Sallanan zeminde tadilat, düzen muhalefetiyle devrimcilik olmaz

23 Haziran seçimleri Millet İttifakının parlak zaferiyle sonuçlandı. Komite, Referandumun sonrasından itibaren ısrarlı bir biçimde Sarayın sermaye devletinin bekası için öne sürdüğü faşizan tek adam diktatörlüğü önerisine bir düzen alternatifinin Millet İttifakı biçiminde inşa edildiğinin altını çiziyor. Hatırlanırsa tutarlı bir biçimde eski cumhuriyetin İslamcı kadrolar tarafından yıkılarak yeni bir rejimin kurulduğu yönündeki argümanın geçersiz olduğunu vurgulamıştık. 23 Haziran’a Doğru Geri Adım Atmak Yok başlıklı yazıda şöyle demiştik: “Yeni rejimin “ebesi” olacağı düşünülen Cumhurbaşkanı’nın önlenemez yükselişi ve onun etrafında bir tek adam rejimi oluşturulmasının kökeninde, sermayenin sömürü düzeninin arkasına saklandığı bir meşruiyet perdesine ihtiyaç duyması gerçeği vardır”. Sermaye devletinin meşruiyet sorununu farklı rejim tipleri üzerinden çözmeye çalıştığını, 15 Temmuzda ayyuka çıkan politik sorunun Erdoğan’ın kendi etrafında kontrgerilla temelli bir konsolidasyonla çözme önerisiyle aşılmaya çalışıldığını ama alternatifsiz kalmak istemeyen sermaye düzeninin Millet İttifakı’nda bir yeni seçenek aradığını öne sürmüştük.

Unutulmaması gereken nokta bu zaaf ve politik çalkantıların altında yatan yapısal sıkıntıların varlığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel olarak biriktirdiği siyasi cüruftur. Bu yüzden Türkiye’de Rejim Krizi yazısında “Yeni rejim, Erdoğan’ın kafasından çıkmadı, gerici Cumhuriyetin rahminde büyüdü ve yine onun belirleyicisi olduğu bir konjonktürde dünyaya geldi” demiştik. Türkiye bir kısım uzmanların kendi jargonlarında ifade ettiği gibi bir sermaye birikim rejimi krizi sorunuyla karşı karşıyadır ve bu sorunun ulusal olduğu kadar hatta ondan daha fazla küresel boyutları da vardır. Bu yüzden bu çalkantıların sonu basitçe siyaset alanının yeniden düzenlenmesiyle çözülemez ama siyaset alanı yeniden düzenlenecektir. 15 Temmuzdan beri de bu sürecin içindeyiz. Mevzu zahirde öyle görünse bile liberallerin tartışmayı sevdiği gibi bir demokrasi ve dikta sorunu değildir, sermaye devletinin rıza üretmesini sağlayacak bir siyasal rejimin inşası sorunudur. Bu rejimin ideal kıyafeti demokratik olabilir ama pekâlâ dikta libaslarını da giyebilir.

Erdoğan’ın Anadolu sağcılığını büyüleyen kişisel karizması etrafında blokladığı yüzde elliyi anca geçen zayıf çoğunluğa dayalı dikta önerisi bugün dağılmıştır. O öneri Yenikapı Mitingi sonrası çok kudretli görünüyordu bugün sallanmakta olan bir seçenektir. Onun yeteneği seçim kazanabilmesiydi ama zayıf çoğunluğu kendi kurduğu siyasal kutuplaşma gerilimini özellikle ekonomik durgunluk konjonktüründe kaldıramadı ve dağıldı. 31 Mart seçimleri Erdoğan’ın seçim kazanabilme özelliğinin sınırlarını gösterdi. 7 Haziran’da yaptığı gibi ikinci bir seçimle bu başarısızlığı örtmek isteyen Erdoğan gerçek bir zaafiyet gösterisine dönen zavallı 23 Haziran kampanyasıyla adının etrafındaki tüm haleyi silerken İmamoğlu şahsında kendi olası rakibini de siyaset sahnesinin en önüne itmiş oldu. Hep siyasal olarak elini rahatlatan sandık bu kez iki defa üst üste aleyhine çalıştı.

