve kurumsal desteği kapsıyor. Yani “bizim” dildeki karşılığıyla ekonomik, politik, örgütsel konumun belirlenmesi uluslararası fonların ilgi alanında. Bunun açıklıkla ortaya konulmasının; uluslararası fonlarla çalışan uluslararası kurumlardan ve ulusal fonlarla çalışan ulusal kurumlardan ziyade uluslararası fonlarla çalışan ulusal kurumların pozisyonunu belirlemek açısından bir önemi var.

Türkiye’de siyasal iktidar ve ona bağlı kurumlar tarafından siyasal iktidarın ideolojik-politik çizgisine bağımlı hareket eden kurumlara verilen destek açıkça görülüyor. Bu kurumlar; sözgelimi Okçuluk Vakfı’ndan TÜGVA’ya kadar geniş bir yelpazede ve özellikle AKP’nin ilk dönemlerinden bu yana büyük bütçelerle devlet tarafından fonlanarak çalışıyorlar. Böylece AKP iktidarıyla birlikte hem devletin hem de “sivil toplumun” siyasal alandan tecrit edilmiş biçimde karşı karşıya geldiği platformlar oluşturuluyor. “Karşı karşıya” gelmenin ise bu platformlarda sonucunun mutlak veya göreli bir işbirliği olması şaşırtıcı değil. Böylece kadın, çocuk, göç, toplum sağlığı, kültür, sanat ve spor gibi çalışmalar hem piyasa koşullarında olduğu gibi bir “taşerona” gördürülüyor hem siyasal iktidara karşı çıkma eğilimini kuvvetle barındıran toplumsal gruplara ideolojik bir hiza çekiliyor hem de kamu kaynaklarının meşru görünen bir yolla (var olan ve yeni yaratılacak) sermayedarlara aktarılmasının önü açılıyor. Hatırı sayılır bir süre bunun demokratikleşme hülyası ile Türkiye liberalleri ve solun bir kısmının da desteğini alarak coşkulu biçimde hayata geçirildiğine şahit olduk.

Bugün devrimcilik iddiası taşıyan kurumlardaki genişleyen fon dalgası ise hemen madalyonun öteki yüzünde duruyor. Uluslararası fonlarla Türkiye’de çalışma yürüten kurumlar, bu fonları veren büyük sermaye gruplarının ve onların yerel bağlantılarının belirlediği ölçütlere uygun düşen “projeleri” için fon alıyor. Üstelik bu fonların kime verileceğini belirlemek için kurulan ölçütler tahmin edildiğinden daha esnek. Sermayenin açık varlığıyla bulunduğu alanlarda adını dahi anmayacağı araştırmalar, sözgelimi işçilerin yaşam koşullarına dair bir araştırma için arkasında sermaye grupları bulunan fon kuruluşlarının yüksek miktarda fon sağlaması bu esnekliğin bir sonucu. Tabii, her şeyin alınıp satılabilir hale gelmesini ilke edinen sermayenin fon verirken ne aldığı sorusu da bu sonucun hemen peşinden geliyor.

Fonlarla entelektüel alanın nasıl dönüştürüldüğünü kavrayabilmek için dil ve politika arasındaki ilişki yol gösterici olur. Fonlanan aydınların, gazetecilerin, entelektüellerin bir olay karşısından verdikleri tepki, bu olayı ortaya çıkaran ve sürdüren koşullara dair yaptıkları değerlendirmeler fon sağlayıcıların kadrajına yakınsandığı ölçüde maddi destek sürer. Bunun doğal sonucu olarak, nasıl ki fikri bağımsızlık ekonomik bağımsızlığı zorunlu kılıyorsa, ekonomik bağımlılık da fikri bağımlılığı, irade dışı da olsa beraberinde getirir. Sözgelimi bu aydınlar, gazeteciler, entelektüeller bir sınıfın diğeri üzerinde egemenliğine dayanan devletin şiddet tekelini görmeye devam etse dahi yalnızca ikinci kısmını araştırma konusu haline getirebilir. Sınıfsal bağlarından koparılmış bir devlet görüntüsünden çıkarılacak sonuç da devlet şiddetini görünmez kılan zamansız, mekansız ve tarafsız bir şiddet karşıtlığı olur. Aynı durum işçilerin kölelik düzeyindeki çalışma koşulları ya da siyasi tutsakların hapishane koşulları için de geçerlidir. Bütün bunlar devletle devrimcilerin, proletarya ile burjuvazinin olduğu politika sahnesinin dışında beyaz bir fon önünde gerçekleşiyormuş gibi yansıtılır. Böylece çatışmaların tümü insan hakları ihlallerine dönüşür, buna karşı yürütülebilecek “kampanya” da insan hakları örgütlerine bırakılır. Fon sağlayıcıların, faşizan yönleri ağır basan iktidarlar karşısında ideolojik esnekliklerini genişleterek “devrimcilere” de fon vermesinin temel motivasyonu buradadır.

Kurulan bu ilişkinin başka bir biçimi de doğrudan ya da dolaylı olarak bağlı bulundukları siyasal iktidarların çıkarlarını koruyacak ya da sağlayacak çalışmalar lehine fonların artırılmasıdır. Sözgelimi Avrupa kaynaklı uluslararası fonların geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de en çok mülteci çalışmaları yapan kurumlara verilmesi gibi. Günlük çıkarlar açısından faydalı görünen bu yöntemlere daha dikkatli baktığımızda gördüğümüz; ezilenlerin politik/politikleşme eğilimi taşıyan taleplerinin ertelenmesi, bastırılması veya görünmez kılınmasıdır. Cehenneme giden yol da iyi niyet taşlarıyla döşelidir ama “devrimcilerin” fon alarak çalışmaya başlaması eğer iyi niyetle açıklanacaksa devrimcilik iddiasını boşa düşüren bir tarih bilgisizliğinden, bilinç eksikliğinden kaynaklanıyor demek zorundayız. Yok, bizim mahallede iyi niyet taşları döşeli değilse de oportünizmin bilindik keskin kokusunun yayıldığı gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor.

Bu yazının yazılma amacı, kimseye ne düzeyde devrimcilik yaptığının, yapılması gerektiğinin dersini vermek, ahkam kesmek değil. Sözümüz; fonlarla çalışan kurumlarda profesyonel olarak çalışan emekçilere de değil. Bu kurumlarda gönüllü çalışanlara da ancak devrimcilik çağrısı yapabiliriz zira dünyayı değiştirmeye başlayacak ufka ve kuvvete sahip birinin devrimcilik saflarında konumlanması gerekir. Doğrudan siyasal faaliyeti için ya da siyasal programının bir parçası olarak gerçekleştirdikleri alan çalışmaları, gazeteleri, dergileri, toplantıları, etkinlikleri ve hatta mücadeleleri için uluslararası fonlar alan devrimcilik düzleminde gördüğümüz kurumları ise daha önce örneklerini pek çok yerde gördüğümüz bu dönüşüme karşı uyarmak zorundayız. Lenin’in deyimiyle “işçi sınıfının ideologlarını”, Gramsci’nin “organik aydınlarını”, düşünsel ve pratik alanın sermaye ve devlet tarafından açık veya örtülü biçimde düzenlenmesine, alanının çizilmesine karşı durmaya, halkın ve sınıfın yaratıcılığına güvenmeye, öz gücüne dayanmaya çağırıyoruz. Çünkü bağımsız devrimci bir hareket yaratabilmek için devlet ve sermaye karşısında fikri, ekonomik ve örgütsel bağımsızlığın kurulması ihtiyacı ve görevi önümüzde duruyor.