Kayyuma Direnme, Kardeşliği Büyütme Zamanı!

31 Mart öncesinde Kürt illerine atanan kayyumlar, yerel seçimlerde belediyelerden büyük oranda temizlenmişti. AKP’nin seçilen HDP’li belediye başkanlarına yönelik görevden alma tehditleri bugün gaspa dönüştü. Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediyelerinin eş başkanları İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla görevden alınarak yerlerine bir kez daha kayyum atandı. Seçilmiş başkanların görev yapmasına ve Kürt halkının iradesine yönelik gerçekleşen bu saldırı ilk değil, sivil faşizan diktatörlüğün sürdürdüğü inkâr ve savaş politikalarının bir yenisidir.

Bütün temsil araçları ellerinden alınmış emekçi sınıfın ve ezilenlerin mücadele yoluyla elde ettiği kazanımlara her fırsatta saldıran siyasal iktidar, bugün bir kez daha Kürt halkına ve halkın politik örgütlenmesine hukuksuz gerekçelerle saldırmaktadır. Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanları hakkında soruşturmaların olması ya da fiilen eş başkanlık sisteminin sürdürülmesi görevden alma kararını “hukuka uygun” hale getirmediği gibi karara hukuksuzluk demek durumun ‘vehametini’ anlatmıyor.

Özellikle Kürt illerinde, İstanbul’da ve Ankara’da yapılan protesto eylemlerine polis saldırısının ve eylemcilere yapılan işkencelerin gösterdiği üzere; devletin hukuka uygun olmayan davranışı olmaz, çünkü hukuk devletin yaptığıdır. Saray iktidarının; “seçme ve seçilme hakkı” ile “toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” gibi temel haklara bürokratik ve kolluk güçleriyle saldırması, emekçilerin ve ezilenlerin politik özgürlüklerini geriletmeye, hatta ortadan kaldırmaya yönelik bir hamledir.

Seçim sürecinde varlık kazandığı iddia edilen demokrasi ittifakının karşılığının olmadığı kayyumların ardından bir kez daha anlaşıldı. CHP adına konuya dair yapılan utangaç ve etkisiz birkaç kınama açıklamasının ardından Kılıçdaroğlu “Sokağa çıkmayı doğru bulmuyoruz” şeklinde açıklama yaparak, aslında sokak eylemlerine yönelik polis şiddetini meşru saydığını gösterdi. Ve aynı zamanda devletlû bir siyasetin mesele Kürtler olunca özüne nasıl sadık kaldığını ortaya koymuş oldu. Düzen muhalefetinin Kürt halkıyla ancak pazarlık ve çıkar ilişkisi kurduğu, yoksa Saray rejimine karşı geniş ittifak cephesi kurmak niyetinde olmadığı açıkça görüldü.

HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması oylamasında gösterilen “Anayasaya aykırı ama evet” tavrı ile kayyumlara karşı gerçekleştirilen eylemlere yönelik “Anayasaya uygun ama hayır” tavrı, aynı çürümüşlüğün, iktidar ortaklığının iki biçimi olarak karşımızda duruyor. Saray’dan gelen “İstanbul ve Ankara için kayyum durumu yok” açıklaması ise Kürtlerin oylarıyla kazanılan belediyelerin, Kürt halkına yönelen bir saldırıda nasıl pazarlık konusu edildiğini gözler önüne seriyor.

Bugün bize, devrimcilere düşen “Başımıza bir şey gelmesin” korkaklığıyla ya da “Sıra bize de gelir mi?” bencilliğiyle değil, Saray iktidarının inkâr ve savaş politikaları karşısında Kürt halkı ve halkın politik örgütlenmesiyle dayanışma içinde hareket etmektir. Demokrasi ve hukuk gibi “temiz” kavramlara sığınmadan, şovenizmle, milliyetçilikle ve düzenle çektiğimiz kesin sınırları esnetmeden kayyumlar karşısında geliştirilen direnişleri büyütmek ve yaygınlaştırmaktır. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganının yalnız bir ezber olmadığını, bütün emekçilerin ve ezilenlerin mücadele zeminine işaret ettiğini bir kez daha göstermeliyiz. Kayyumlara karşı gerçekleştirilen eylemlerde işkenceye maruz kalan kadınların, gençlerin ve aralarında yoldaşlarımızın da bulunduğu gözaltına alınan devrimcilerin, demokratların, yurtsever direnişçilerin sesini taşımalıyız.  Kürt halkıyla tabandan gelişen bir kardeşleşmenin ve siyasal iktidar karşısında onurlu bir barış inşa etmenin yolu birlikte direnmekten geçiyor.

Biji berxwedane Amed, Wan, Mêrdin! Bijî biratiya gelan! Yaşasın halkların kardeşliği!