Pek çokları solun da yaratılmasına katkı sağladığı Erdoğan heyulasına binaen şimdi reis ne yapacak diye soruyor. Onun yapabilecek hiçbir şeyi yoktur, kabine revizyonunu bile ancak zorlukla yapabilir, zira sallanan zeminde tadilat olmaz. Tek seçenek olma zehabının verdiği güvenle yenen hurmaların acısının çıkma ihtimali adam harcamayı zorlaştırır. Hamle sırası seçimin galibi Millet İttifakı’nda da değildir. Onlar da zaferlerini bankaya koyup beklemeye geçeceklerdir. Hamle sırası AKP’nin altın günlerinin restorasyonu peşinde olanlardadır. Bunlardan iki grup, Gül-Babacan ve Davutoğlu partinin fiilen dışındadırlar ama restore etmek istedikleri AKP altın çağı tam olarak örtüşmediği için ortak hareket etmemektedirler. Ayrıca Reisin “eski tüfeklerden” bu iki grubun girişimleri ayyuka çıkınca yanına çağırdıklarının da (Arınç ve Çiçek gibi isimler) gündeminin eski güzel günlere dönüş olduğu unutulmamalıdır. Bunların Reise sadakati tartışmalıdır, kendi hamleleri için fırsat kollayacaklardır. Sonbahar yeni siyasal gelişmelere ve oluşumlara gebedir.

Yaz ayları iktisadi durgunluk ve dış politikada yapılan hataların sonuçlarıyla yüzleşilmesi takvimiyle geçer. Sonbahardan sonraki bir yıl içinde erken seçim gündemi kaçınılmaz hale gelecektir. Kuşkusuz MHP cenahındaki gelişmeler de bu noktada etken olacaktır. Mesele bu süreci iyi değerlendirmek ve Millet İttifakı yokmuş gibi yapıp toplumsal muhalefet gibi geniş ifadelerin arkasına saklanıp düzen içi alternatifin kuyruğu olmamak ve HDP destekçiliği rahatlığında sınıf siyasetini unutmamaktır. Ortaya çıkan toplumsal enerjideki emekçi payı doğrultusunda sürece müdahale edebilmek gerekir.

Bu noktada hatalı bir tutumu mahkum edelim. Sosyalistler 31 Mart ve 23 Haziran zaferlerinde kendi paylarını görmeye teşne, oysa ki altmışlı yıllardan itibaren toplumsal mücadelelerde oluşan solun fikri ve ideolojik üstünlüğünün en geride olduğu bir noktadayız. İnsanlar eşitlik ve özgürlük değil, 12 Eylül öncesi bir ülkücü sloganından apardıkları “Hak Hukuk Adalet” talebiyle sokaklardalar, Gündoğdu Marşı değil İzmir Marşı söylüyorlar. Bunları hayıflanmak için belirtmiyoruz siyasal hakikatin farkında olalım ki onu değiştirmek üzere müdahalede bulunabilelim diye söylüyoruz. Çünkü bu hakikatin farkında olmayanlar ya da oturdukları koltukları korumak için, inşa ettikleri türbeleri açık tutmak için farkında olmamayı tercih edenler Ömer Koç’la aynı safta oldukları kavgada inisiyatifin kendilerinde olduğu zehabını bir avuç kalmış devrim ve sosyalizm mücadelesine inanan insan içinde yayıyorlar.

Bununla beraber solcuların lafazanlığı olmasa da, emekçilerin kendiliğindenci eylemi havanın dönmesinde etkili olmuştur. Bu da sınıf siyaseti için bir politik müdahale marjı yaratmaktadır. Kendiliğindenci eylem derken kastettiğimiz Saray baskıcılığının en üst noktalara vardığı ve fırsatını bulanın kapağı yurt dışına attığı dönemde Anadolu’nun mesela Düzce gibi en muhafazakar bölgelerinde bile gerçekleşen emekçi direnişleri ve fiili hak arama mücadeleleridir. Anadolu’nun dört bir yanında 2015 baharından bugüne tüm baskılara rağmen süren kesintisiz işçi direnişleri, iktisadi durgunlukla birlikte AKP’nin salt patronları kollayan bir parti olduğunu ortaya koydu. Bu durum anlatılabildiği oranda AKP’nin emekçiler üzerinde kurduğu hegemonyayı parçalayan ana katalizör bu direniş ve mücadelelerdi. 23 Haziran gecesi ortaya çıkan toplumsal enerji üzerinde söz söyleyebilme meşruiyetimizin kaynağı budur, yoksa kerameti kendinden menkul devrimcilik, sosyalistlik ya da bilmem ne sol geleneğinin türbedarlığı değil. Onlara dayanarak ancak Canan Kaftancıoğlu’nun işaret ettiği yere kadar söz hakkınız olur, o da Kaftancıoğlu’nun işaret ettiği hatta kadar koşma mecaliniz varsa.

Bugün bu çalkantılı Erdoğan sonrasına geçiş döneminde meşru muhalefet siyaseti, emekçilerin direniş eğiliminin aktörlerinin artık politik veçheleri de vurgulu olması gereken bir programla ortaya çıkabilir. Bu program ancak bu direniş ve mücadelelerin öznelerinin anlamlı bir katılımıyla oluşturulabilir. Komite bu ihtiyaç doğrultusunda bir öngörüyle Birleşik Emek Koordinasyonu gibi girişimler yoluyla hiç değilse bu mücadele eğiliminin sosyal taleplerini bütünleştirmeyi hedefliyordu. Kimlik solculuğu aşılamadığı noktada bu girişimler akim kaldı. Bugün gelinen noktada toplumsal taleplere dayalı kısmi programlar yetmez, gerçek bir siyasal program gerekecektir. Böyle bir programın olmadığı koşullarda bu çalkantılı siyasal dönemde ya kuyrukçuluk ya da kendi içine kapanma dışında alternatif kalmayacaktır. Komite’nin işçi sınıfı hareketine odaklanması taktiksel, dönemsel değil stratejik ve kalıcıdır. Adım adım inşa etmeye çalıştığımız çizgi somut başarılarını görünür kılmaya başladıkça devrimci bir siyasal hareketin başlangıç adımlarına doğru gittiğimiz anlaşılacaktır.

Çağrımız işçi ve emekçi halk zeminlerinde somut konumlanışlar ve kökleşme çabalarına yoğunlaşmayı daha da büyütmek yönündedir. Türkiye devrimci hareketinin bir dönemi trajik bir ideolojik otolikidasyon ile kapanmıştır. Devrimcilik dip noktasındadır. Buradan ileriye doğru gidiş emeksiz, bedelsiz, arayışsız mümkün değildir. Buradan dönüş CHP ve HDP’den kapılacak mevkiler Avrupa “sol”undan alınacak fonlar için vitrini iyi tutma pespayeliğinden kopup halk hareketlerinin somut mücadele ve örgütlenmeleri içindeki sahici konum alışlara bağlıdır.

Referandumdan sonra şunu dedik: “Reisi yiyebileceğini hayal eden düzen güçleri, reisin var kalma mücadelesi daha fazla siyasal kaos, kan ve gözyaşı yaratırken, programsız, alternatifsiz bir solu kendi restorasyonunun yancısı, çığırtkanı, tetikçisi yapabilir. (…)Bu ise Türkiye’de doksanlarda başlayan sosyalizmin otolikidasyonunun mantıki sonucuna ulaşması olacaktır.” 1980’den bu yana solun hiçbir yapısı dönem analizlerinde, strateji ve taktiklerinde yanıldığını söylemedi. Ancak bu kırk yıl boyunca üretilmiş, yaratılmış ve kalıcı olmayı sürdürmüş tek bir toplumsal, siyasal deneyim birikimi söz konusu değildir. Bu hakikate rağmen iç piyasada şişinme tavrından vazgeçen yoktur. Durum vahimdir ve devrimci değildir. Köklü sorgulamalar, kopuşlar oluşturamadıkça da bu otolikidasyon tablosu asla değişmeyecektir. Biz devrimcilik arayışında, iddiasında olanları hayatlarını ve enerjilerini gelenek statükoculuğunun dehlizlerinde harcamaya son vermeye, işçi ve emekçi halkın sermaye sınıfına ve devlete karşı verdiği güncel mücadele ve örgütlenmeler içinde tavizsiz bir militan inada, itaatsizliğe, devletin kriminal hale getirme çabasına baştan set çekmeye dayanan bir kitlesel devrimci çizgiyi yaratmaya çağırıyoruz.

23 Haziran seçimleri öncesi seçim tavrımızı açıklarken yaptığımız saptama ve çağrı günceldir. “Bu tarihsel dönem her tür siyasal gelişmeye açıktır. (…) Ülke ekonomik bunalım içindedir, Reis’in halk desteği özellikle kentsel merkezlerde sallanmaktadır. FETÖ ve klasik İslamcılardan temizlediği örgütü şişkin ama beceriksizdir, sermaye düzeni henüz at değiştirmeyi becerememiştir. Göğün altındaki her şey kaos içinde. Öyleyse tarihsel materyalizm ışığında proletarya devrimciliği mücadelesi için ileri!”

İsyan Devrim Özgürlük!